Bir Ege masalı: Aşk oluversin gari
'Oluversin Gari' film setinin ilk filmi 'Aşk Oluversin Gari' salı günü seyircisiyle buluşacak. Başrolü paylaşan Birand Tunca ve Aslıhan Malbora'yla konuştuk...
Elif TokbayYapımcılığını Juli Sanat’ın, yönetmenliğini Hasan Doğan'ın üstlendiği, senaryosunu Murat Gürvardar’ın kaleme aldığı Oluversin Gari film serisinin ilk filmi “Aşk Oluversin Gari”, 6 Temmuz salı günü FOX izleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor. Başrolü paylaşan iki oyuncu uzun süredir arkadaş, hatta Aslıhan Malbora ilk oyuncu seçmesine Birand Tunca’yla birlikte gitmiş. Çekimleri Muğla’nın Milas ilçesinde yapılan filmin başrol oyuncuları Malbora ve Tunca ile konuştuk.
- Eğlenceli bir yapımla karşımızdasınız. Oluversin Gari’de babasının yapacağı otele karşı çıkan arkeolog Güney’i canlandırıyorsunuz. Karakterinizin detaylarını sizden dinleyebilir miyiz? Nasıl biri Güney?
Birand Tunca: Evet, en önemli yönü aktivist olması. Materyalist algıda olmayan, insanların önemsediği her şeyi bir kenara iten yapısı var. Anti popüler diyebilirim. İnsanlar yavaş yavaş büyük şehirleri neden terk ediyorlar? Neden bu kadar doğal olana özlem? Çünkü bugün yaşadığımız çoğu şey, özümüzde olmayan ihtiyaçlar bütünü. Güney’in de bu sıkışmış hayatta nefes aldığı yer toprak, arkeoloji. Öze dönüş çabası kısaca...
- Güney ile benzer yönleriniz var mı?
B.T: Çok fazla ortak yönlerimiz var. Kendi bakış açımdan beslendiğim bir yerdeyim. Şartlar ne olursa olsun uyum sağlayabilen bir yapım var. Güney de öyle.
- Siz de otel yapımına karşı çıkan köylü bir aktivisti, Derya’yı canlandırıyorsunuz. Nasıl biri Derya? Derya ile benzer yönleriniz var mı? Siz de doğa, çevre konularına duyarlı mısınızdır?
Aslıhan Malbora: Derya köydeki küçük dünyanın ötesine geçebilmiş yaşadığı yerdeki şartlara rağmen üniversite eğitimi almış, farkındalığı ve sosyal zekası oldukça yüksek bir kadın. Hayatının merkezi kız kardeşi. Bu yüzden üniversitedeki bölüm tercihini bile kendi istekleri doğrultusunda değil de kardeşinin ihtiyaçları doğrultunda yapmış. Kardeşi dışında diğer büyük derdi ise köydeki doğal güzellikleri korumak. Otel yapımına karsı çıkarken İkizdere tepkilerini duyumsuyordu. Derya ile ortak noktamız ise çevre ile ilgili olaylara duyarlı oluşumuz. Doğayla ilişkimizin oldukça bozulduğu şu zamanda ona karsı ekstra hassas ve nazik davranmaya özen göstermemiz gerekiyor. Paris anlaşması kapsamında emisyon kaynaklarını azaltıp küresel ısınmanın önüne geçmekle birlikte kuraklığı şiddetle duyumsadığımız, şu günlerde yer altı suları kullanımındaki hoyratlığı engellemeliyiz.
- Daha önceden tanışıyor muydunuz? Nasıl bir uyum yakaladınız?
B.T: Aslı çok yakın arkadaşım 5 senedir birbirimizi çok iyi tanırız. Çok da didişiriz (pardon Aslıhan). Çok istedik birlikte bir şey nasıl olur diye, kısmet bugündeymiş. Partnerlerin birbirine yaptığı egodan çok birbirimize “Nasıl daha iyi olabilir” diye danıştığımız; eleştiriye açık bir iletişimimiz var, çalışmaktan çok mutluyum anlayacağınız.
A.M: Birand benim bu sektördeki ilk arkadaşlarımdan. İlk auditionı (oyuncu seçme çekimi) onunla çekmiştim. Arkadaşınla çalısınca tabii ki de eğlencemiz eksik olmuyor sette. Fakat işin içine profesyonellik ve dostluk aynı anda girince ister istemez güzel tarafları olduğu kadar zorlayıcı tarafları da oluyor.
- Afyon doğumlusunuz. Ege şivesine aşina mısınız, zorladı mı sizi, nasıl çalıştınız?
A.M: Günlük hayatınızda şiveli konuşmuyorsanız eğer bunu sindirip refleks haline getirmek ister istemez zorlayıcı oluyor ve zaman alıyor. Fakat bir Ege ilinde doğup büyümemin katkısını almakla birlikte yöre halkıyla da yoğun diyaloglar kurmaya çalıştım. Toplumsal hayatta dil çok önemli. Farklı aksan ve şiveleri dinleyip onları yasamak oldukça keyifli.
Birand Tunca
ROLLER KLİŞELEŞMEYE BAŞLADI
- Kadınlara yazılan roller malumumuz. Senaryolarda güçlü kadın karakterler artmaya başladı. Peki siz erkeklere yazılan rollerden memnun musunuz?
Ataerkil bir toplumuz malum... Güçlü kadın rolleri veya güçlü erkek rolleri diye ayırmaktan yana değilim. Derinliği olan her rol benim için işlenmemiş altın niteliğinde. Ama gerek erkek gerek kadın rollerinde klişeleşmeye başladık diye düşünüyorum. Daha farklı konular veya daha ilgi çekici hikâyeler olabilir...
- Konservatuvardaki ilk yılınızda komedi yapamadığınızı, duvarlarınızın olduğunu anlatıyorsunuz. O duvarlar yıkılmış, fakat eğitimle birlikte yerine yenileri gelmiş. Neydi o duvarlar anlatır mısınız biraz?
Okuldan önce sadece yakışıklılığın üzerinden giden bir inanç sistemim vardı. Hocalarım bana sürekli Hamlet; Çehov’daki Treplev karakterini verirlerdi. Buna kapıldığım bir dönem oldu, hocalarıma parçalarımı Hamlet gibi oynamaya başlamıştım pozlar, pozlar...
İyi ki yaşadım ve oyunculuğun bundan ibaret olmadığını anladım; o kadar kendimle ilgileniyordum ki anı yaşamam yerine nasıl gözüktüğümle ilgiliydim. Ve bu beni andan koparıyordu. Bir gün kalktım Birand sen sürekli aynı rolleri oynayan, karaktere hep aynı bakanlardan mı olacaksın dedim ve attım kendimi sahneye. Herhalde okulumdaki arkadaşlarım o gün hiç eğlenmedikleri kadar eğlenmişlerdi.... Şunu anlıyorum sınırları kendimiz çıkıyoruz ne kadar sınırsız bir varlık olduğumuzu unutuyoruz. Kalıplarımız kırılmadan çok zor... O günden sonra amaçlarımdan biri yakışıklı+oyuncu yerine oyuncu+yakışıklı diye anılmak oldu.
‘BEN’ DEN ÖTEYE GEÇİP KARŞIMIZDAKİNE KULAK VERELİM
Aslıhan Malbora: Günümüzde ilişkilerin kısa sürmesi bence iletişim zayıflığından kaynaklanıyor. ‘Ben’den öteye geçip karsımızdaki insana kulak veremez olmuş durumdayız. Tartışmalar bu işin doğasında var halbuki ama bunu nasıl yönettiğiniz önemli. Güven ve saygı olmazsa olmaz söylemeye gerek yok elbet. Ve tabi ki hayatimizdeki insana özel alanını tanımak talep etmediği sürece müdahile etmemek ve olduğu gibi olmasına izin vermek, değiştirmeye çalışmamak.
Hepsi varsa bile hayatınızda aşk olmazsa eğer bir adim ötesine geçemezsiniz. Ana malzememiz budur bizimde.
- Oyunculuğun en çekilir ve çekilmez yanları neler sizce?
En sevdiğim beni de içine çekmesine sebep olan yani şahane bir oyun alanı olması. Olmak, oynamak.. Tek bir bedene pek çok hayat sığdırmak gibi geliyor oyunculuk bana. Mesleğinizi severek yapınca elbet olumsuz yönlerine toleransınız daha yüksek oluyor. Ama maalesef ki bu mesleğin negatif tarafı da pek çok meslektaşım tarafından deklare edilen çalışma saatleri...
- Malbora soyadı nereden geliyor, var mı bir öyküsü?
Aile büyüklerimizce konuşulan ve öyküsü milli mücadele yıllarına dayanan bir birleşik kelime olduğunu biliyorum. Bora (TDK: kısa ve sert esen rüzgâr) ile mülk servet anlamına gelen mal kelimesiyle oluşan birleşik kelime.
- Hayalperest biri olduğunuzu okudum. En son neyin hayalini kurdunuz? Gerçekleşti mi peki?
Hayalperest olmak beni ben yapan en büyük özelliklerimden biri. ‘Hayaller yıldızlar gibidir çoğu zaman ulaşılamazlarsa da doğru yolu gösterirler’ ifadesine inanırım. Hayal, üretimin önemli itici gücüdür. Bu nedenle hayallerimden hiç vazgeçmedim. Büyük bir mutluluk ve coşkuyla söylüyorum ki gerçeklesen en son hayalim 1 yıl önce en yakın arkadaşımla hayalini kurduğumuz markanın kuyruğuna gelmiş bulunmaktayız. Çok yakında satışlarına başlayacağımız bir kadın giyim markası.
- İçinde bulunduğunuz sektör güzelliğe dayalı. Kariyeriniz boyunca üstünüzde baskı hissettiğiniz oldu mu? Nasıl aştınız?
Baştan böyle algılansa da kalıcı olanın yetenek ve toplumla olan bağ olduğunu düşünüyorum. Çok şanslıyım ki çevrem kendimi çok güzel hissetmemi sağlayacak insanlarla dolu. Kendini seven, beğenen ve mutlu bir kadınım.