'Bilinçli' seçim: Faşizm

“Faşizm Kehanetleri”, George Orwell’in savaş anılarını siyaset ve edebiyat ilişkisi üzerinden değerlendirmek, bunun yanında yazarın dünya görüşünü keşfetmek için önemli bir kaynak.

Özkan Ali Bozdemir

George Orwell, 1936'da Franco rejimini devirmek ve mevcut sömürü düzenini sona erdirmek için gönüllü olarak katıldığı İspanya İç Savaşı’ndan büyük bir hüsranla döner. Savaş psikolojisi ya da yaşanan onca vahşetin etkisi bir yana, savaşı dışarıdan ve içeriden izleyen biri olarak kendini tümüyle aldatılmış hisseden Orwell’i hayal kırıklığına uğratan temel sebep, insanların bu sömürüye ve siyasal çöküntüye karşı tutundukları kayıtsız tavır olmuştu. Orwell boğazına isabet eden bir kurşun yüzünden ölümle burun buruna geldiği o anda bile dünyayı terk edecek olmanın üzüntüsünü yaşar fakat uğruna savaştığı halkın mücadelesi için kendini feda etmeyi göze alamaz ve İspanya’yı terk eder. Savaşta tanıklık ettiği olayları daha sonra Katalonya’ya Selam'da (çev. Jülide Ergüder, BGST Yayınları, 2011) detaylarıyla anlatan Orwell, sonraki yıllarda kaleme aldığı romanları ve deneme türündeki eleştiri yazılarında da savaşa karşı kayıtsız kalan insanların psikolojisini anlamaya ve anlatmaya devam eder. Balinanın Karnında (Sel Yayıncılık, 2015) adını verdiği kitabında da belirttiği gibi bu kayıtsız atmosferin oluşmasından, savaşın korkunç yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya koymayan yazarları ve gazetecileri sorumlu tutar. Paris sokaklarında bütün gün avarelik eden, toplumun meselelerine aldırış etmeyip yalnızca romanlarıyla meşgul olan Henry Miller da sorumludur bu durumdan, gözleri önünde tecavüze uğrayıp çarmıha gerilen rahibeleri haber yapmayan Daily Mail gazetesinin muhabirleri de.

İKTİDAR AÇLIĞI

Yeni yayımlanan Faşizm Kehanetleri, George Orwell’in savaş anılarını siyaset ve edebiyat ilişkisi üzerinden değerlendirmek, bunun yanında yazarın dünya görüşünü keşfetmek için önemli bir kaynak sunuyor bize. Kitap; faşizm ekseninde milliyetçilik ve vatanseverlik kavramları arasındaki farkları, proleter bir edebiyatın var olup olmadığını ve Hitler’in öngörülemeyen yükselişini neden-sonuç ilişkileri üzerinden ele alıyor. Yazar, çağımızın en büyük vebası olarak görülen faşizmi, toplumların ahlaki değerleri üzerinden tanımlamaya çalışıyor ve gerçek savaşın aslında kitlesel bir bilinçsizlikten doğduğuna dikkat çekiyor. 'Milliyetçilik Üzerine Notlar' adlı yazısında kavramsal olarak birbirine yakın duran vatanseverlik ile milliyetçilik sözcüklerinin özünde farklı iki düşünce biçimi olduğunu ve bu bilinç eksikliğinden dolayı her iki kavramın da içinin boşaltıldığını ifade ediyor Orwell. Vatanseverliği belirli bir yere ve yaşam biçimine bağlılık şeklinde özetleyen yazar, ırklar arasında bir kıyas yapmadan insanların yaşadığı yer ile kurduğu ilişki biçimini temel alıyor burada. Milliyetçiliği ise iktidar arzusuyla bir tutuyor ve milliyetçileri, seçtiği ulusa güç kazandırmak, mevcut iktidarı ayakta tutabilmek için çırpınan bir kesim olarak niteliyor. Tabii buradaki “milliyet” sözcüğü yalnızca ulus sempatizanı bir çoğunluğu temsil etmiyor. Katoliklik, Siyonizm, Troçkistlik, İslâm veya Antisemitizm gibi blokları da içine alan ve eninde sonunda iktidarın devrilmemesi için çaba gösteren bir çoğunluğa dikkat çekmek istiyor Orwell. Aynı yazıda milliyetçi düşüncenin başlıca özelliklerini saplantı, istikrarsızlık ve gerçeğe kayıtsızlık olarak tanımlayan yazar, milliyetçiliğin sağlam bir ideoloji temeli üzerinde durmadığını, global dünyanın siyasi ve ekonomik iklimlerine göre değişkenlik gösterdiğini açıkça vurguluyor. Bu düşünce biçimini tanımlamak için seçtiği üç başlık, gerçeğin üzerini örtmeye çalışan, savaşa karşı olduğunu belirttiği halde kayıtsız tavrıyla savaşın yanında yer alan pasifistleri çok iyi özetliyor aslında. Şöyle diyor Orwell: “Milliyetçilik, kendini aldatmayla karışık bir iktidar açlığıdır. Her milliyetçi dürüstlükten en aleni şekilde sapmaya muktedirdir ama aynı zamanda –kendinden büyük bir şeye hizmet ettiğinin bilincinde olduğundan- haklılığına sarsılmaz bir güven duyar.”

PROLETER EDEBYAT

Faşizm Kehanetleri’nde göze çarpan bir başka metin de Desmond Hawkins’in Orwell’le yaptığı 'Proleter Yazar' başlıklı söyleşi. 1940’ta BBC Home Service’te yayımlanan bu söyleşi, George Orwell’in siyasi düşünceleri ile edebiyatı arasındaki keskin benzerliği bütün hatlarıyla ortaya koyuyor. Özellikle savaş dönemi sırasında ve ilerleyen yıllarda ortaya atılan “Proleter Edebiyat” nitelemesini, bizdeki karşılığıyla Toplumcu-Gerçekçi Edebiyat’la ilişkilendirerek düşünebiliriz. Mevcut siyasi koşulları ve toplumların yaşadığı baskıları konu edinen bu edebiyat türü, belli başlı örnekler dışında çok da kabul edilmeyen ve varlığı oldukça kısa süren bir akım. Bizim edebiyatımız için de sıkça tartışılan ve zaman zaman gündeme getirilen bu yönelim, George Orwell’e göre proletarya için yazılmış ve proletarya tarafından okunan eserleri kapsamıyor. Zengin kesimin bakış açısına yer vermeyen, yalnızca işçi sınıfının yaşantısına, mücadelesine destek sağlamak amacıyla yazılan bu eserlerde bir devamlılık ve gerçek bir edebi lezzet söz konusu değil. Proleter edebiyat kavramına şüpheyle yaklaştığını belirten Orwell, proletaryanın egemen sınıf olmadan bağımsız bir edebiyat yaratabileceğine inanmadığını söyler. Orwell, Hawkins’in yönelttiği bir soru üzerine, D. H. Lawrence’ın Oğullar ve Sevgililer (çev. Nihal Yeğinobalı, İmge, 2011) romanını, öyle bilinmesine karşın, yine de proleter edebiyat türüne dahil etmediğini belirtir. Bu durum yazara göre bütünüyle eğitim meselesiyle ilgili. Lawrence’ın bir kömür madencisinin oğlu olduğunu ama aldığı orta sınıf eğitiminden dolayı işçi sınıfından uzaklaştığını ifade eden Orwell, profesyonel yazarların proleter yaşamdan habersiz olduğunu vurgular böylelikle. Tıpkı işçi sınıfı hakkında yazan Dickens’ın da işçilerin yaşamıyla ilgili yeterli bilgisi olmadığını söyleyerek işçi sınıfından yana olmak ve işçi sınıfı hakkında yazmak arasındaki farklılığa dikkat çeker.

Kitap boyunca faşizm kehanetlerinden detaylarıyla söz eden Orwell, elbette Hitler’i atlamaz ve bu canavarca vizyonu kabul ettirmeyi başaran diktatörün arkasındaki gizli güçleri ifşa eder. Konuyla ilgili, yazının başında da söz ettiğim gibi savaşın ve faşizmin en büyük tetikleyicisi olarak gözlerini kapayan ve gerçekleri toplumdan saklayan gizli destekçileri sorumlu tutan Orwell, Hitler’in yarattığı bu korkunç düzenin arkasında yine aynı sebeplerin olduğunu belirtir. Orwell’e göre sonunda Sosyalistleri ve Komünistleri ezebilecek birisini bulan ağır sanayicilerin kehaneti işe yarar ve sermayenin büyük desteğini alan Hitler günden güne güçlenir. Yalnızca sanayi devlerinin değil, medya patronlarının, ulusal gazetelerin, iktidar yandaşlarının ve kendini “milliyetçi” olarak gören kitlenin desteğiyle gerçek bir faşist düzenin kurulması sağlanır. Kişisel çıkarları için her şeyden vazgeçen bu çoğunluk, iktidar devam ettiği sürece sessiz kalmaya devam edecektir çünkü.

George Orwell’in yaklaşık yetmiş yıl önce öngördüğü bu tehlike, içinde bulunduğumuz dünyanın acımasızlığını açık şekilde işaret ediyor. Demek savaş veya faşizm düşünüldüğü gibi kehanet değil, sessiz çoğunluğun desteğiyle var olan bilinçli bir seçim.

Faşizm Kehanetleri / Sel Yayıncılık / Çeviren: Aylin Onacak / 118 s.

ozkanalibozdemir@hotmail.com