Bilime Aykırı Sömürü Düzeni
cumhuriyet.com.trSorunların çözümü için çağdaş dünyaya yaraşır demokratik yasal yöntemlerin tek çıkar yol olduğuna inanarak ulusumuzu uyarmak, bilgilendirmek tüm gerçek aydınların yaşamsal görevidir. Güçler ayrılığının korunması, özellikle yargının bağımsızlığı ilkesinin savunulması kurumsal ve bireysel güvencenin tek dayanağıdır.
Temel ilke olarak, “Bilimle inanç çatıştığında, bilimden yana olmak gerekir” yargısının benimsendiği “Aydınlanma Çağı” nı izleyen yıllarda hızla gelişen bilim ve teknoloji, tüm yerküreyi etkileyen boyutlara ulaştı, güncel deyimle küreselleşti. Bu gelişmeler sürecinde bilim adamları bilimsel kazanımlardan tüm insanlığın yararlanması amacını güderlerken çıkarcı yönetimler bütün kazanımları etkin konumdaki yandaşlarına yönlendirdiler. Ütopik sosyalistlerle başlayan ve onları izleyen bilimsel sosyalizmin öncüleriyle sürdürülen akılcı, bilimsel önerilere karşı koyan ve çıkarcı düzenden yana olan yönetimler, talan ekonomisinin uygulayıcıları oldular. Doğada var olan kaynak ve ürünler sonsuz olmadığından bu çılgınca tüketim tutkusu zamanla, paylaşımda da sorunlar oluşturarak, kaçınılmaz toplumsal bunalımlar yarattı.
Talan ekonomisi
Sömürücü talan ekonomisinin başladığı XVII. yüzyılda dünya nüfusunun 500 milyon kadar olduğu sanılıyor. O yıllarda tüm yerküre sömürüye açık ve kaynaklar sonsuz gibiydi. M. Beaud’nun “Kapitalizmin Tarihi” adlı eserinde yazdığına göre sadece XVII. yüzyılda Amerika’dan İspanya’ya 200 ton altın ve 18.000 ton gümüş taşınmış olması da yeni bulunan kıtayı yağmaya uğratan talan ekonomisinin gerçek yüzünün ne olduğunu daha o günlerden belirleyen bir kanıttır. İzleyen yıllarda gelişen “Endüstri Devrimi” ile hızla artan üretimi pazarlayabilmek için yeni sömürgeler edinmek ve sömürge halkını denetim altında tutmak için de güçlü ordular ve daha güçlü yeni silahlar gerekli oldu.
Çıkarları çatışan sömürücü güçlerin aralarında çıkan paylaşım sorunları iki büyük “Dünya Savaşı”nı tetikledi. Yaşadığımız dönemde nükleer silahların yarattığı denge etkisi yanında toprağı ele geçirmek ekonomiyi ele geçirmekten daha yüksek bedel gerektirdiğinden, artık savaş yoluyla talana, tek sömüren adına değil, güdümlü hale getirilen Birleşmiş Milletler ya da NATO gibi kuruluşlar aracı kılınarak başvurulmaktadır. Günümüzün sömürücü güçleri yerküre boyutunda politika ve ekonomiyi denetim altında tutan çokuluslu şirketlerden oluşmakta, amaçlarını da işbirlikçi yönetimleri kullanarak gerçekleştirmektedirler.
Bilim adamları ve çağdaş düşünceli aydınların sorunların çözümü için önerdikleri, “Doğa, insan, emek, üretim ve ürünlerin paylaşımında hakça uyum sağlanması gereklidir”, önerileri sömürenlerce göz ardı edilmektedir. Bu duyarsızlık nedeniyle 12 milyar insanın doyabileceği koşullarda 6.5 milyar dolayındaki dünya nüfusunun 800 milyondan fazlası açlık çekmekte, her yedi saniye içinde 10 yaş altındaki bir çocuk açlıktan ölmektedir. Birleşmiş Milletler Gıda Tarım Örgütü (FAO) açlığın giderilmesi için yılda otuz milyar doları yeterli bulduğu halde silahlanmaya bir trilyon dolardan fazla yatıran sömürücüler buna yanaşmamaktadırlar. Son günlerde, sömürücü zenginlerin L’Aquila toplantısında, talan ekonomisinin uygulayıcıları, aç kitleler için yılda ancak altı milyar dolar civarında bir yardımda bulunabileceklerini belirtmişler, yarattıkları bunalımın bedelini ödemeyi gene sömürülen yoksulların sırtına yüklemişlerdir.
Sömürücüler tüm yeryüzünde “İşbirlikçiler bul, yozlaştır ve sömür” ilkesini uygulamaktadırlar. Bunun sonucunda da dünyanın her yöresinde yolsuzluk ve yozlaşmanın geçerli olduğu ülkeler ne kadar yoksul ve borç içindeyseler, halktan kopuk işbirlikçi yöneticiler ve yandaşları o kadar lüks içinde yaşamakta, aç kitleler de öteki dünya mutluluğu ile aldatılmaktadır.
Dış güçlerin uydusu
Ülkemizde yaşanan toplumsal sorunları da dünyada yaşanan bunalımın bize yansıtılması olarak algılamak gerekir. Sömürücülerin amaçlarına uymayan ulusal devletleri yok etme isteklerinin gerçekleşmesi için üniter devlet yapımız yıkılmak istenmektedir. Direnmekte güçlüğe uğramamızın nedeni, Kurtuluş Savaşı’nı izleyen yıllarda bile ekonomik ve siyasal bağımsızlığını koruyan ülkemizin öngörüden yoksun yönetimlerce dış güçlerin uydusu haline getirilmesidir. Laik Cumhuriyet’in ilkelerinden sapıldığı için yakın zamanlara kadar kendi kendine yeterli uluslar arasındaki yerimizi kaybettiğimizden sömürücü dış güçler artık ulusal onurumuzla çelişen yaptırımları bile pervasızca dayatabilmektedirler. Yozlaştırılan eğitim nedeniyle beyinleri dogmalarla koşullandırılmış olarak yetişen ve olayları değerlendiremeyen kuşakların yönetimlerde etkin olmaya başlaması toplumsal çöküşümüzün ana kaynağıdır. Giderek baskı ve yasallığı tartışmalı yöntemlerle etkisizleştirilen yurtsever aydınların da suskunlaşması bu çöküşü daha da hızlandıracaktır.
Sorunların çözümü için çağdaş dünyaya yaraşır demokratik, yasal yöntemlerin tek çıkar yol olduğuna inanarak ulusumuzu uyarmak, bilgilendirmek tüm gerçek aydınların yaşamsal görevidir. Güçler ayrılığının korunması, özellikle yargının bağımsızlığı ilkesinin savunulması kurumsal ve bireysel güvencenin tek dayanağıdır. Bu nedenle büyük çoğunluğunun “Laik Cumhuriyet’in savunucuları olduğundan kuşku duyamayacağımız yargı mensuplarına güveni yıpratacak davranışlardan kaçınılması ve değerli hukukçularımızın ülkemizi “Her şeyin bedelinin ödendiği yasal toplum” haline getireceklerinden kuşku duyulmaması gerekir.
\t \t