'Beni en çok ülkemin yurttaşları yanılttı!'

Mustafa Mutlu'nun hepsi de iz bırakmış yazıları eşliğinde yurtta yoluna son sürat devam eden 'fetih' maratonunu an be an değerlendirdiği kitabı Maraton'da Sona Doğru! raflarda...

cumhuriyet.com.tr

Gazeteci yazar, bir yandan 'fikr-i takip'teki ustalığını sergilerken bir yandan da yazılarıyla hesaplaşıyor. 2012'den bakış ekleyerek okurları geçmiş ile bugün arasında ibretlik benzerliklerin ve bir o kadar ayrımların ayırdına vardırıyor bir kez daha. Mutlu'yla Maraton'da Sona Doğru! adlı kitabını konuştuk.

-Yazılarla hesaplaşma konusu... Siz nasıl hesaplaşıyorsunuz kitapta?

- Her yazı sadece tarihe not düşmekle kalmaz; bizde pek umursanmasa da (!) aynı zamanda yazarını bağlar' En azından dün 'ak' dediğinize, bugün 'kara' diyorsanız, aradaki bu farkın nedenini açıklamak zorunda bırakır. Ülkemizde öyle köşe yazarları biliyoruz ki; örneğin 12 Eylül darbesinin hemen arkasından yazdıkları yazılarda darbecilere alkış tuttular' Aradan 30 yıl geçtiğinde ise; hepsi bir gecede 'demokrat' olduklarını hatırlayıp, o darbecilerin yargılanmasını isteyen kampanyalara öncülük ettiler. Bu arkadaşlar; eski yazılarıyla hesaplaşmayı bırakın, okumaya bile cesaret edemezler' Çünkü kendilerindeki değişikliğe, kendileri bile inanamazlar. Ben hiçbir zaman böyle bir 'köşe yazarı' olmadım; istesem de olamam zaten' Bu yüzden eski yazılarımı sık sık okurum. Çünkü gazeteciliğin bir 'fikr-i takip mesleği' olduğuna inanırım. Bir gazeteci; haberine ya da yorumuna konu edindiği olayların yıllar içindeki seyrini de izlemelidir. Bu sadece gazetecilik görevi değil aynı zamanda halkın haber alma hakkının teslimidir. Örneğin yedi yıl önce bir yazı yazmışsınız ve diyelim ki 'Işık Evleri' konusunda başlatılan bir soruşturmayı işlemişsiniz' Sonra' Gündemin yoğunluğuna kapılıp gitmişsiniz ve olayı hem siz unutmuşsunuz; hem de kamuoyu' Ama arşiv unutmaz. Eğer gazeteci, sık sık arşive bakarsa ve yazdığı yazılara göz atarsa; yıllar önceki o yazının devamını getirme şansını da yakalar' Yani ortaya yeni haberler çıkarır'

Maraton'da Sona Doğru'yu yazmayı beş yıldır planlıyorum. Bu yüzden gündem oluşturan yazılarımı bir kenara ayırdım. Ayırmadıklarımı da ciddi bir arşiv taramasıyla tekrar gün ışığına çıkardım. Ve hepsinin peşine düştüm' Yani kitabın bir sayfasına Vatan gazetesinde diyelim ki yedi yıl önce yayımlanan bir yazımı koydum; hemen altındaki '2012'den Bakınca' bölümünde ise; anlatılan o şeylerin bugün ne durumda olduğunu anlatmaya çalıştım' Bunu yaparken çoğunlukla, 'Bakın hiçbir şey değişmemiş' de dedim, bazen de 'Ne kadar safmışım' diye ironiye vurdum işi' Örneğin bu ülkenin kolay kolay dönüştürülemeyeceğine inanmışım; ama gelinen noktada görüyorum ki ülke çoktan dönüşmeye başlamış' İşte; burada hem yazılarla hesaplaştım, hem de dönemle'

- 'Bu, bildiğimiz anlamda bir gazete yazıları toparlaması değil' diyorsunuz kitapta...

- Değil... Zaten, bu tür kitaplar, internetin sunduğu olanaklar yüzünden anlamını da yitirdi. Artık isteyen herkes, istediği yazıyı internetten bulup çıkarıyor. Oysa geçmişte kalan o yazıların yeniden yazılması, yorumlanması, izinin sürülmesi; hem yeni, hem de çok zor bir şey... Diyelim ki; bir tanıktan söz ediyorsunuz... İyi de adam, aradan geçen sürede kaybolmuş ya da ölmüş... Yani yeni bilgiye ulaşmak zorlaşmış... İşte bu yüzden bazen çok kısa bir 2012'den Bakınca bölümü için haftalarca çalışmak zorunda kaldığım oldu. Gelen ilk tepkilere bakılırsa; bu kitap, ülkemiz yayıncılığında yeni bir 'tür' yaratacak... Çünkü birçok köşe yazarı şimdiden, benzer kitaplar yazmak için kolları sıvadı. Yani artık yazarlar, okurlarının karşısına toplama yazılarla değil, 'hesaplaşılan yazılarla' çıkacak. Bu da sevindirici bir şey...

'Sakın bana 'çözüm ne?' diye sormayın'

- Zamanın durağan olmadığının nişanesi, yakın tarihe düşülen kayıtlardır da yazılar kuşkusuz. Sonra yerinde saymamanın, hep ileriye bakmanın; gezegenin ve homo sapiensin hali ahvali etrafında sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve sosyo-kültürel ilerleme veya gerilemenin olduğu anları tespit eden yazıcılar gibidir de gerçek gazetecinin durumu...Dolayısıyla gazeteci eskiden aslında her şeyden birazdı -sosyolog, psikolog, antropolog, ekonomist, siyasetçi- desem ve bir geçmişten bir 2012'den bakarak yanıtlamanızı rica etsem ne dersiniz? Eskiden neydi şimdi ne?

- Tabii, bu yıl meslekteki 30'uncu yılını dolduran bir gazeteci olarak, sanırım bu soruyu yanıtlama hakkına sahibim... Benim mesleğe başladığım yıllarda gazetecinin iki temel görevi vardı: Kamuoyunu yansıtmak ve kamuoyu oluşturmak...Kamuoyunu yansıtmak haberle, kamuoyu oluşturmak ise yorumla, yani köşe yazısıyla yapılırdı. Ama ülkemiz son 10 yılda öylesine büyük değişiklikler yaşadı ve siyasi iktidara muhalif olan aydınlar, hatta siyasetçiler öylesine sindirildi, susturuldu ki; gazeteciler bu iki görevi de yapamaz hale getirildi. Örneğin bugün Türk basınının yarısından fazlasında; iktidar aleyhine tek satır haber ve yoruma rastlayamaz hale getirildik... Toplum; bu 'kuşatma'yı kabul etmeyen ve hâlâ gazetecilik yapmaya çalışan habercilere ve özellikle yorumculara yeni ama mesleğin doğasına aykırı bir misyon daha yükledi: Liderlik etmek... Okur; gelebilecek baskılara aldırış etmeden eleştirilerini sıralayan, toplumun dikkatini çekmeye çalışan ve şimdilerde 'muhalif' diye sıfatlandırılan gazetecilerden; bir de 'çözüm önerisi' bekler hale geldi... Yani bir şeye 'yanlış' diyorsanız, çözüm önerisini de sunmak zorundasınız... Bununla da kalmıyor beklenti, sunduğunuz çözüm önerisi beğeniliyorsa, onu hayata geçirme görevini de size yüklüyor kamuoyu... Oysa bu 'uygulamacıların' yani siyasetçilerin, bürokratların işi... Bir gazetecinin kesinlikle böyle bir misyonu yok... Tam tersine; gazeteci, 'sorun tespit etmekten' yani ayna olmaktan uzaklaşıp, çözüm bulmaya ve onu hayata geçirmeye kalkıştığı oranda gazetecilikten uzaklaşıyor. Bu yüzden ben; son iki senede 40 küsur il ve ilçede verdiğim konferanslara hep, 'Ben size fotoğraf çekeceğim ama sakın bana 'İyi de çözüm ne Mustafa Bey?' diye sormayın' kaydıyla başladım... Eğer kendimi toplumsal sorunlara çözüm bulmaktan ve hayata geçirmekten sorumlu görseydim; o zaman mesleği bırakır, siyaset yapmaya başlardım. Haaa; bunu yapan meslektaşlara da sonsuz saygı duyuyorum. Tabii tek bir şartla... Örneğin milletvekili seçilmişlerse; gazeteciliği bırakacaklar... Hatta öyle bırakacaklar ki; milletvekillikleri bittiğinde bile tekrar gazetecilik yapmaya soyunmayacaklar. Çünkü siyaset kişiyi bir partiye ya da örgüte bağımlı kılar, gazetecilik yapmanın tek şartı ise bağımsız olmaktır.

- Geleceğe hayli dönük bir gazeteci olmayı anlatır mısınız? Ve yazılarınızda özellikle de kitabınızda bu yaklaşımın nasıl hayat bulduğunu?

- Hem alaylı hem de okullu bir gazeteciyim... Doğal olarak hem alaylı kültürünü, hem de okullu eğitimini aldım. İkisinden de öğrendiğim tek şey var: Bugün yaşadıklarımız sadece sonuçtur. Temelleri mutlaka aylar ya da yıllar önce atılmıştır. Bu bakış açısı; geçmişi benim için hep önemli kıldı... Örneğin Demokrat Parti dönemini bilmezseniz, bugün AKP iktidarını ve halktan aldığı desteği asla anlayamazsınız... Ben dünü unutmadan bugün yaşananları anlamaya ve gelecekte yaşayabileceklerimizi öngörmeye çalışıyorum... Ve o yüzden de 'hesaplaşma yazıları' yazarken hep 'Keşke yanılsaydım' demek zorunda kalıyorum. Bu özellik; elbette gazeteci olarak çok olumlu... Ama insan olarak çok zor! Çünkü başınıza geleceği görüyor ve 'Aman önlem alalım da bu süreci böyle yaşamayalım' diyorsunuz. Bu süreçte duyduğunuz tek şey, 'Sen de fazla abartıyorsun' oluyor... Ama günü geldiğinde korktuğunuz şeylerin bile bile lades halinde yaşanması çok zor geliyor. Bu toplumsal öngörüsüzlüğe ve aldırmazlığa üzülmekle geçiyor hayat!

'Ülkemin vakti tükeniyor!'

- Teslim olmadınız, olmazsınız... Sizi teslim alamazlar... Peki vaktiniz tükeniyor mu o zaman ne dersiniz?


- En kolay sorun bu Gamze... Gazeteci özel yaşamına dikkat ederse, gazetecilik meslek ilkelerine ve sorumluluklarına uygun bir hayat yaşarsa, kimseyle ahbap-çavuş ilişkisine girmezse, başkalarının değil de kendi vicdanının sesi olursa yani 'bağımsız ve bağlantısız' durabilmeyi becerebilirse, cemaat ya da camia adamı olarak değil de mesleki başarılarıyla yükselirse; teslim olmamayı da beceriyor... AKP'liler benim 'CHP'li bir yazar' olduğumu düşünürler ama bilmezler ki meslek hayatım boyunca bana en çok davayı CHP yöneticileri açtı! Gerçi hepsini kaybettiler ama durum bu... Gazeteci cemaatlerine de girmedim; kimsenin adamı olmadım. Ben 'yalnız' olmayı seçtim.

Ve en önemlisi; paraya, çıkara tahvil edilebilecek hiçbir ilişkiye girmedim. Yani 'temiz' kalmayı başardım. İşte bu yüzden; birilerinin tehdidine kulak asmayı gerektirecek bir açığım yok. Tükenen sadece 'benim vaktim' olursa; başımın üstünde yeri var... Ama bana göre ülkemin vakti tükeniyor ki; işte buna dayanamam... Bu yüzden var gücümle uyarmaya, gerçekleri anlatmaya çalışıyorum. Bizim halkımıza bazı sesler hâlâ 'kasap havası' gibi geliyor ama duydukları seslerin aslında 'alarm' olduğunu da birilerinin söylemesi gerekiyor.

- Yurdu seversiniz elbet bunu bilmeyen mi var, benim soracağım yurda, halka zaman zaman ne kadar kızdığınız... Meslektaşlarınıza gelince ise size göre çoğunun yatacak yeri yok biliyorum!

- Yurduma asla kızmam ama yurttaşıma kızarım! Benim yurtseverliğim 'milliyetçilik' anlamında bir yurt sevgisi değil... Evet bu ülkenin taşına, kuşuna, kültürüne, insanının sıcaklığına hayranım ama 'Nerelisin?' diyene 'Dünyalıyım' diyecek kadar da bir dünya vatandaşıyım. Ve yurttaşlarımın; hâlâ din ve etnik köken kıskacına takılıp sömürülmesinden büyük rahatsızlık duyuyorum. Sokağa çıktığımda benim çocukluğumun çağdaş insanlarının gittikçe azaldığını ve Doğulu bir ülkeye dönüştüğümüzü görünce de 'yurttaşlarıma' kızıyorum. Meslektaşlarıma daha fazla kızdığım da doğru bir saptama... Kızıyorum; çünkü en büyük ihanetin, 'aydın ihaneti' olduğuna inanıyorum. Bu ülkenin aydınları, gazetecileri; sırf iktidara yakın bir gazetede iş bulmak, iyi paralara program yapmak için gerçekleri söylemeyi sadece özel sohbetlere bırakıyorsa; bu 'aydın ihaneti'dir...

Emin olun bugün televizyonlarda iktidara methiye düzenlerin önemli bir bölümü, kapalı kapılar ardında benden çok daha muhalif saptamalarda bulunuyor... 'Çık kardeşim, bunları söyle' dediğinde ise; 'Bana mı kaldı vatanı kurtarmak, sen mi geçindireceksin beni?' diye yan çiziyorlar. İşte buna gerçekten çok ama çok kızıyorum.

- Kitabınız 'fikr-i takip' dolabı, yakın tarih evrak çekmecesi, özgürlüğü yiten mesleğin müze vitrini gibi desem...

- 'Keşke mesleğimin özgürlüğü hiç yitmeseydi de; bu kitap bir müze ürünü olmaktan kurtulsaydı' derim...

- İnternete neden müteşekkirsiniz?

- Her keşif gibi 'iyi amaçlar için kullanmak' koşuluyla müteşekkirim... Ben interneti ateşe benziyorum. Ateş olmasaydı; soğuktan donardık, aç kalırdık' Müthiş bir buluş tabii' Ama aynı ateş; kötü amaçlı kullanınca, 'kundaklamalara' neden oluyor'

'Milliyeçilerin çoğunlukta olduğunu sanırdım'

- Bu güzelim memleketi yönetmek ve bu memlekette yönetilmek ve ayakta kalabilmek, morali bozmamak en çok neden zordur sizce?

- Yine beni 'yurttaşlarıma' karşı kışkırtacak bir soru soruyorsun... Bu memleketin insanları, memleketlerini yönetmeyi başkalarına ihale edip bırakmayacak kadar çok sevselerdi; yönetilmesi de o kadar zor olmazdı... Bizde kimse sorumluluk almak istemiyor... Genellemelere karşı bir yazar olarak ne yazık ki genelleme yapma tuzağına düşeceğim ama 'gemisini kurtaran kaptan' zihniyeti bizde bu kadar geçerli olduğu sürece, insanlar memleket yönetmektense, gemilerini yönetmeyi tercih ediyor... Herkes kendi maddi geleceğini şekillendirmekle meşgul... İşi var mı; maaşı yetiyor mu, evine ekmek götürüyor mu; ondan mutlusu yok! Bu ülkede 20 milyona yakın öğrenci var ama şu 4+4+4 yasasını bilen 'veli' sayısı beş bin kişiyi geçmez... İşte bu 'memlekette' morali bozmamak, en çok bu yüzden zor!

- Türban ve hukuk konusunda 'Burnu üstüne çakılan ben oldum' diyorsunuz -ki bu konuda hiç de yalnız değilsiniz-... En çok hangi konuda yanıldınız?

- En çok, bu ülkenin yurttaşları konusunda yanıldım! Ben 'milliyetçi'lerin çoğunlukta olduğunu sanırdım; kendimi o tanıma bile sokmazdım... Atatürkçü sanırdım; Atatürkçülüğü klasik anlamıyla yetersiz bulurdum... Bugün bakıyorum; bu kavramları savunmak bile benim gibi düşünenlere kaldı.

- Gazeteci olarak sürprizlere ne kadar hazırlıklısınız?

- Öngörülerim sayesinde bugün yaşadıklarımızı yaşamaktan hep korktum ama doğrusunu söylemek gerekirse; örneğin Atatürk'ün fotoğraflarını çöpten toplayacak hale gelebileceğimizi ben bile tahmin edemedim! Bu yüzden de gelecek için çok fazla iyimser değilim! Dolayısıyla artık her sürprize (!) hazırım...

- 'Atatürk öğretmenleri 4+4+4 konusunda örgütlü bir direniş gösteremediler' diye yazdınız.

- Birkaç yüz duyarlı öğretmenin sokağa çıkıp, mücadele ettiğini biliyorum ama; bu ülkede yüz binlerce öğretmen var! Bırakın tepki göstermeyi; aralarından kaçı bu yeni sistemi dayatan yasayı okudu acaba?

- Yazılarında kesin ifadeler kullanmaktan kaçınır/kaçınıyor pek çok yazar... Siz ise tam aksi... 'Kesinlikle' kelimesini kullanmaktan imtina etmiyorsunuz sık sık... Mesela 'yeni' anayasa konusundaki 2012 görüşünüz de de çıkıyor karşımıza bu kelime...

- Bu anayasanın yetmediği ortada; tamam... Ama önemli olan, kimlerin, nasıl bir anayasa yapmak istediği? Zaten 'kimlerin' sorusunu sorduğunuzda, çıkacak yeni anayasadan korkmak için de haklı nedeniniz oluyor... Bu yüzden net olarak gördüğüm bir şeyi paylaşırken, 'kesinlikle' ve 'asla' gibi ifadeleri kullanmaktan çekinmem' Görünen köy kılavuz istemez ki!

- Burada da dillendirelim; Fethullahçılara 'en çok neden' cemaat değil tarikat diyorsunuz bu bir; 'en çok neden' Sezar'ın hakkı Sezar'a diyorsunuz bu iki ve sizce 'en çok ne anlamda' örnek alınasıdırlar bu da üç?

- Cemaat camide olur; Fethullah Gülenciler ise bir tarikat örgütlenmesidir bu bir... Sezar'ın hakkının çok yenildiğini düşünüyor olmalıyım; bu iki... Örgütlenme ve dayanışma anlamında örnek alınabilirler; bu da üç!

- Hükümet 'lokomotifliğinde' içte ve dışta envai çeşit misyonerlik faaliyeti cirit atıyor! Türkiye'nin misyonerlikle arası nasıl sizce?


- O taraklarda hiç bezi olmayan bir gazeteci olarak ben bile rahat söyleyebilirim ki; bir 'misyon hareketi'nin parçası olmayan çok az insan kalmış bu memlekette! Ne demek istediğimi fotoğraflı olarak göstermek istersen; bu yıl 10'uncusu yapılan Türkçe Olimpiyatları'nın Türk Telekom Arena'daki kapanışından bir fotoğraf koyabilirsin bu sorunun altına...

gamzeakdemircumhuriyet.com.tr

Maraton'da Sona Doğru!/ Mustafa Mutlu/ Etik Yayınları/ 448 s.