Ben iki uçurumun arasında büyüdüm
Didem Soydan'ı tanıyor musunuz ya da nasıl biliyorsunuz? Bir derginin kapağındaki çıplak kadın olarak mı? Podyumlardaki nefes kesen, benzeri olmayan tavrı ve duruşuyla mı? Belki hepsi, belki değil ama onun hayalleri başka. Fakirlikle zenginlik arasındaki uçurumda büyümüş Soydan, Kosova Savaşı'nın acısını taşıyor bir yandan. Şiddete, ölüme, tecavüzlere, kaçakçılığın her türlüsüne şahit.
cumhuriyet.com.trDidem Soydan, narin fiziği ile hemen dikkat çekiyor. Uzun zamadır pek çok yerde o var. Bir dergiye çıplak kapak olduktan sonra daha da bir görünür oldu. İşin tuhafı çıplak verdiği ilk poz da değil bu. O da şaşkın! Bedeniyle toplum arasına şıkışan kadınlığa inat, “elbise giymek gibidir soyunmak” diyor. Soydan moda dünyasının en çok tercih ettiği isim. Ama çok başka da bir hikâyesi ve hayalleri var.
Podyumları başka bir dünyadan ziyarete gelmiş gibi dolduruyor. Ama sokakta onu tanımanız zor, Soydan alçakgönüllülük edip; “fotoğraftaki Didem ile yoldaki aynı değil. Ben fotoğraftakinden çirkinim! Ben modelim, o modele, o duruma giriyorum. Sokakta tanınmıyorum, bu bir şikayet değil bu büyük bir avantaj” dese de onun sırrı olabildiğince sıradan, olabildiğince rahat ve kendi olmasında. Belki de o yüzden hâlâ menajer, basın danışmanı ve ajans kullanmıyor. Yalnızca iyi bir avukatı var! Elbette bu kadar da değil, Didem Soydan'ın dünyasını bir de bu röportajdan okuyun. Belki görünen ile gerçek arasında bir ortaklık yakalarsınız!
- “GQ”ya kapak olduktan sonra daha bir görünür oldunuz, her yerde sizden bahsettiler. Teklifler de artmıştır tabii. Sonra da televizyon programınız geldi. “Çıplaklık” bu kadar eder mi?
Çıplaklık hâlâ büyük tabu. Bir de insanlar bu sarışın yabancı görünümlü kızın Türk olup da aslında yıllardır bu işi yaptığını öğrenince şaşırdılar. İşin tuhaf kısmı ilk kez de çıplak değildim, öncesinde de çok kez oldu. Öğrenemediğimiz ve öğrenemeyeceğimiz şeyler var; o da kadının bedeniyle olan ilişkisi. Bu yalnızca girdiğim rollerden biriydi. Elbise giymek gibidir soyunmak. Tabii annem bile bu işi yaptığıma hâlâ inanamıyor, çünkü normal hayatta çok utangacım. Bir şalter var işimi yaparken, o iniyor ve işimi yapıyorum. Elbette bu fırtına bana yaradı, sonra da bir televizyon kanalında “Bu Çok Moda” isimli bir program yapmaya başladım.
- Menajer, ajans, basın danışmanı... Bunların hiçbiri hâlâ yok sanırım hayatınızda?
Ajans ve menajer kullanmadım. Belki de bu yüzden geç tanındım ama rahatsız hiç eğilim. Ben her şeyi, kendimi, kendi ellerimle inşa ettim. “Didem Soydan” benim projem. Bu durum ne kadar sağlıklı bilemiyorum tabii. Şimdi ise yalnızca çok sağlam bir avukatım var! Bir de ben çok değişiyorum, tanınmıyorum.
- Nasıl?
Fotoğraftaki Didem ile yoldaki aynı değil. Ben fotoğraftakinden çirkinim! GQ'dan sonra “sen nasıl metroya bineceksin?” dediklerinde çok rahattım bu yüzden. Ben modelim, o modele, o duruma giriyorum. Sokakta tanınmıyorum, bu bir şikayet değil bu büyük bir avantaj.
-Televizyon arttıkça bu görünmezlik zırhınız delinecektir.
Yedi aydır oyunculuk eğitimi alıyorum. Derdim fotoğrafta daha iyi ifade vermek. Modellik de bir tür oyunculuk. Oyuncu olmam demiyorum, istiyorum da. Dizi teklifleri de geliyor. Ben lise yıllarımdan beri Beyoğlu'ndayım. Şu aralar iş tempom çok hızlandı. Hayatımda ne eksilen ne da artan oldu. Henüz şöhretin içinde değilim, ünlü hiç değilim. Bu işi bilenler, modayla ilgilenenler için en iyi isimim ama dışarısı için uzağım.
-Oyunculukta sizi çeken ne?
Ben ayna karşısında işim için o kadar uğraşıyorum ki, her fotoğrafın üzerine bir şey koymak istiyorum. Bunları aşmaya çalıştıkça rol çalışıyorum aslında.
-Oyunculuk ya da televizyon istemenizin altında kendi hayatınızı anlatmak gibi dertleriniz de var sanırım?
Kamera arkasını istiyorum. Kosova Savaşı'nda ailem pek çok kaçak Kosovalıyı evinde barındırmıştı. Savaşa şahit oldum, 11 yaşındaydım. Ailemizde de çok acı yaşadı. Bunların hikâyeleri elimde, zihnimde... Mesela açlıktan mide kanaması geçirip ülser olan şimdi de parası olduğu halde keyifle yemek yiyemeyen bir büyükbabam var. Sonra 18 yaşında İstanbul'a gelip Kapalıçarşı'da döviz kaçakçılığı yapmış bir de babam. Hatta bir fotoğrafı var aslında çok zayıf bir adam ama şişmiş elbisesi. Meğerse içi kaçak döviz doluymuş!
-Bunları herkes bilmeli mi?
Hayır ama onların anısına bir şey yapmak istiyorum. Bu hikâyelerin belki de birazı bilinmeli. Kanı kaynayan insanların hikâyeleri boldur, çünkü susmazlar, karışıktır hep işleri. Ben de ailemden hiç uzak kalmadım ve onlarla büyüdüm. Ailem, kahramanlarım ve onların hikâyelerini anlatmak istiyorum. Elbette şu anda bu ülkede çok acı var, çok saçma şeyler oluyor. Tepki verenlerin başına neler geldiğini biliyoruz ama tepki veriyor olmak yaşıyor olduğumuzun kanıtı. Tabii seslerini çıkartıp hayatını karartanlarla dolu etrafımız, bu yüzden korkanları da anlıyorum. Derin bir cehennemde yaşıyoruz.
Gazi Mahallesi’ni de biliyorum...
-Geç başladınız mankenliğe, özel bir nedeni var mı?
Evet, 22 yaşında başladım. Dünyada bu yaş 14 aslında. Tabii ailem beni 14 yaşında modelliğe yollamazdı. Her anlamda ağır baskılar yaşıyor bu ülke. Ben ise hem yavaş hem de hızlı yol katettim. Bir de “modellik” pek çok şeyinizi kısıtlayan bir üniforma dikiyor üstünüze.
- Mesela?
Hayatla ilgili kavgamı, siyasi görüşlerimi dile getirdiğimde eleştiriler alıyorum ve “işimi yapmam gerektiği” söyleniyor. Evet, bu ülkenin zihniyeti bu ama nereye kadar böyle gidebiliriz ki? Neler olup bittiğini görmüyor muyuz? Riyakârlık büyük tehlike. Biz Arnavutuz, hâlâ sofrada eksik varken yemeğe başlamayız. Anne tarafım memur, baba tarafım göreceli olarak daha iyi durumdaymış ilk zamanlarda. Ve ben iki uçurumun arasında büyüdüm. Bu da farklı bir zihniyet oluşturdu. Benim korkum insanların başına gelenler ve sonrasındaki bu tepkisizlikleri. En çabuk ilerleyip en hızlı gerileyen ülkeler sırasındayız. “Yaptığınla kal”, “işini yap”, “gerisine karışma”. Yok böyle bir hayat! Büyükbabam Gazi Mahallesi'nde öğretmendi, insanların nasıl ambulanssız, eğitimsiz, yoksul bırakıldığını gördüm. Neden isyan ettiklerini ama medyaya nasıl yansıtıldığını da...