Baykal, Cübbeli Hoca görüşmesini anlattı

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ''Cübbeli Ahmet Hoca'yı telefonla aradığı'' iddiasına ilişkin olarak, Türkiye'nin gerilimli tartışmalar yaşadığı bir ortamda bu konuya gösterilen ilginin düşündürücü ve ibretlik bir yaklaşım olduğunu söyledi.

cumhuriyet.com.tr

Baykal, CNN Türk'de canlı yayınlanan ''Ankara Kulisi'' programına katılarak gündemdeki konulara ilişkin soruları yanıtladı.

''Cübbeli Ahmet Hoca'yı telefonla aradığı'' iddiasına ilişkin olarak, böyle bir telefon görüşmesini kendisinin gündeme getirmediğine de dikkati çeken Baykal, kamuoyunda tanınan ve sağlık problemiyle karşılaşan bir kişiye ''geçmiş olsun telefonu'' etmiş olsa bile bunun çok büyük bir heyecan yaratmasına anlam veremediğini söyledi.

"Yaradılanı severim yaradandan ötürü'' diyenlerin böyle bir telefon görüşmesine gösterdikleri yaklaşımı anlamanın da mümkün olmadığını ifade eden Baykal, ''Siyasi tartışmalarla, dünya görüşü farklılıklarıyla insani ilgileri ayırmamız gerekir'' dedi. Baykal, şöyle konuştu:
''Aylar önce bir gün bir eski milletvekili geçen dönemki AKP'li bir milletvekili akşam beni evimden aradı ve hal hatır sordu. Memleket meseleleri hakkındaki düşüncelerini ifade etti. Zaman zaman beni arayan bir insan. Konuşmanın bir noktasında dedi ki 'Bakın şimdi yanımda Cübbeli Ahmet Hoca var. Kendisi bir kalp operasyonu geçirdi, bir geçmiş olsun demez misiniz kendisine?' dedi. 'Gayet tabii, niye demeyeyim' dedim. Verdi telefonu 'geçmiş olsun' dedim. Teşekkür etti o da. 'Bunlar artık günümüzde yaygın ve güvenli uygulamalar haline geldi' dedim. 'Sağlığınızı tam kazanmış olduğunuzu umut ediyorum. Allah'tan sağlık afiyet diliyorum' dedim. Kapattık. Şimdi aylar geçti, bunu kim çıkardı? 'Ben böyle bir telefon görüşmesi yaptım' diye ne siyasi ne bir başka amaçla ifade etme gereğini duydum.''

Baykal, bu telefon görüşmesine gösterilen ilginin şaşırtıcı olduğunu vurgulayarak, ''Ben bunu olağanüstü bir olay olarak algılamadım, çok doğal bir şeydi. Bunu herkesin anlayışla ve doğal karşılaması lazım. Ben sadece ona değil Türkiye'de siyasi tartışmalar içinde adı geçen pek çok insan vardır, kim olursa olsun bir yerde karşılaştığım zaman hiç tereddüt etmeden insani ilişkileri, selamı sabahı eksik etmeyiz'' diye konuştu.

Arınç'ın bu görüşmeyi bir suç gibi, yadırgayarak ifade ettiğini ileri süren Baykal, asıl meselenin bunu yadırgayan zihniyet olduğunu savundu.

Baykal, ''Örneğin Fethullah Gülen Hoca, onunla karşılaşsanız tavrınız ne olur?'' sorusuna da ''Hiç şüphe yok gayet insani bir şekilde selamlaşırız, hal hatır sorarız'' karşılığını verdi.


''Peygamber referansı inanan herkesi rencide etmiştir"


Baykal, bir başka soruyu yanıtlarken de TBMM'de yaşanan gerginliğin bireysel olmanın ötesinde partisel bir çatışmaya dönüştüğünü, bunun üzüntü verici ve Türkiye'ye yakışmayan bir durum olduğunu söyledi.

Olayların temelinde yatan ilk yanlışın iktidar partisine mensup bir siyaset adamının günlük, siyasi tartışmaların içinde yer alan bir siyasetçi için ''peygamber benzetmesi yapması'' olduğunu ifade eden Baykal, ''Peygamber referansını kullanma ihtiyacını hissetmesi inanan herkesi rencide etmiştir'' dedi. Böyle bir benzetme yapmayı ''haddini bilmezliğin, ölçüsüzlüğün daniskası'' olarak niteleyen Baykal, partisinin bu sözü söyleyen kişiyi sözlerinin ardından taltif ettiğini bunun da yanlış bir yaklaşım olduğunu savundu.

Bir muhalefet milletvekilinin bu söze referans yaparak gündelik konularda eleştirilerde bulunmasına gösterilen toplu tepkiyi anlamanın güç olduğunu da belirten Baykal, yaşananları yakışıksız olarak değerlendirdi. Baykal, şöyle devam etti:
''Tabii olayın altında Başbakan'ın eşinin GATA'ya girmesi konusunda bir uyarının dile getirilmiş olması rahatsızlık verici bir konu. Ama bu rahatsızlık verici konuyu olaydan bu kadar sonra Başbakan'ın eşinden bahsederek, olaydan bahsederek bir vesileyle gündeme getirmiş olması siyasetin artık temel meselelerden çıkıp tekrar partilerin kendi siyasi cephaneliklerine yöneleceğini, alışılmış silahların tekrar gündeme sokulacağı, bunun göze alındığı, tercih edildiği gibi bir gözlem yapmamıza fırsat verdi. Bu da yakışık almadı, bu da bir başka yanlıştır. Bunun sonucunda gördüğümüz Türkiye'yi Kore, Tayvan meclislerine benzeten görüntüler ortaya çıkmıştır. Çok üzüntü verici.''


''Başbakan Yardımcısı'nın Güldal Mumcu'dan özür dilemesi ihtiyacı vardır"


Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu arasındaki olayı da değerlendiren Baykal, sözü geçen odanın mahrem bir yer olduğunu buraya davetsiz, izinsiz girmenin kabul edilemeyeceğini söyledi. Odanın Başkanvekilince kürsüye hazırlanmak ve kıyafet değiştirmek için de kullanıldığını ifade eden Baykal, ''Bir hanımefendinin odası, oraya giriyor. Selamsız, sabahsız, izinsiz, ruhsatsız. O girmeye bazıları 'basma' diyor. 'Ben tek başıma mı basarım'... Bir hanımefendiye yetmiyorsun da bir kaç kişiyle mi basacaksın. Ne biçim laf? Basmak girenlerin sayısıyla tarif edilecek bir iş değil. Üslubunla ölçülecek ve bu üslup o'' diye konuştu.

İşin nezaket yönünün ötesinde Mumcu'nun TBMM'yi temsil etmesi bakımından da önemli olduğuna işaret eden Baykal, Arınç'ın Mumcu'ya müdahaleye hakkı bulunmadığını söyledi.
Arınç'ın CHP İstanbul milletvekili Çetin Soysal'ın genel kuruldaki eleştirilerine sinirlenerek tepkisini Meclis Bakanvekili Mumcu'ya gösterdiğini ileri süren Baykal, Soysal'ın sarhoş olduğu yönündeki iddiaları da iftira olarak nitelendirdi. Soysal'ın uzun süredir kilo vermek için mücadele ettiğini ve içki tüketmediğini anlatan Baykal, ayrıca kimsenin böyle bir hesap sormaya hakkı olmadığını kaydetti. Baykal, bunun altında yatan zihniyetin ''siyasi saygısızlık ve haddini bilmezlik'' olduğunu ileri sürdü.

Baykal, ''Ciddi bir ortamda bu duygusal gerilimi derhal ortadan kaldırmak ve açıkça Başbakan Yardımcısının Güldal Mumcu'dan özür dilemesi ihtiyacı vardır. Meclis Başkanı'na saygısızlık yapılmıştır, bir hanımefendiye yanlış yapılmıştır. Kadın olması bu tür sindirme, baskı yapma, erkeklik taslama hakkını mı onlara verdiğini düşünüyorlar? Özür dilenmelidir'' diye konuştu.


''Siyasi amaçlarla gerilime sokmak yanlıştır"

Baykal, Başbakan Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın başı örtülü olduğu gerekçesiyle GATA'ya alınmamış olması konusuna ilişkin olarak olarak da ''Mesela o sırada Başbakan oradaki bir doktorun Nejat Uygur'un eşine söylediği o sözü ciddiye alıp temasını, ziyaretini erteleyeceğine açıp telefonu deseydi ki GATA komutanına ya da kuvvet komutanına ya da genelkurmay başkanına 'Böyle bir şey var. Bu yakışmaz. Eşim ziyaret edecek, bunda nasıl bir sakınca var?' dese belki de 'rica ederim buyurun' diyeceklerdi ve bu ziyaret yapılacaktı'' şeklinde konuştu. Önemli olanın iyi niyet, kamplaşma yaratmamak olduğunu vurgulayan Baykal, ''Ama 'vay o zaman öyle oldu, bu zaman böyle oldu' diye siyasi amaçlarla bir gerilime sokmak yanlıştır'' dedi.


EMASYA Protokolü

Baykal, EMASYA Protokolünün kaldırılmasına ilişkin olarak da protokolün sivil otoritenin üstünlüğünü tehdit eden bir tehlike gibi sunulmak istendiğini, ancak böyle bir niteliğinin bulunmadığını söyledi. Uygulamasında da böyle bir durumun ortaya çıkmadığını kaydeden Baykal, protokol hakkında bilgi verdi. Baykal, ''Bu bir yönetim takdiri. İnşallah Türkiye'nin önüne içerde büyük toplumsal sorunlar, sıkıntılar çıkmaz da bir boşluk tablosu kendisini göstermez. Yani Sivas'ta (Madımak Oteli olayı) olduğu gibi bir tablo olmaz. Olmazsa hiç mesele yok, bu iş bitmiştir'' dedi.

Baykal, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi etrafında da bir ajitasyon yaratılmaya çalıştığını ifade ederek, bunun da zaten sürekli değişen, hükümetin yönlendirdiği bir olay olduğunu savundu.

Bir soru üzerine, ülkeyi yönetenlerin ciddi olmak zorunda olduğunu ifade eden Baykal, ''Demagoji ile bu işler olmaz. Bu ülkenin PKK diye bir sorunu var. Türkiye'de barışa, anayasal düzenin işlerliğine, hukukun üstünlüğüne, ulusal egemenliğe, devletin kamu düzeninin işletilmesine yönelik bir tehdit bulunmadığı söylenebilir mi şu anda? Bu açık bir gerçek. Aksi şaşkınlıktır, gerçeklerden kopukluktur'' dedi.

''Ülkeyi yönetenler, ülkenin sorunları, tehditler konusunda havai bir yaklaşım içindeler'' diyen Baykal, iktidarın terör ve PKK sorununu hiç bir zaman gereken ciddiyetle ele almadığını savundu.

Tekel işçilerine destek amacıyla bugün yapılan iş bırakma eylemi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuya ilişkin değerlendirmelerine yönelik görüşlerinin sorulması üzerine Baykal, ''İktidarın bu konuda büyük bir yanlış içerisinde olduğunu'' öne sürdü.
İktidarın, bu konuyu büyük bir anlayışla, iyi niyetle, kolaylıkla çözebileceği halde giderek çığrından çıkmasına katkı yaptığını savunan Baykal, şöyle konuştu:
''Tekel işçisinin geldiği noktada teslim alma, tutsak alma, 'pes' dedirtme, yıldırma gayreti içine giriliyor. 'Bu karda kışta bir ay daha buralarda sürünün. Bu arada borçlarınız, maddi ihtiyaçlarınız sizi sıkıştırmaya başlasın, yavaş yavaş çözülün, sağlık sorunları çıksın' deniliyor. Bu yakışmaz bir devlete, bir sosyal devlete, toplumuna karşı saygısı, sevgisi olan iktidara yakışan bir tavır değil. Burada anlaşılmayan mesele şu, herkes zannediyor ki ortada bir para pazarlığı yapılıyor. Üç kuruş, beş kuruş... Hayır, ortada bir hak pazarlığı var. İşçiler diyor ki, 'Biz çalışıyorduk, biz Tekel işçileri idik, bizim çalıştığımız kurumu siz özelleştirdiniz, kapattınız, elden çıkardınız. Bizi de serfler gibi çiftlikle beraber orada çalışan köylüleri satan Ortaçağ anlayışının parçası gibi kendi kaderimize teslim ettiniz' Böyle bir şey olmaz sosyal devlette.''

Tekel işçilerinin ''yanlış özelleştirme politikasının kurbanı'' olduğunu savunan Baykal, ''(Efendim yan gelip yatıyorsun, yetimin hakkını yedirmem) diyor. Sen yetimin hakkını devlet fabrikasını 292 milyona satıp, dışarı 900 milyona verilmesini seyrederken yedirmedin mi? Sen Telekom'u taksit taksit yıllık karıyla ödenebilir şartlar altında Hariri'ye satarken yedirmedin mi? Sen 750 milyon dolar krediyi devletin bankalarından alıp oğlunun başında bulunduğu şirkete verip onlara gazete ve televizyon aldırırken yetimin hakkını yemedin mi? Şimdi işçilerin hakkını ödemeye, onları mesleki güvence içinde çalıştırmaya gelince mi bu oldu?'' diye konuştu.

İnsanların kendi maruz kaldığı haksızlığı Tekel işçilerinin mücadelesinde görmeye başladığını ifade eden Baykal, ''Bunu Başbakan ne büyütüyor? Bu kışı geçerlerse onlar, bunun altında kalır Başbakan. Onun için dedim, (seni asker değil Tekel işçileri götürecek)'' dedi.

''Başbakan buna bir de bakkalları ekledi, durduk yere çıktı bu'' diye konuşan Baykal, şöyle devam etti:
''(Sizin döneminiz bitti, kapanacaksınız) diyor. Müjdeyi veriyor. 'Süpermarket olun' diyor. Nerede yaşıyor Sayın Başbakan? O bakkalların şartlarını, sorunlarını, güçlüklerini biliyor mu? Kafasında öyle yanlış bir ekonomik tablo var ki gerçekçi değil. Bugün dünyanın en ileri ülkelerinde bakkallar yani küçük esnaf ekonominin can damarını oluşturuyor. İtalya'da, Fransa'da öyle. Onları çağın şartlarına göre destekleyerek ayakta tutmak lazım. Yapılması gereken bu. Bizimkiler modernleşmeyi çok yanlış anlayarak çok tehlikeli işler yapıyorlar.''


Anayasa değişikliğine yönelik tartışmalar

Baykal, bir başka soru üzerine Anayasa değişikliğine ilişkin tartışmaları değerlendirdi.Bazılarının, hiçbir şey bilmeden 'Anayasa değişsin' dediğini, onların bir kenara bırakılması gerektiğini belirten Baykal, ''Fakat çoğu çevre, bilinçli iş çevreleri, siyaset çevreleri anayasa değişikliğini ciddiyetle talep ediyor. Talep ederken her birinin kafasının arkasında kendisine göre bir proje var'' diye konuştu.

''Biz de ''ah Türkiye'de bir fırsatını bulsak da şu düşündüğümüz Anayasa'yı hayata geçirebilsek' diyoruz'' diyen Baykal, şunları kaydetti:
''Bugün parlamentoda bir çoğunluk var. Seçime bir yıla yakın bir süre kalmış. Arkasında beş yıllık başka bir iktidar dönemi var. Bu parlamento çoğunluğu Anayasa ile çok temel konularda ihtilaf haline girmiş. Bir başka parti var, Anayasa'nın ulusal bütünlüğü ile ilgili konularda ihtilaf haline girmiş, kapatılmış. Böyle bir ortamda herkesin kendine göre anayasa projesi var. Bazıları kendini güvence altına almaya yönelik, kendi tartışmalı, azınlıktaki dünya görüşünü anayasa yoluyla Türkiye'ye dayatmaya yönelik. Böyle bir tablo içinde artık açıklık kazanmıştır ki bence Anayasa'dan önce Türkiye'de parlamento değişecek. Düşünün, dünkü manzaraların yaşandığı bir parlamento ülkenin önündeki 40-50 yılına yön verecek bir Anayasa'yı yapma hakkını teslim edeceğiniz bir parlamento mudur? Dünkü manzaraları gördünüz.''

TBMM'de 608 dokunulmazlık fezlekesi bulunduğuna dikkati çeken Baykal, ''Anayasayı değiştirmek isteyen AKP'liler ne bekliyor? 'Değiştirelim de yargıyı kontrol altına alalım' diyorlar. 'Anayasa Mahkemesini biz tayin edelim'. Anayasa Mahkemesi gerektiğinde seni Yüce Divan'da yargılayacak. Yeni bir dönem şekilleniyor. Bu yeni dönemdeki yargı sürecine şimdi senin atayacağın hakimlerle oluşturmana göz yummanın kabul edilebilir bir tarafı var mı? Dünyada, Türkiye'deki gibi bir dokunulmazlık uygulaması hangi demokraside var? Ne olacak? 'Ben değiştireyim' böyle bir şey olmaz. Olması gereken önce parlamentoyu yenilemektir. Daha sonra yeni parlamento anayasa değişikliği konusunu gündeme almalıdır'' diye konuştu.


''Önümüzdeki seçim ülke için yaşamsal..."

Baykal, referandum sürecine ilişkin yapılmak istenen değişiklikleri de değerlendirirken, ''Ne zaman? Anayasa Mahkemesi, AKP'nin çok önem verdiği bir yasayı iptal ettikten sonra. Yargıtay'a sonunda büyük tartışmaların ardından atamaların yapıldığı ortamda'' dedi.

Referandum süresinin 120 günden 60 güne düşürülmesinin planlandığını anımsatan Baykal, ''Daha komisyonda, genel kurula gelmedi. Bu kararları aldıktan sonra bunlar önce tetiği çekiyorlar ondan sonra hedefe bakıyorlar. Duygusal bir şekilde harekete geçtiler ama sonra yavaş yavaş bu işin ciddiyetini görmeye başladılar. Referanduma götürürsün o referandum ondan sonra öyle bir sonuç verir ki götürdüğüne götüreceğine pişman olursun. Referanduma gidecek olursa milletin özlediği erken seçim fırsatı haline gelir. onu çok iyi kullanabilir. Yavaş yavaş bunu görmeye başladılar'' diye konuştu.

Türkiye'nin önündeki seçimin yaşamsal özellikte olduğunu vurgulayan Baykal, bu seçimle ülkenin yeni bir başlangıç hakkı elde edebileceğini söyledi. Ülkenin içinde bulunduğu durumun devam etmesinin büyük sıkıntıları neden olabileceğini anlatan Baykal, şu görüşleri dile getirdi:

''Millet de bunu kavradı. Araştırmalar bunu doğruluyor. Bir değişimin eşiğindeyiz. Böyle bir noktada CHP olarak bize de özel bir sorumluluk düştüğü kanısındayız. Böyle bir sıkıntılı ortamda Türkiye'yi sahiplenmek, derlemek, toparlamak... Bunun bilinci, sorumluluğu içindeyiz. Bunun için iki şey yapacağız. Kendimizi etkin, dinamik bir parti yönetimine kavuşturacak tüzük değişikliğimiz var, onu uygulamaya koyacağız. Böylece daha esnek, daha bağımsız uygulama yapabilecek parti kimliği ve bütünlüğü içinde bir dinamik çalışma ortamını sağlayacağız. Anlık, dakika, süratli, sorumlu olacak. Daha hızlı çalışma ortamını sağlayan tüzük getirdik. Bunu uygulayacağız. Bu, bize bir açılım fırsatı getirecek. Parti içi tartışma ihtiyacı ortaya çıktığı zaman onu yapacağımız zeminlerimiz var kongreler, kurultaylar gibi.

'2011'den sonra Türkiye nasıl yönetilmelidir?' sorusunu yöneltiyoruz. Bunun pek çok cevabı var. Sosyal amaçlı programlarımız var. Emeklilerle ilgili ciddi bir hazırlık içindeyiz. Türkiye'de emekliler devletin daha fark edemediği bir kesim.
Bir yandan proje hazırlığı yapıyoruz. Seçime girerken, vatandaşlarımızdan bugüne kadar ki alışkanlıklarını bir yana bırakarak, Türkiye'nin maruz kaldığı ciddi tehdidi değerlendirerek, yeni bir gelecek kurmak üzere oy kullanmalarını isteyeceğim. Bu çerçevede CHP olarak bugüne kadar bize hiç oy vermemiş, bize sempati duymamış, destek vermemiş dahi olsa tüm vatandaşlarımdan kendi kimliklerini, değerlerini koruyarak ama Türkiye'nin derlenip, toparlanması konusunda bizim görevlendirilmemize destek vermelerini, sahip çıkmalarını isteyeceğiz. Bu geçmişte, 'ödünç oy' kavramı içerisinde söyleniyordu ama ben sadece, 'oy verin, gerisine karışmayın' demiyorum. Önümüzdeki dönemde Türkiye'de yeni bir iktidar çıkacak olursa ülkede çok büyük değişimler yaşanacağına inanıyorum. CHP olarak biz iddiaya göre hazırlanıyoruz. Yani bir yeni anlayışla seçime girmemiz gerecek. Çünkü artık iktidar partisi ile muhalefet partisi arasındaki fark çok azalmıştır.''