Batı Bugün de Kemalist 'Çetelere' Karşı!
cumhuriyet.com.trGerçekte, tüm yurtseverlerin, yalnız onların da değil, tüm mazlum ulusların gözlerini dikmeleri gereken oydu. Onun merkez aldığı Ankara artık bir kent adı değildi; yeni bir ruha bayrak olmuştu. “Ankara” yalnız bir başlangıçtı. Ardından, İnönü’ler, Sakarya, Dumlupınar, 30 Ağustos, İzmir, Lozan, Cumhuriyet ve halkçı, ulusçu, laik, devletçi ve devrimci ilkeler.
Yakup Kadri’nin “Yaban”ını şu sırada bir kez daha okudum. Okuyanı acılar içine atan, sarsıcı bir gerçekçilik. Sakarya zaferinden sonra Türkiye gerçeğinin Anadolu ve evrensel değerler içinde duyarlılıkla işlenişi. O yılların Anadolu’su şimdilerin Türkiye’sine hem benziyor, hem benzemiyor. Geniş bozkırlar artık o denli acımasız değil, açın çığlığı doğa rüzgârlarının uğultusunu bastırmıyor, günümüzde kentler yolsuz ve içindekiler eskisi gibi donuk bakışlı değil. O yıllarda, eski Abdülhamit ileri gelenlerinin üst yarısında pırlantalı madalyaları parıldarken, Zeynep kadının köy duvarında da taze tezek toprakları sanki göğüs nişanları gibi sıralanıyorlardı. Derken, Mustafa Kemal adı ülkenin ve tüm Doğu’nun semalarını sabahyıldızından daha parlak aydınlattı. Yüzyıllardır süregelen bozgunu onun eşsiz önderliğinde durdurduk. Şimdi, vatanın son sınırlarındayız.
Ancak halkın çoğunluğu bugün de yeni bir göçük altında ve sınırlarımız gene zorlanıyor. Bakarsınız, bu gidişle geceleri köpeklerle birlikte inleyen açları gene duyarız.
Karşıdevrim yılları
Mehmetçik İzmir’e yönelirken köylerde önüne geleni okuyup üfledikten sonra elde, avuçta ve çuvalda ne varsa alıp götüren “şeyh efendiler” zamanımızda çoğaldılar; dahası, bunlar kimi devlet ileri gelenlerince ağırlandılar, eşekten inip koltuklara kuruldular. Mustafa Necati ve Hasan Âli Yücel gibi benzersiz bakanlar görmüş olan eğitimin günümüzdeki başlarının ders kitaplarında gerçekleştirdikleri değişiklikler açıkça “karşı-devrim”e dönüştü.
Afganistan’a ve Irak’a “özgürlük” ve “demokrasi” götürdüğü söylenen ABD ve AB istiyor ve ayrıca küreselleşmenin gereği diye, ülkeyi neredeyse yirmi “özerk” bölgeye ayırmayı çok yerinde bulan köşe yazarlarımız türedi. Siyasallaştırılan kimi coğrafya adlarını kazıbilim ve ilkçağ tarihiyle uğraşanlar dışında kaç kişi biliyor?
Özerklik-bağımsızlık
Balkanlar, Kırım ve Kafkasya’dan ölülerini ve topraklarını geride bırakıp güvenli diye Anadolu’ya sığınan Boşnak’ından Çeçen’ine bunca göçmen kümesinin her biri için “yerel haklar” diyenler, ABD ve AB esinlenmesiyle, seslerini çıkarıyor. Sevr ortamında olduğu gibi, önce “özerklik”, sonra (dışarıdan doluşanlarla da nüfus oranları tepetaklak olunca) “bağımsızlık”! Monako Prensliği boyutunda minik devletler düşü. Avustralya’da Melbourne’un dünyada en kalabalık üçüncü Yunan kenti olduğunu biliyor muydunuz? Kaç İsrailli kadının Urfa’ya gelip orada doğum yaparak çocuklarını nüfus kayıtlarına “Türkiye doğumlu” gösterdikleri haberleri kaçımıza ulaştı? Gün gelir onların işine yarar. Yalnız toprak satın almak için de değil.
Şu ek maaşlı yazarlarımıza dönelim. “Bunların değerleri ne?” diye soranlara yanıt: Bunlar çöp torbalarında Batı’dan alınan konservelerin boşalmış kutuları gibidirler. İkisinin de kaynağı aynı.
Ayrılan ABD Büyükelçisi “şerefine” Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan toplantıda bu “demokrat” kişi “referandumda sizden evet bekliyoruz” diye komut vererek dinleyenleri “şereflendirmiş”! Ama böylesine emperyalist adımlar övülerek yazılırken şehit oğlunun ya da eşinin mezar taşını başının yastığı yapan yakınları hem artıyor, hem cenazelerinden ırak tutuluyor.
Yakup Kadri’nin “Yaban” romanına dönelim. Oradaki kimi Anadolu insanı anlatımlarıyla günümüz aymazları arasında ilgiye değer örtüşmeler var. 1920’lerde birçok Anadolu insanının inandığı, Batı kaynaklı, Sultan-Halife onaylı ve işgalci Yunanlılarla onların yerli işbirlikçilerinin yaymacalarına göre, yabancılar “düşman” filan değilmiş, Anadolu halkını Kemalist “çetecilerin” elinden kurtarmak için yollanmış bir tür evliyalarmış. Bu gelenler topraklarımızın insanlarını kurtardıktan sonra, kendileri de zaten İslama sahip çıkacaklarmış. Günümüzde, hem de “ılımlı” olanına. Mustafa Kemal’in bu güzel gelecekten, ne yazık ki, haberi yokmuş. Çevresindekiler de ipten, kazıktan kurtulmuş kişilermiş! İşbirlikçi sarayın yaydığı, sadrazamın ilettiği ve Yunan uçaklarının Türk köyleri üstüne serptiklerinde yazılanlar, söylenenler buydu.
Yurtseverliğin gereği
Kimi yerel yöneticiler, örneğin muhtarlar, büyük toprak ağaları, tarikat şeyhleri ve asker kaçakları Avrupa emperyalizmiyle onun aracılarından onları yücelterek söz ediyorlardı. Sömürücünün yerlisi de, yabancısı da “amacımız sizi Kemalistlerden kurtarmak” diye üstüne basa basa söylerlerken toprak ağaları başta olmak üzere, birtakım yerlilerin gözleri parlıyor, Batılının ağzına attığı her şeyin parasını ödemeden midesine gitmeyeceğine inanıyordu. İşgalci Yunan askeri de şunu ekliyordu:
“Batı’nın büyük devletleri bizi buraya sizin aklınızı başınıza getirmeye yolladılar. Bu insancıl görevi başarmadan geri gitmeyeceğiz.”
Siyah derili ABD siyasetçilerinden Jesse Jackson’un şöyle bir sözü var: “Geçmişin bilinen sömürgeciliğinin yerini bugün IMF almıştır!” Bu doğru tanının en kapsamlısını o eski yıllarda yapmış olan kişi İzmir yolundaki ordunun başında ve askerlik yaşamında hiç bozgun görmemiş olan eşsiz komutandı.
Ankara yalnızca başlangıçtı
Gerçekte, tüm yurtseverlerin, yalnız onların da değil, tüm mazlum ulusların gözlerini dikmeleri gereken oydu. Onun merkez aldığı Ankara artık bir kent adı değildi; yeni bir ruha bayrak olmuştu. “Ankara” yalnız bir başlangıçtı.
Ardından, İnönü’ler, Sakarya, Dumlupınar, 30 Ağustos, İzmir, Lozan, Cumhuriyet ve halkçı, ulusçu, laik, devletçi ve devrimci ilkeler. Doğu uluslarının ozanları bu tarihler üstüne şiirler yazdılar; binlerce Asyalı ana çocuğuna Mustafa Kemal adını koydu. Aynı tarihler Türk ulusunun genlerine de işlemiştir. Şanlı 30 Ağustos’un yıldönümünde Marx’ın ünlü sözünü şöyle değiştirelim: YALNIZ İŞÇİLER DEĞİL, TÜM YURTSEVERLER BİRLEŞİNİZ!