Başçı, 2015 hedeflerini açıkladı
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, ''Şu anda da resmen açıklıyoruz. Dolayısıyla önümüzdeki 3 yıl boyunca enflasyonun yüzde 5'e yakın gerçekleşmesini arzu ediyoruz'' ifadesini kullandı.
cumhuriyet.com.trMerkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, ''2013 Yılı Para ve Kur Politikası''nı açıkladığı basın toplantısında Merkez Bankası'nın temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğunu söyledi.
Enflasyon hedeflemesine başladıkları 2001 yılından itibaren hedeflenen ve gerçekleşen enflasyon oranlarını hatırlatan Başçı, ''Bu yıl yüzde 5 hedefimize oldukça yakın bir gerçekleşme bekliyoruz. Enflasyon hedeflemesine başladığımız dönemin en düşük yıl sonu enflasyonu, bu yıl gerçekleşebilir'' dedi.
Yüzde 5 hedefine ne kadar yaklaşılırsa, gelecek yıl yüzde 5 hedefine ulaşmanın o kadar kolay olacağını dile getiren Başçı, 2015 yılı enflasyon hedefinin Orta Vadeli Program'da yüzde 5 olarak açıklandığını anımsatarak, ''Şu anda da resmen açıklıyoruz. Dolayısıyla önümüzdeki 3 yıl boyunca enflasyonun yüzde 5'e yakın gerçekleşmesini arzu ediyoruz'' ifadesini kullandı.
Başçı, 2013 yılı için belirsizlik aralığını her iki yönde iki yüzdelik puan olarak koruduklarını belirtti. Başçı, ''Burada 'Neden 1,5 değil de 2 yüzdelik puan?' diye bir soru akla gelebilir. Bizde iki tane önemli oynaklık unsuru var. Bunlardan bir tanesi işlenmemiş gıda fiyatlarındaki oynaklık, ikincisi de döviz kurlarındaki oynaklık'' diye konuştu. Geçmiş yıllarda enflasyon hedefindeki sapmalara bakıldığında, sapmaların önemli bir kısmının döviz kurlarındaki aşırı hareketlerden kaynaklandığını ifade eden Başçı, bir yıl içinde döviz kurunda yüzde 20'nin üzerinde değer kaybı olduğunda enflasyonda 3 puanlık sapma meydana gelebildiğini dile getirdi.
Bunun oldukça önemli bir sapma olduğuna dikkati çeken Başçı, ''Merkez Bankası, döviz kurlarındaki oynaklığı ne kadar azaltabilirse fiyat istikrarı açısından o kadar önemli bir mesafe almış olacak'' ifadesini kullandı. Bu durumda kredi büyüme hızı ve reel efektif döviz kurlarındaki oynaklık olmak üzere iki tür oynaklıktan söz edilebileceğini anlatan Başçı, bunların her ikisinin de enflasyonda da oynaklığa yol açtığını söyledi.
''Bunlardaki oynaklığı azaltmak enflasyondaki oynaklığı da azaltacağından, bizim daha iyi bir fiyat istikrarı sağlamamıza yol açacaktır'' diyen Başçı, döviz kurlarındaki oynaklığı daha makul seviyelere indirdikleri takdirde, 2 yüzdelik puanı daha aşağı çekmeyi düşünebileceklerini kaydetti.
'Kredi büyüme hızında aşırı oynaklık istemiyoruz'
Merkez Bankası'nın temel görevlerinden bir tanesinin de finansal sistemde istikrarı sağlayıcı ve piyasalarla ilgili düzenleyici tedbirleri almak olduğunu hatırlatan Başçı, finansal istikrar denince aşırı dalgalanmalardan uzak bir finansal sistemin algılandığını, dolayısıyla kredi büyüme hızında aşırı oynaklık istemediklerini söyledi. Benzer şekilde reel efektif döviz kurlarında da aşırı oynaklığı arzu etmediklerini belirten Başçı, döviz kurlarındaki sert hareketlerin reel sektörü de etkilediğini ve aşırı değerli dönemlerde dış dengeyi bozduğunu, aşırı değersiz dönemlerde de enflasyonu etkilediğini ifade etti.
'TL'nin aşırı değerlenmesi ekonomik değerlerle uyumlu değil'
Kredilerdeki değişim/GSYH oranı ile cari açık arasında oldukça yakın bir ilişki olduğuna işaret eden Başçı, oranın açığı bir miktar öncülediğini dile getirdi. Lehman Krizi kredilerdeki değişimin GSHY'e oranının oldukça yüksek seviyelere çıktığını belirten Başçı, sözlerini şöyle sürdürdü: ''O dönem piyasa, bir düzeltme yaptı. Kriz yoluyla düzeltme yaptı. Lehman Krizi yoluyla kredi büyüme hızında yavaşlama söz konusu oldu. Neredeyse sıfıra kadar indi. Aynı dönemde döviz kurlarına baktığımızda Türk Lirası 2008 yılının sonlarına doğru aşırı değerliydi. Bunu nasıl ölçebiliyoruz? Bizim internet sitemizde yayımladığımız bir reel efektif döviz kuru endeksi var. Bu endeksi, 2003 yılı ortalaması 100 olacak şekilde baz aldık. Daha sonra takip etmeye devam ettik. 2003 yılında 100 olan bir endeks 2008 yılı sonlarına doğru 130'a geldiyse burada aşırı değerlenme vardır. Çünkü çok kısa bir süre içerisinde bu kadar çok değer kazancı. Ekonomik değerlerle uyumlu değil.''
Aynı dönemde petrol fiyatlarının 150 dolara kadar çıktığını hatırlatan Başçı, emtia ithal eden bir ülkede petrol fiyatları yükseldiğinde döviz kurunun değer kazanmasının beklenmeyeceğini kaydetti. Başçı, buna karşın kısa vadeli sermaye akımları nedeniyle Türkiye'de dövizin değer kazandığını dile getirdi. Bu oranının hangi seviyelerde olması gerektiği konusunda da bilgi veren Başçı, ''2003 yılında eğer kur denge değerine yakınsa o zaman her yıl bunun üzerine 1,5-2 puan ilave değerleme koyabilirsiniz'' dedi.
Bunun iki nedeni olduğunu anlatan Başçı, bunlardan bir tanesinin kalkınma sürecinde hızlı büyüyen ülkelerin paralarının bir miktar değer kazanması olduğunu kaydetti. Bir diğer nedenin de enflasyon ölçüm farkları olduğunu belirten Başçı, teknolojik ilerlemelerin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde enflasyona farklı yansıtıldığını söyledi.
Başçı, bu iki unsur bir araya getirildiğinde yüzde 1,5-2 düzeyinde artışın makul karşılanabileceğini, buna karşın 5 yıl içinde endeksin 130'a çıkmasının bunun aşırı değerlenme anlamına geldiğine dikkati çekti. Şu andaki dünyadaki bütün ülkelerin bu duruma karşı ne yapılabileceğini düşündüklerine işaret eden Başçı, genel yaklaşımın tedbir alma yönünde olduğunu ifade etti.
'Araçları geliştirme konusunda mesafe kat ettik'
Kısa vadeli sermaye akımlarına karşı neler yapılabileceğine ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Başçı, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Eski yaklaşım, tek amaç tek araç yaklaşımıydı. Merkez Bankası olarak tek amacınız var fiyat istikrarı, tek aracınız var politika faizi. Bununla enflasyonu hedefleyeceksiniz, başka da bir şeye bakmayacaksınız. Yeni yaklaşım nasıl? Aşağı yukarı bütün merkez bankaları aynı noktaya geliyorlar. (Fiyat istikrara bakalım. Finansal istikrara da bakalım. Dolayısıyla kısa vadeli sermaye akımlarına kayıtsız kalmayalım. Elimizden geldiği kadar bunların etkilerini azaltmaya, yumuşatmaya çalışalım.)''
Söz konusu etkiyi azaltmak için birden fazla araca ihtiyaç duyulduğunu kaydeden Başçı, bunlardan bazılarının yapısal, bazılarının konjonktürel olabileceğini söyledi. Merkez Bankası olarak son 2-2,5 yıllık dönemde bu araçları geliştirme konusunda mesafe kat ettiklerini belirten Başçı, yapısal araçlardan bir tanesinin vadeye dayalı zorunlu karşılıklar olduğunu kaydetti.
Yeni yapısal aracın kaldıraca dayalı zorunlu karşılıklar olduğunu dile getiren Başçı, ''Eğer banka öz sermayesine göre çok büyük ölçeğe ulaştıysa yani kaldıracı çok fazla kullandıysa ona bir miktar zorunlu karşılık...'' dedi. Bunun dışında inşaat süreci büyük ölçüde tamamlanan Rezerv Opsiyonu Mekanizması (ROM) bulunduğunu anlatan Başçı, ROM'un önemli bir yapısal araç olduğunu dile getirdi.
'2013'te hangi araçlar kullanılacak?'
2013 yılında hangi araçları kullanmayı öngördüklerine dair de bilgi veren Başçı, bunların ''faiz koridoru, politika faizi, Türk Lirası ve yabancı para likidite yönetimi, vadeye dayalı zorunlu karşılıklar, kaldıraca dayalı zorunlu karşılıklar ve ROM'' olduğunu dile getirdi. Kaldıraca dayalı zorunlu karşılık uygulamasının 2014 yılından itibaren uygulamaya başlanacağını bildiren Başçı, döviz alımları ve satımları yapmayı öngörmediklerini belirtti.
İhracat reeskont kredileri yoluyla alınan dövizin gelecek yıl az 12 milyar doları bulacağını kaydeden Başçı, ''Zaten oradan aldığımız için ilave bir döviz alımı yapmayı planlamayı planlamıyoruz'' diye konuştu.
Döviz alım ve satımının mutlaka gerekirse kullanılabileceğini ifade eden Başçı, son borç verme mercii araçlarını da şu an için kullanmayı planlamadıklarını kaydetti. Döviz repo piyasasında daha önce borç verme faizlerini indirdiklerini hatırlatan Başçı, bunları tekrar kriz öncesi seviyelerine çıkardıklarını ifade etti.
Geçen yıl yaptıklarına ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Başçı, 2010 yılının sonunda faiz koridorunu aşırı değerlenmeyi engellemek için aşağı yönlü genişlettiklerini söyledi.
Bu uygulamanın işe yaradığını belirten Başçı, daha sonra Avro Bölgesi borç krizi döneminde TL'nin haddinden fazla değer kaybetmeye başladığını, buna karşı faiz koridorunu yukarı yönlü genişlettiklerini dile getirdi.
6 kısa dönem ek parasal sıkılaştırma yapıldıktan sonra arzu edilen sonuçların alındığını anlatan Başçı, ''Temmuz ayından sonra fonlama miktarını artırarak, gecelik faizlerin ve Merkez Bankası'ndan yapılan fonlamanın ağırlık ortalama maliyetinin oldukça düşük seviyelere inmesine izin verdik'' dedi.
'Başarılı diyebiliriz'
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, iç talepte bir dengelenmeye ihtiyaç duyulduğunu ve iç talebin geçen yıl büyümeye katkı yapmadığını söyledi. Üretim artmaya devam ederken nihai yurt içi talebin yatay bir seyir izlediğine işaret eden Başçı, ''Eğer bu yatay seyir olmasaydı Türkiye cari açık problemini çözemezdi. Bunun mutlaka olması gerekiyordu ve onun için gerekli politika tedbiri alındı. Bir miktar da Avrupa'daki problemlerin bize yansımaları sonucunda çok hafif eksiye de döndü. Fakat burada dengelenme sonuçta başarılı diyebiliriz'' şeklinde konuştu.
Bunlar olurken enflasyon beklentilerinde, enflasyonun kendisi çift haneye çıkmasına rağmen herhangi bir bozulma olmadığını vurgulayan Başçı, bunun iletişim politikasının ve Merkez Bankası'na duyulan güvenin bir sonucu olduğunu vurguladı. Başçı, enflasyon beklentilerinin genelde yatay bir seyir izlediğini kaydetti.
Başçı, gelecek yıl kullanacakları iletişim araçları ve bunların takvimine ilişkin bilgiler verdi. Enflasyon raporunun yılda 4 kez yayımlanacağını bunun 2'sinin Ankara, 2'sinin İstanbul'da olacağını anlatan Başçı, ''2014 Yılı Para ve Kur Politikası'' metninin açıklanacağı toplantıyı da 24 Aralık 2013'te yapmayı planladıklarını bildirdi.
Likidite politikası
Likidite politikasına ilişkin bilgiler veren Başçı, Merkez Bankası'nın attığı adımlarla fonlama kısmadığını, fonlama ihtiyacının azaldığını söyledi. Başçı, zorunlu karşılıklarda getirilen kolaylaştırıcı bazı tedbirler sonucunda şu anda sektörün kendilerinden daha az fonlamaya ihtiyacı olduğunu, bu nedenle daha az fonlamaya gittiklerini söyledi. Yılın ikinci yarısında özellikle Eylül ayından itibaren biraz ihtiyaç ötesinde piyasaya fazla para verdiklerini dile getiren Başçı, fazla verilen paranın yine getirilip gün sonunda Merkez Bankası'na yatırıldığını, bunun İMKB'den çekilen kısım olduğunu belirtti. Başçı, şu anda 1 ay ve 1 hafta vadeli politika faizinden fonlama yaptıklarını anlattı.
Devlet iç borçlanma senedi
Merkez Bankası'nın portföyünde 8,2 milyar lira tutarında devlet iç borçlanma senedi (DİBS) bulunduğu bilgisini veren Başçı, buna açık piyasa işlemleri portföyü dediklerini ve bunun büyüklüğünün operasyonel risklerin en aza indirilmesi amacıyla 2013 yılında 9 milyar liraya arttırılacağını bildirdi. Başçı, ''Bunları piyasanın bizimle yaptığı ters repo işlemlerinde kullanıyoruz. Dolayısıyla burada sınıra biraz yaklaştık geçtiğimiz ay içerisinde. Bunu biraz rahatlatmak için 9 milyara çıkaracağız. Merkez Bankası'nın kendi portföyünde DİBS olması tamamen teknik nedenlerledir ve likidite yönetimi nedenleriyledir. 2013 yılda Merkez Bankasının tuttuğu ve vadesi gelen 5,4 milyar civarında bir DİBS var. Biz buna mukabil 6,2 milyar lira tutarında devlet iç borçlanma senedi almayı planlıyoruz. Tamamen operasyonel ve teknik nedenlerle bunu yapmayı düşünüyoruz'' şeklinde konuştu.
'Yapısal araçlar heyecan getirmez'
Döviz kuruyla ilgili olarak rezerv opsiyon mekanizmasına değinen Başçı, bunun inşa sürecine 2011'in Eylül ayında başladıklarını ve en son gelinen noktada şu anda çalışabilir bir mekanizmaya ulaştıklarını belirtti. Bankaların, Merkez Bankası'nda gönüllü olarak döviz tutuklarını ifade eden Başçı, şöyle konuştu: ''Dolayısıyla ülkenin döviz rezervi artıyor. Bankaların Merkez Bankası'nda tuttukların yabancı para likiditesi artıyor. Bu kanaldan, döviz rezerv opsiyonlarından yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık 27 milyar dolar civarında, bankaların Merkez Bankası'nda parası var. Bu da bizim rezervlerimiz içerisinde görünüyor. Bu brüt rezervlerimizde görünüyor, net rezervlerimizde görünmüyor. Benzer bir mekanizmayı altın için de yaptık. Dolayısıyla orada da çalışabilir şekilde bir mekanizmamız var. Bunlar da gerekirse ince ayar niteliğinde, ufak tefek ayarlamalar gerektiği halde yapılabilir ama şu anda bu mekanizma elimizde hazır ve çalışabilir vaziyette. Bunun döviz kuru oynaklıklarını azaltıcı bir etkisi var. Kısa vadeli sermaye akımlarına karşı etkili araçlarımızdan bir tanesi bu ve bu yapısal bir araç. Yapısal araçlar genellikle sıkıcı araçlardır, heyecan getirmez. Sermaye akımları hızlandığı zaman bankalar bunu kullanırlar bizim döviz rezervlerimizi arttırlar, sermaye akımları yavaşladığı zaman bankalar bunu çekerler ihtiyaçları için kullanırlar ve döviz rezervlerimiz azalır. Dolayısıyla rezervler bir miktar dalgalanır, fakat döviz kurları daha az dalgalanır, bu mekanizma olmasaydıya göre daha az dalgalanır. Dolayısıyla bu sessiz, etkili yapısal bir araç.''
Reeskont kredileri
Döviz rezervlerini artıran ikinci kanalın ihracatçılara kullandırılan reeskont kredileri olduğunu belirten Erdem Başçı, 2011'de 3,1 milyar dolar olan ihracat reeskont kredisi kullanımının, 21 Aralık 2012'ye kadar 10,2 milyar dolara ulaştığını bildirdi. İhracat reeskont kredilerinin net döviz rezervlerine katkısının 8,2 dolar olduğunu ifade eden Başçı, şunları kaydetti: ''2013 yılında ihracat reeskont kredilerinin kullandırılmasına devam edilecektir. Söz konusu kredilerin 2013 döviz rezervlerine yaklaşık 12 milyar dolar katkı yapması beklenmektedir. En son Aralık ayı başında buradaki limiti 5,5 milyar dolardan 6 milyar dolara çıkardık. Dolayısıyla ufak bir artırım yaptık. Stok bakiye alacağımız da 3,7 milyar dolar. Şuanda hala orada kullanılmayan bir marj var. Dolayısıyla daha çok kullanılırsa bu, o zaman 12 milyarın da üzerinde bir döviz rezervi artışı olur. Rezervden kastımız net rezerv yani Merkez Bankası'nın döviz alımıyla eşdeğer bir operasyon oluyor. Bahsettiğim iki kanaldan rezervlerimiz arttı. 2012 yılı boyunca döviz alımı ihaleleri veya doğrudan müdahalelerle yapmadık. İç döviz alımı yapmadık. Buna rağmen rezervlerimiz 88,3 milyar dolardan 120,8 milyar dolara ulaştı.''
Döviz kuru politikası
Döviz kuru politikasına ilişkin bilgiler veren Başçı, şu açıklamalarda bulundu: ''2013'te dalgalı döviz kuru rejimi uygulanmaya devam edilecek. Uygulanmakta olan kur rejiminde Merkez Bankası'nın nominal ya da reel herhangi bir kur hedefi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Merkez Bankası finansal istikrara yönelik riskleri sınırlamak amacıyla Türk Lirası'nın aşırı değerlenmesi veya değer kaybına karşı kayıtsız kalmamaktadır. Burada kelimelerin seçimi çok önemli, aynen yazıldığı gibi okunması gerekiyor. Bu doğrultuda reel efektif döviz kuru endekslerindeki gelişmeler de yakından takip edilmekte ve finansal istikrarı desteklemek amacıyla gerektiğinde politika tedbirleri alınmaktadır. 2013 yılında Merkez Bankası'nın temel rezerv biriktirme aracının ihracat reeskont kredileri olacağı görülmektedir. Yani 2013 yılında rezerv opsiyonu mekanizmasından katsayılardaki ufak tefek değişiklerden daha az bir etki ama ihracat reeskont kredilerinden daha çok bir etki olacak rezerv biriktirme açısından. Rezerv opsiyonu mekanizması gerek düzenli döviz ihalelerine gerekse doğrudan müdahaleye duyulan ihtiyacı azaltmaktadır.''
Kullanılmakta olan kur rejiminde, iktisadi birimlerin, kur riskinin piyasada olduğu bir ortamda faaliyette bulunduklarını dikkate alarak bu riski yönetecek mekanizmaları oluşturmaları ve kullanmaları gerektiğini unutmamaları gerektiğini vurgulayan Başçı, ''Yani Merkez Bankası dövizdeki dalgalanmaların dalga boyunu azaltacakmış, o zaman ben de risk alayım dememek lazım. Dünyada ne olacağı belli olmaz. Herkes riskini iyi yönetsin. Biz elimizden geleni yaparız, her zaman yapıyoruz. Ama mutlaka risk yönetiminin herkes tarafından çok iyi yapılması lazım'' dedi.
Başçı, döviz piyasasına yönelik düzenlemeleri şöyle özetledi:
-6 Ocak 2012'de uygulamasına başlanan, en son 9 Ocak 2012'de kullanıldıktan sonra ihtiyaç görülmediğinden daha sonra kullanılmayan gün içi döviz satım ihalelerine 2 Ocak 2013'ten itibaren son verilecektir. Zaten bunu yapmadığımız için normalleşme olarak okunmalı.
-Son dönemde uluslararası likidite koşullarında gözlenen olumlu gelişmeler ve döviz piyasasındaki likidite akışkanlığı dikkate alınarak Merkez Bankasının döviz-repo piyasasındaki aracılık faaliyetlerine 2 Ocak 2013'ten itibaren son verilecektir. Bu da bir normalleşme işaretidir.
-Bugünden itibaren bankaların kendilerine tanınan borçlanma limitleri çerçevesinde Merkez Bankası'ndan alabilecekleri döviz-repoların vadesi 1 aydan 1 haftaya düşürülmüştür. ABD doları için yüzde 4,5, avro için yüzde 5,5 olarak belirlenmiş olan borç verme faiz oranları ise her iki para birimi için yüzde 10'a yükseltilmiştir. Bu kriz öncesi seviyeyle aynı. Bu son borç verme merci olduğu için normalde bunun kullanılmaması gerekiyor. Ancak finansal kriz dönemlerinde tekrar indirebiliriz, vadesini tekrar uzatabiliriz. Döviz-repo piyasasında aracılık işlemlerine yeniden başlayabiliriz.
Kaldıraca dayalı zorunlu karşılık uygulaması
Başçı, kaldıraca dayalı zorunlu karşılık uygulamasına ilişkin bilgiler verdi. Mevcut duruma kıyasla kaldıraç oranları aşırı düzeylere çıkaran bankalara ek zorunlu karşılık uygulaması olabileceğini, geçen yıl bunu 2012'de duyuracaklarını açıkladıklarını anımsatan Başçı, yıl bitmeden bunun kararının alındığını bildirdi. Burada ''Yaptığınız işe göre sermayeniz ne kadar, bu kaç olmalı?'' sorusunun gündeme geldiğini ifade eden Başçı, yapılan bir çalışmaya göre, yüzde 5'in altında ise sermayenin küresel bir krizde batma ihtimalinin çok yüksek olduğunu, bunun üzerinde ise batma ihtimalinin azaldığını belirtti. Başçı, bunun kriz önleyici gösterge olması açısından önemli olduğunu vurguladı.
Başçı, ''Kaldıraç oranına dayalı makro riskleri azaltıcı ve döngüsellik karşıtı bir uygulamaya geçiyoruz. Sermaye yeterliliği katsayısı, klasik şuana kadar hep kullanılan Basel 1, Basel 2, Basel 2,5'ta kullanılan sermaye yeterliliği katsayısı risk ağırlıklarının hesaplanma biçiminden dolayı bazı dönemlerde makrofinansal riskleri değerlendirmekte yetersiz kalabilmektedir. Çünkü bunlar kredi risk ağırlığına hassas. Kredi risk ağırlığını da kredi derecelendirme kuruluşları belirliyor. Bunlar da bazen yanlış yapabiliyorlar. Bir ülkeye AAA verilirse onun risk ağırlığı sıfır olur. O zaman sermaye yeterlilik katsayısı da anlamsız, yetersiz bir gösterge haline gelmiş olabilir'' dedi.
Erdem Başçı, bu konuda, G20'nin ''regülasyonlarla, resmi düzenlemelerle kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği kararlara mekanik bağlantıları koparalım, bu kuruluşların verdiği dereceler sadece bir girdi olarak ekonomik kararlarda kullanılsın ama regülasyonlarda, düzenlemelerde bunlara olan bağlantılar azaltılsın'' şeklinde bir karar aldığını anımsattı.
Kaldıraç oranının başlangıçtaki sermaye yeterlilik oranıyla destekleyici bir araç olarak kullanılmasının, bankalar ve sistemin bütünü nezdinde yüksek borçlamadan kaynaklanan risklerin birikmesini sınırlayacağını dile getiren Başçı, yerli olarak zorunlu karşılık oranı uygulanacak kaldıraç oranı aralığının 2013 yılının son çeyreği ile 2015 yılının son çeyreği arasında kademeli olarak genişletilmesinin öngörüldüğünü bildirdi.
Basel 3 tanımına göre, bankaların kaldıraç oranlarına bakıldığında güzel bir resmin görüldüğünü ifade eden Başçı, ''Ortalamada, benim aklımda kalan 7,6 civarında kaldıraç rasyosu var. Basel 3, üçün altına kesinlike düşmesin demiş. Basel 3, dünyada 2018 yılından itibaren yürürlüğe girecek. Bizim 2018'e kadar bekleyecek lüksümüz yok. Türkiye'de işler iyi gidiyor, krediler gayet hızlı büyüme eğiliminde. Dolayısıyla bizim önceden bu mevcut iyi durumu bozmamamız lazım, o tarih gelene kadar'' diye konuştu. Önemli sayıdaki bir grup bankanın yüzde 5'in üzerinde olduğunu kaydeden Başçı, diğerlerinin kolay bir şekilde yüzde 5'in üzerine çıkabileceklerini ifade etti.
Kaldıraca dayalı ilave zorunlu karşılıklarda, 2013 yılı son çeyreği bilançosunun esas alınacağını dile getiren Başçı, şunları kaydetti: ''O tarihte bakacağız, eğer kaldıraç rasyosu, yani sermayesinin toplam yaptığı işe göre oranı 3,25 ile 3,5 arasındaysa 1 puan ilave zorunlu karşılık isteyeceğiz, 3 aylık bir dönem için. Eğer 3 ile 3,25 arasındaysa yıl sonunda, 1,5 puanlık ilave zorunlu karşılık isteyeceğiz. 3'ün altındaysa 2 puanlık ilave zorunlu karşılık isteyeceğiz, 3 aylık bir dönem boyunca. Sermaye koyarsa veya kredilerini normalleştirirse bu yükümlülükten kurtulmuş olacak. 2014 yılı sonunda buradaki aralığı biraz açıyoruz ve yüzde 4'ün altındaki bankalardan itibaren ilave zorunlu karşılık uygulamaya başlıyoruz. 2015 yılı sonunda da yüzde 5'in altındaki bankalar için ilave zorunlu karşılık uygulamaya başlıyoruz. Yani Türkiye'deki mevcut iyi durum bozulmasın. Hesaplama dönemi, mesela Aralık 2013 son üç ay olduğuna göre, bildirim dönemi takip eden 3 ay olacak, tesis dönemi takip eden 3 ay olacak ve sadece 3 aylık bir ilave bir bankalara zorunlu karşılık yükümlülüğü gelmiş olacak.''
Yeni uygulamanın olası etkilerini belirlemek amacıyla senaryo analizlerinin yapıldığını bildiren Başçı, ''Baz senaryoda, ana sermayede yıllık yüzde 10 artarsa herhangi bir banka için, aktifler ve bilanço dışı işlemlerde yüzde 15 büyürse, buna baz senaryo diyoruz. Aşırı risk alma senaryosunda da ana sermayede yıllık yüzde 10 artıyor, aktifler ve bilanço dışı işlemler yüzde 25 artıyor. Yani sermayesine göre ölçeği daha hızlı büyüyor buna aşırı risk alma senaryosu diyoruz. Baz ve aşırı risk alma senaryolarında, 2015 yılı son çeyreğinde kaldıraç oranının sektör ortalamasının sırasıyla yüzde 6,5 ve yüzde 4,8 olarak gerçekleşmesi öngörülebilir. 7,6 olan bugünkü oranlar, baz senaryo altında 6,5'e düşecek, aşırı risk alma senaryosunda 4,8'e kadar düşecek. Eğer herhangi bir tedbir alınmazsa ve bunlar gerçekleşirse. Bunlar sadece senaryo, önleyici tedbir almak o yüzden gerekli ve önemli diye düşünüyoruz'' diye konuştu.
Fiyat istikrarı ve finansal istikrar birbirini tamamlayıcı amaçlar olduğunu söyleyen Başçı, bunların her ikisinin de sürdürülebilir büyüme için son derece faydalı olduğunu bildirdi. Kredi büyümesinde ve döviz kurlarında aşırı oynaklığın azaltılması hem fiyat istikrarına hem de finansal istikrara katkı sağladığını ifade eden Başçı, aşırı kaldıraç kullanımını önleyici yapısal tedbirler sürdürülebilir büyümeyi destekleyeceğini kaydetti.