Barış Terkoğlu yazdı: Erdoğan'ın o görüşmesinin anlattıkları
Gazetemiz yazarı Barış Terkoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun Bin Zayed Al Nahyan ile görüşmesi üzerine dikkat çeken ifadeler kullandı.
cumhuriyet.com.trGazetemiz yazarı Barış Terkoğlu, "Uygun fiyata az kullanılmış ‘vatanseverlik’" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Terkoğlu bugünkü yazısında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun Bin Zayed Al Nahyan ile görüşmesi üzerine dikkat çeken hatırlatmalar yaptı.
Erdoğan'ın geçşmişte, BAE için “Diplomatik ilişkileri askıya almak ya da büyükelçiyi geri çekme gibi bir adımımız olabilir” dediğini hatırlatan Terkoğlu, Libya'da yaşananlara dikkat çekti.
Terkoğlu, "AA, BAE’nin hava araçlarından ağır silahlara kadar Hafter’e verdiklerinin listesini de yayımlamıştı. Kısacası, devletin ajansına göre Libya’da şehit edilen MİT personelimizi öldüren silahların kaynağı BAE’ydi. MİT personeline ateş eden milisler de BAE’nin paralı askeriydi." diye devam etti.
Barış Terkoğlu'nun yazısı şöyle:
“İnsan yalnız kalmaktan korkar. Karanlıktan korkar. Ölmekten ya da yaşamaktan korkar. Oysa ben sadece korkmaktan korkuyorum” demiş devam etmiştim:
“Eğer bu tezgâhı kuranların bir vatanı varsa ben o vatanın hainiyim! Ne mutlu bana bir vatanları yok… Eğer bu tezgâhı kuranların bir dini varsa ben o dinin kâfiriyim! Ne mutlu bana imanları yok… Eğer bu tezgâhı kuranların bir devleti varsa ben o devletin teröristiyim! Ne mutlu bana onlar çetelerini devlet sanıyorlar…”
Hatırlayın, geçen yıl benim de aralarında olduğum bir grup gazeteci hapisteydi. Suçlama Libya’da şehit edilen MİT mensubunun cenazesini haberleştirmekti. Bunun bir tezgâh olduğunu biliyorduk. Dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, çok önceden, “bizi bir sebeple alacağını” söylemişti. Aranan bahane o haberle bulundu. Sonuçta ben beraat etsem de diğer yargılanan gazetecilere ceza verildi, dosyaları temyizde.
Neden bu bahsi açtım?
Geçen Saray’daki o fotoğrafı görünce “Ne çabuk” dedim. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun Bin Zayed el Nahyan’ı ağırladı. Dikkat edin, ticaret odası başkanı ya da ulaştırma bakanı değil, ulusal güvenlik danışmanı!
Sıradan bir görüşme değil…
Aslında bir anlaşma. Geçen yıl bu zamanlar, Erdoğan, BAE için “Diplomatik ilişkileri askıya almak ya da büyükelçiyi geri çekme gibi bir adımımız olabilir” demişti. Biden rüzgârıyla bir senede ibre tersine döndü. Türkiye; eksenini yeniden tarif ederken, “olmaz” denilen olmuş, BAE ile barışma adımları atılmıştı.
BAE Devlet Başkanı Diplomasi Danışmanı Enver Gargaş, “Tarihi bir görüşme” derken, Erdoğan öncesinde olanları da sonrasında olacakları da haber verdi:
“Birkaç aydır bizim istihbarat örgütümüz başta olmak üzere Abu Dabi yönetimiyle bazı görüşmeler yaparak bu görüşmelerle belli bir yere gelmiş bulunuyoruz. Bundan sonraki süreçte de Muhammed Bin Zayed ile de bazı görüşmeleri yapma durumlarımız olacaktır”.
MİT’ÇİLERİ BAE ÖLDÜRMEDİ Mİ?
Hiç uzatmadan söyleyelim: BAE ile Türkiye bir süredir savaş halindeydi. Abartmıyorum, özellikle Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da hatta bizatihi Türkiye sınırları içinde iki ülke birbirine ateş eden, çatışan güçlerin farklı tarafında yer alıyordu.
Liste uzatılabilir…
Ama iki tanesi bizi fazlasıyla ilgilendiriyor.
İlki Libya…
AKP iktidarı Libya’daki hükümeti desteklerken BAE yönetimi Hafter’in yanında yer aldı. İki ülke, Libya’daki iç savaşın iki ayrı cephesiydi.
Yalnız...
BAE’nin Hafter’e desteği diplomasiden ibaret değildi. Hayır, kaynağım hükümetin lanetlediği medya değil. Bizzat yandaş medya.
Anadolu Ajansı, geçen yıl 5 Mayıs’ta, BAE’nin Libya’da Hafter güçlerini silahlandırması üzerine geniş bir dosya haber yayımlamış, şu ifadeleri kullanmıştı:
“BAE, kendi envanteri ve diğer ülkelerden temin ettiği ağır ve stratejik silahları Halife Hafter’e gönderip ambargoyu delerek Libya hükümetini devirmenin yollarını arıyor. (…) Abu Dabi yönetimi, 2014 yılından beri Libya’daki meşru hükümetin yerine darbeci Halife Hafter’i yönetime getirme tutkusu için finansal kaynak sağlamanın yanı sıra bölgesel ve uluslararası ilişkilerini de kullanıyor.”
AA, BAE’nin hava araçlarından ağır silahlara kadar Hafter’e verdiklerinin listesini de yayımlamıştı. Kısacası, devletin ajansına göre Libya’da şehit edilen MİT personelimizi öldüren silahların kaynağı BAE’ydi. MİT personeline ateş eden milisler de BAE’nin paralı askeriydi. Gerçekten de darbeci-terörist BAE-Hafter denklemini hükümet medyası günlerce işledi.
15 TEMMUZ’UN FAİLİ BAE DEĞİL MİYDİ?
Bu kadar değil…
İkinci konu doğrudan Türkiye içinde. İktidar destekli medya, 15 Temmuz’un BAE’nin parasıyla yapıldığı iddiasını günlerce gündemde tuttu. Üstelik resmi ağızlardan da dile getirildi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, BAE’nin 15 Temmuz’un ABD ile birlikte faili olduğunu açıkça söylerken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu rakam da verdi. Çavuşoğlu, “Türkiye’deki darbe kalkışmasına, hükümeti gayri meşru yöntemlerle devirme çabalarına bir ülkenin 3 milyar dolar para desteğini sağladığını biliyoruz” diyerek BAE’nin 15 Temmuz’un arkasında olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Darbe girişimi olduğu zaman Körfez’de kimlerin buna sevindiğini çok iyi biliyoruz” dedikten sonra şöyle devam etti: “Birilerinin istihbarat örgütleri varsa bizim de var. Kimlerin o geceyi nasıl geçirdiğini çok iyi biliyoruz”.
BAE’nin FETÖ darbesi ilişkisine dair daha derin hikâyeler de var. İstanbul’da BAE adına casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklanan iki ajandan biri Zeki Yusuf Hasan, Silivri Cezaevi’nde 28 Nisan 2019 günü ölü bulundu. Sabah gazetesi, diğer casusluk şüphelisi Samir Semih Şaban’ın ifadesine dayanarak BAE’nin 15 Temmuz darbesinden önceden haberinin olduğunu yazdı.
‘KOMANDO İBRAHİM’ SAVAŞ İLAN ETMİŞTİ
15 Temmuz’un arkasında BAE’nin olduğunu ısrarla gündeme getiren kuşkusuz Yeni Şafak Grubu’ydu. Grubun Yeni Hayat dergisi, Gezi Parkı isyanının ardında bile BAE olduğunu söyledikten sonra, BAE’nin “Erdoğan’ı devirme işi için 70 milyon dolarlık bir bütçe ayırdığını” iddia etmişti.
Yeni Şafak dedik, “Komando İbrahim” lakaplı devrik yayın yönetmeni İbrahim Karagül’ün “bitmeyen BAE harbi” nasıl unutulur? Karagül, 15 Temmuz’dan Libya’daki saldırılara kadar bütün terör eylemlerinin arkasında olduğunu iddia ettiği BAE Prensi Zayed’in terörist ilan edilmesini, Türkiye’nin BAE’ye savaş açmasını istemişti:
“BAE ve Muhammed Bin Zayed, her yerde Türkiye’ye saldırıyor. Büyük para harcıyor, örgütler yönetiyor. Türkiye BAE ile savaş halinde, bu artık net. O zaman askeri yöntemler denenmeli. Libya’da değil evinde vurmalı. Bin Zayed terör örgütü lideri olarak görülmeli. Muhammed Bin Zayed; sen savaşı Yemen’e, Libya’ya taşıyorsan, Tunus’u hedef alıyorsan, bilinen her yolla Türkiye’ye saldırıyorsan, içeride entrikalar kuruyorsan, bu amaçla terör örgütleri yönetiyorsan... Birileri de o savaşı senin evine taşır. O kapıyı açtın..”
Karagül’ün dün “terör örgütü lideri” dediği Zayed için, Erdoğan geçen hafta “İnşallah görüşeceğiz” dedi.
HANİ NEREDE O SAVCILAR?
Ortada iki ihtimal var…
Ya 15 Temmuz’a ya da Libya’da şehit edilen MİT’çilere dair bugüne kadar hükümetin ve medyasının söylediği her şey yalandı ya da AKP, Erdoğan ve medyası 15 Temmuz darbesinin failleriyle, MİT mensuplarımızı şehit edenlerle barıştı. İki ihtimal de birbirinden felaket, ikisi de birbirinden kötü!
Peki ne karşılığında?
Erdoğan yanıtını da verdi: “İnanıyorum ki çok kısa zamanda Birleşik Arap Emirlikleri ülkemizde ciddi yatırımlara girecek”.
Para, yine satın alabileceğini almıştı!
Belki fazla iyi niyet…
Önceden rezervasyon yaptırıp, “Onları alacağız” diyen “MİT ifşa” savcıları, geçen bir yılda, Ankara’daki makamlarına terfi etmişti. Gözlerim, yüzlerine “sözde FETÖ ile mücadele maskesi” takan, iddianame yazarken “vatansever rolü” oynayan o savcıları aradı. Belki Saray’a doğru giden BAE şefinin aracının önünü keserler, şehit edilen MİT’çilerin, 15 Temmuz’da katledilen 251 yurttaşımızın hesabını sorarlar diye bekledim. Elbette olmadı… Belli ki sıcak koltuk vatandan daha tatlı gelmişti.
MİT şehidinin cenazesini haber yapanların tutuklandığı, MİT personelini şehit edenlerinse ipek kumaşlarda ağırlandığı hikâye, Türkiye’deki vatanseverlik tablosunun nasıl baş aşağı durduğunu gösteriyor. “Parasıyla satın alınabilen vatanseverlik” beni yeniden o güne döndürdü: “Eğer bu tezgâhı kuranların bir vatanı varsa ben o vatanın hainiyim! Ne mutlu bana bir vatanları yok…”