Bağlaşma
cumhuriyet.com.trÜnlü bir bilim ve siyaset insanı bağlaşma (ittifak) konusunda, “Bağlaşma çok ustalık isteyen bir siyaset sanatıdır” diyor.
Konuyu olabildiğince derinleştirmeden önce bu sözcüğün dar anlamda neyi içerdiğine bakalım. Amaçları ortak olan kişi, grup ya da toplulukların birleşmeleri, bir araya gelmeleri biçiminde yorumlanabilirse de siyasal ve toplumsal açıdan daha geniş bir anlam içerir.
Özellikle siyasal bağlaşmalar, çok karmaşık sınıfsal kökleri olan tarihsel buluşmalardır. Başka bir anlatımla siyasal bağlaşmalar, tek bir sınıfın kendi içinde güç birikimi sağlamak amacıyla yapılan toplumsal genişlemeler hiç değildir.
Tersine gerek öğretisel, gerekse siyasal bakımdan birbirinden çok farklı -hatta taban tabana zıt- sınıf ve katmanların birbirine yakın ortak çıkar ve amaçlar paydasında bir araya gelmeleridir.
Siyasal bağlaşmaları ulusal ve evrensel olmak üzere iki başlık altında toplayabiliriz. Yine bunları kendi içlerinde taktik ve stratejik bağlaşmalar olmak üzere ikiye ayırabiliriz.
Şimdi, bu anlattıklarımızı, yaşanmış tarihsel örnekleriyle açmaya çalışalım. Gerek ulusal, gerekse evrensel bağlaşmaya en açık ve net örnek bizdeki “Anadolu İhtilali”dir. Yazımızın başındaki alıntıda da vurguladığımız gibi, Anadolu bağlaşmasının gerçek ustası da Mustafa Kemal’dir. Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşımı yürüten Mustafa Kemal, bu savaşı başarıya ulaştırabilmişse, bunun birinci koşulu içte tüm sınıf ve katmanları “milli mücadele” temelinde bir araya getirebilmesi becerisinde aranmalıdır. Bunu daha iyi anlayabilmek için birinci meclisin milletvekili bileşenlerinin sınıf kökenlerine bakmak yeterlidir.
Anadolu Bağlaşması’nın ikinci ve evrensel diğer ayağı ise Sovyetler Birliği ile yapılan yardım ve dayanışlarda kendini açıkça gösterir ve yine her iki ülke için bu bağlaşmanın hem taktik, hem de stratejik önemi vardır.
Anadolu bağlaşmasının ortak paydasını oluşturan ana amaç, Anadolu’nun emperyalist işgalden kurtarılıp bağımsızlığa ulaşmasıdır. Bu da ülkede yaşayan tüm sınıf ve katmanların ortak sorunudur. Ve böylesi bir bağlaşmada hiçbir sınıf ya da katman, “sen varsan ben yokum!” deme lüksüne sahip değildir.
Bağlaşma politikası konusunda verilecek bir başka örnek de Çin’den. 1937 yılında Japonlar Çin’i işgal edince, işgal öncesi Çin komünistlerine karşı acımasız bir savaş veren Çan Kay-şek, düşmanı saydığı komünistlerle bağlaşma kurma yolunu seçmişti. Çünkü bağlaşma, öznel niyetlerin değil, nesnel koşulların dayattığı zorunlu bir sonuçtur. Ve şimdi birleşenlerin ortak hedefinde olan işgalci Japonya’ydı. Çoğu eleştirilere karşı, Mao bu bağlaşmayı doğru, yerinde bir politika olarak savundu.
Uzak Asya’dan ayrılıp biraz da kıta Avrupa’sında dolanalım. Alman faşizminin tüm Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllar. Fransa işgal altındadır ve başta Fransız komünistleri olmak üzere tüm yurtseverler direniş saflarında omuz omuzadır. Balkanlar keza... Yugoslavya’da Tito’nun önderliğinde kurulan partizan örgütlenmesi antifaşist cepheyi oluşturarak Almanlara ve İtalyanlara karşı savaşmaktadır. Bu bağlaşmanın doğal bir sonucu olarak Tito’nun birleşik Yugoslavya’sı doğacaktır. Bulgaristan’da Dimitrov önderliğinde “Vatan Cephesi” kurulacak ve hem Alman işgalinin hem de Alman işbirlikçisi krallığın da sonunu getirecektir.
Örnekleri çoğaltmak olası. Ama biz bu örneklerle yetinip günümüze dönelim. Bugün Türkiye AKP siyasal erkinin elinde Cumhuriyet tarihinin en karanlık günlerini yaşıyor. Ne hukuk kaldı, ne yargı; hepsi Başbakan’ın emrinde. Basın ve medya kuruluşlarının önemli bir bölümü satın alınmış durumda. Üniversiteler, bilim yuvaları susmuş, medrese mantığı ile yönetiliyor adeta... Devlet kadroları AKP ve yandaşlarıyla doldurulmakta. Ordu dersen, içindeki yurtsever subaylardan temizlenerek polisle birlikte hükümete kulluk etmektedir. Dağlara taşlara korku salınıp tüm muhalefet odaklarına baskı uygulanmaktadır.
Bu siyasal iktidar döneminde yaşananların daha da acı ve düşündürücü yanı, bu hükümetin tam bağımlı ve gerçekten Amerikancı bir yapıya sahip olduğu gerçeğini bizlerin kitlelere yeterince anlatamamış olmamızdır. Yüzde elli oyum var, safsatasının arkasına sığınarak topluma adeta şantaj yapan Başbakan anımsamalıdır ki, bu oyları alan partisi değil, başta Amerika olmak üzere dünya emperyalist dizgesidir ve Türkiye’yi de yöneten kendisi değil Obama’dır.
Bu bağlamda bir başka gerçeği daha değinmek gerekirse, bugünkü dağınık ve güçsüz yapılarıyla muhalefet partilerinin AKP karşısında başarı kazanmaları oldukça zor görünüyor. O zaman tüm muhalefet partilerinin ve toplumsal güç odaklarının tıpkı Anadolu İhtilali örneğinde olduğu gibi sağlam bir bağlaşma temelinde güçlerini ve tarihsel birikimlerini bir araya getirmelerini yaşam dayatıyor. Bugüne değin bunu örgütlü güçler gerçekleştiremediği içindir ki, halk Gezi Parkı’nda kendi göbeğini kendi kesmek zorunda kalmıştır. Ancak Taksim Gezi Parkı olayları nedeniyle oluşan bu kendiliğinden bağlaşma taktik bağlaşmadır ve herhangi bir nedenle dağılma risklerini de içinde taşımaktadır. Bunun kalıcı ve sürekli olabilmesinin olmazsa olmaz koşulu, bu yapıyı taktik alandan alıp stratejik bir alana çekmekle olasıdır. Bu görev de bağlaşma içinde yer alacak siyasal partilere düşmektedir.