Ayşenil Şamlıoğlu: Her karanlıkta matrak bir uç bulurum

Yılların sanatçısı Ayşenil Şamlıoğlu koronavirüsü atlattı, setlere döndü. Menajerimi Ara’da Peride’yi canlandıran sanatçıyla hırsları, gençleri, ‘iyi ki’lerini ve ‘keşke’lerini konuştuk...

Elif Tokbay

- Koronavirüs atlattınız, geçmiş olsun, nasıl geçirdiniz, neler düşündünüz, aklınızdan ruhunuzdan neler geçti?

PCR testimin sonuçlarında yanlış veriye bakıp negatif olduğumu düşünerek mutlu mesut otururken kapıyı bir anda doktor ve hemşirenin çalmasıyla gerçeklerle yüzleştim. Evin içini bir kişiyle daha paylaştığınız zaman çok büyük endişe duyuyorsunuz elimde fısfısımla yeri göğü dezenfekte ederek oğlumla birlikte yaşadığım evde atlattım bu süreci. Bu sırada sette başkalarının da hasta olduğunu öğrendim. Acayip bir yorgunluk haliyle karşılaştım. Tek hareketimle neredeyse nefes nefese kaldım, tat duyumu kaybettim, koku alamadım. 5 ve 6. gün çok tehlikeli diye yazılar dolaşıyordu sosyal medyada, 5. günü bitirince 6. günü görebilecek miyim paniği yaşadım. 6. günü de aşınca bir şey olmayacağını anladım. O gün itibarıyla salonun cam kapısından oğlumla birbirimize soytarılık yapmaya başladık. Tüm yaşattığı şiddetli bel ağrıları ateşe rağmen çok da eğlendim tabii bu süreçte. Eğlenmezsem olmaz çünkü. Her karanlıkta matrak bir uç bulurum mutlaka. 

- Koronavirüs hayatımızı değiştirdi ve dönüştürdü. Tiyatroya ve hayata yansımaları nasıl olacak? Yılların tiyatrocusu, sanatçısı olarak neler öngörüyorsunuz?

Yaşadıklarımız bize başka şeyler öğretti ve hepimizin farkındalıkları değişti. Ben tiyatronun seyircisiyle karşılıklı var edilen bir sanat olduğu düşüncesindeyim. Yani onu filme aldığınızda ya da canlı yayın yaptığınızda şiddetle büyüsünü kaybediyor. Ama tabii ki elimizi kolumuzu bağlayıp tüh tüh diyerek oturacak da değiliz. Tiyatroyla ilgili denemeler yapılıyor şu anda. Bunların zaman içerisinde çok daha gelişerek dijital tiyatro diyeceğimiz bir türün oluşacağı kanaatindeyim. Tiyatro yüz yüze yapılan bir sanattır. Bu dijital tiyatro ise başka bir sanat dalı olarak gerçekten çok verimli üretimlerin yapılabileceği başka bir alan. 

- Televizyona yaptığınız ilk iş Ferhunde Hanımlar. Çocukluğumun dizisi. Sıcacıktı. Meftune karakterinin sizdeki yeri nedir? Çılgın bir tarafınız var, en büyük çılgınlığınız neydi? 

Meftune benim çok çok ama çok içimi ısıtarak ona sevdalanarak oynadığım roldür. Duyarlı ve bir yanıyla çılgın ama öteki yanıyla da çok hassas bir iç dünyaya sahip bambaşka bir kadın Meftune. Dolayısıyla onu ben kendime yakın da buldum. Dışarıdan zaman zaman çok sert görünürüm ürkütücü gelirim insanlara zaman zaman da çok eğlenceli çok çılgın deli bozuk bir şey olarak görürler beni. Çok ender olarak insanlar hakkımda “Ay çok duygusaldır” derler ama evet bütün bunların bir senteziyim diyebilirim ve evet Meftune’de bunu gördüm. Yıllarca devam etti Ferhunde Hanımlar. Oyuncular da birbirleriyle çok iyi paslaşan oyunculardı, hepimiz birbirimizi çok iyi tanıyorduk Ankara Devlet Tiyatrosu’ndan. Dolayısıyla sıcacık ve hepimizin çok büyük sevgiyle sarılarak ürettiği bir iş oldu. Benim için yeri hep özeldir ve hep özel kalacak. En büyük çılgınlığıma gelince, bana sorarsanız Orta Doğu Teknik Üniversitesi mimarlık bölümünde 3. sınıfı bitirmişken tiyatro sahnesinde olamazsam nefes alamayacağım diyerek konservatuvarı dışarıdan bitirmeye karar vermiş olmamdı. O zamanlar öyle bir hak vardı ve 4 yıllık okulu bir anda bitirdim. 

- Yıllar önceye gidersek.. Yıllar oyunculara ne katıyor, geçmişe baktığınızda kendinizde ne gibi değişiklikler görüyorsunuz? Ne kadar toymuşum dediğiniz hangi anlar hatrınıza geliyor? Keşkeleriniz, ‘iyi ki’leriniz?

Yıllar içinde hiç şüphesiz insan değişiyor demiyorum değişmiyor ama gelişiyor, önemli olan da içinizdeki özü koruyarak kendinizi zenginleştirmeniz. Bu sayede dünyaya, mesleğe, ilişkilere, kendinize bakışınızdaki farkındalık giderek büyüyor. Bunun büyümesi sizin meslekte çok daha sağlıklı adımlar atmanızın yolunu açıyor. Fakat çok trajik bir şey var, mesleğinize en verimli olacağınız zamanlar yaşınızın ileri olduğu zamanlar ki o zamanlarda size düşecek rol sayısı azalıyor. En toy olduğunuz zamanlarda da en büyük rollerin adayısınız. Bu tabii yaman bir çelişki. Keşke bugünkü farkındalığımla bugün kendime eklediklerimle başlangıca dönebilseydim, keşke. O zaman meslekte atacağım her adım farklı olurdu. ‘İyi ki’lerime gelirsek iyi ki oyuncu oldum, iyi ki bu işi yapıyorum başka bir işte soluk alıp vermeyi düşünemiyorum bile. İyi ki tiyatrodayım iyi ki oyuncuyum iyi ki yönetmenim iyi ki, iyi ki, iyi ki.

- ‘Menajerimi Ara’ dizisiyle birlikte menajerinize olan bakışınızın değiştiğini ifade ederken bir de "Menajerlik aslında büyük bir iktidar savaşı" diyorsunuz, nedir o iktidar savaşları, anlatır mısınız biraz?

Elbette, iktidar savaşı çünkü siz pek çok adayın arasından sıyrılıp bir cast’ın içine oyuncunuzu yerleştirmeyi hedefliyorsunuz kolay bir şey değil bu. Yani düşünsenize üstünüze aldığınız sorumluluğu! Bir başka insanın bir sanatçının kariyerini inşa etmek üzere yanında duruyorsunuz. Onun yanlışa düşmesinin önünü alacaksınız, ona en iyi işlerde, ona en yakışan, onun en üstesinden geleceği, onun en yıldızının parlayacağı işlere doğru yönlendireceksiniz. Siz bunu yaparken sizin gibi pek çok menajer de bunu yapacak. Aynı role talip olan oyuncular arasında kendi oyuncunuz için mücadele edeceksiniz. Bu çok ciddi bir iktidar savaşı. 

- Oyunculuk ve menajerlik yüksek egoların meslekleri. Siz yüksek egolarla nasıl mücadele edersiniz?

Elbette ki yüksek ego gerektiriyor çünkü oyuncuysanız kamera karşısına geçtiyseniz ya da sahne üstüne çıktıysanız ben buradayım, bana bakın, beni görün, beni çok beğenin ve çok alkışlayın demek üzere ordasınız. Bunun aksini asla düşünmüyorum, düşünemem bile. Şimdi bu özünde kendi egonuzu parlatacağınız andır öyle değil mi? Ben her zaman egomun emrettiğini yapmaya gayret ederken etrafımı zücaciye mağazasına girmiş fil gibi devirip atmamaya özen göstermişimdir. Bazıları fil gibidir her tarafı kıra döke ilerlerler. Ben bunu yapamaya büyük özen gösterenlerden biriyim. Benim gibi pek çok sanatçı arkadaşım var ama maalesef bazıları da dediğim gibi fildir.

- Hırsın ve rekabetin çok yoğun olduğu bir sektördesiniz. ‘Menajerimi Ara’ dizisinde canlandırdığınız Peride karakteri hırslarını törpülemiş. Yaşla birlikte hırslar tükeniyor mu, ya da törpüleniyor mu? Hırs aslında kötü bir şey değil, hatta gerekli de... Başkasına zarar vermeden hırsı yönetmek için ne yapmalı? 

Yaşla birlikte bazılarında hırs bir nebze törpüleniyor. Yaşamınızda bir çok şey yıllarla farklılaşıyor, biçimini değiştiriyor, inceliyor. Yani bir elmasın işlenmesi gibi yaşamınız. Dolayısıyla tabii ki yaşla birlikte pek çok yer törpülenip yeni bir biçim alıyor hırsınız da bunlardan biri. Hırsınız pozitif ve sizinle birlikte bütün bir ekibin başarılı olmasını talep eden bir hırsınız varsa ki ben öyleyim, yaşınız ilerlediği zaman çok daha dingin ve yine benzer tutkularla hareket edip başka bir paralelde ilerliyorsunuz. Hırs daha çok tutkuya dönüşüyor, mesleğinize aşkınız giderek artıyor. Ama şunu söylemek zorundayım ki biliyoruz ki yaş ilerledikçe insanın temelde duran vazgeçilmez olan huyları giderek keskinleşir, yaşı ilerledikçe acılaşan ya da yaşı ilerledikçe tatlılaşan insanlar vardır. Dilerim yaşı ilerledikçe kimse acılaşmasın olumsuz duygularla ve olumsuz huylarımızla çok daha genç yaşta mücadeleye başlayalım. Hiç unutmayalım ki yaptığımız iş ister kamera karşısında ister sahnede olalım bir ekiple birlikte var edilendir. Tek başına iş insanları değiliz, ressam değiliz, edebiyatçı değiliz, kompozitör değiliz öyle değil mi? Sanatımızla baş başa kendi kendimize bir üretimde değiliz yani kolektif hep birlikte yapılan bir işin insanlarıyız. Dolayısıyla da sadece ben yokum orada. Bugüne kadar sadece ve sadece ben diyen ve büyük başarılar elde eden insanlar yok mu var elbette. Bizon sürüsü gibi koşarlar hangi çiçeği çimeni ezip devirdiğini hangi çitleri ayaklarının altına aldığını görmeden, bilmeden. Bu bir seçimdir yaşamda, ben bir fil ya da bizon olmak istemediğim için yaşamımı sanatta ki duruşumu hep buna göre var ettim. Bu benim yolum herkesin yolu farklıdır. Herkesin yoluna da elbette saygım var. Menajerimi Ara’nın Peride’si de böyle bir karakter. Ekibinin gizli eli gibi. Her sorundan sadece kendini değil bütün ekibi de koruyarak çıkmaya çalışıyor. 

- Sabahları aynada kendinize baktığınızda "Kız Allah senin cezanı vermesin pek çirkinsin ama yine de de seni seviyorum" deyip kendi kendinize kahkaha atarmışsınız. İşte tam da ihtiyacımız olan şey! Bunun sırrı nedir? Hep böyle miydiniz, yıllar içinde mi oldu? 

Kendimi bildim bileli çok atılgan, arkadaş ortamını harekete geçiren, bir yerde yöneten ama aynı zamanda çok matrak ve duygusal biri oldum. Küçükken farklı harekete geçti bu yapım yaşım ilerledikçe daha farklı bir biçimde harekete geçmeye başladı ama ne olursa olsun özü siz beraberinizde getiriyorsunuz, bana sorarsanız arketipsel ve DNA ile gelen bir şey var, içinde bulunduğunuz ortam da sizi ona göre besliyor. Zor bir durumun içindeyken söylenmek yerine o anı nasıl eğlenceli hale getirebileceğimin peşine düştüm her zaman. Çünkü öbür türlüsü insanın kendisine zarar veriyor. Ortamın çok karanlık olduğundan şikayet etmek yerine kafanı çevirip aydınlığa bak, ufak da olsa bir pencere ya da ışık vardır mutlak.. 

- Belli yaştaki kadınlara hep aynı roller geliyor. Bunun kadınların sorunu olmadığı kesin. Peki sorun kimde? Senaryolar mı kısır, sektör mü böyle işliyor? 

Tiyatro, sinema ya da dizi fark etmiyor eril bir dünyada erkek rolleri hep çok daha zengin ve fazladır. Mesela Macbeth! Bir tane Lady Macbeth vardır karşında da bir araba dolusu erkek rolü yer alır. Üstelikte son derece renkli ve keyifli roller! Projelere baktığınızda erkek karakterlerin sayısının hep daha fazla olduğunu görüyorsunuz zaten. Kadına düşen rol oranı pastada çok minik bir dilim. E yaşınız ilerledikçe o dilim iyice küçülmeye başlıyor. Son zamanlarda şaka gibi cast’larla karşılaşıyorum ki bu da ayrı bir sorun. Anne-kız cast’ları! Anne-kızdan çok abla-kardeş gibi ekrandaki pek çok cast. Bu da yaşı olgunlaşan kadın oyuncuların işini iyice zorlaştırıyor. Yurtdışında olgun kadın starlara özel senaryolar yazılıyor yeter ki oynasınlar diye biz de bunu göremezsiniz. Yaşınız biraz ilerlediyse aşk bile yaşatmazlar size senaryoda. Örneğin İkinci Bahar’da Türkan Şoray ve Şener Şen’in aşkını hepimiz bayıla bayıla izledik. Bir zamanlar bunları işliyorduk ama şimdi sürekli genç seyirciyi toplama kaygısı bunun gibi pek çok şeyin kaybına yol açıyor. 

- Karakter oyuncuları bir diziyi sırf o karakter için izlememize neden olabiliyor. Günümüzde sanki gençler hep başrol peşinde. Sizce de öyle mi? Nedir karakter oyuncusu, oyuna, diziye, sinema filmine ne katar?

Karakter oyuncuları aslında temeli ya da omurgasıdır yapılan işin. İşi onlar taşır, onların üstünde başroller yıldızlaşır. Dolayısıyla herkes egosuna yenilip yıldız olmak istediği için kimse yıldızın altındaki insan olmak istemiyor. Oysa ki karakter oyunculuğu o kadar keyifli bir şey ki. Üstelik başrol peşinde koşmak çok yıpratıcı çok kısır kendini baltalayan bir şeydir. Hiç şüphesiz eğer bu noktaya ulaşabiliyorsanız hiç durmayın derim ama herkes yıldız kumaşına sahip değildir. Karakter kumaşı da yabana atılacak bir şey değildir, herkes karakter oyuncusu olamaz. Karakter oyuncusu olmak için gerçekten çok çok iyi bir oyuncu olmanız lazım. Tabii elbette sözünü ettiğim fiziksel özelliklerine yaslanarak hep aynı tip birtakım karakterleri canlandıran kişiler değil burada. Gerçekten komediden drama aklınıza gelebilecek her türlü oyun biçiminde, aynı şiddette başarıyla var olabilen  sanatçılardan söz ediyorum.  

- Gazetecilik bölümünü yarıda bıraktığınızı biliyoruz.. neydi sizi gazeteciliğe çeken, ve yarım bıraktıran şeyler?

Aslında hep oyuncu olmak istedim ama babamın “Üniversiteyi bir oku bakalım eğer istiyorsan hala üstüne de konservatuarda okursun,” demesi üzerine gazeteciliğe başladım. O sırada babam diplomatik görev için yurt dışına gitti ve ben de ailemle gitmek isteyince “O zaman kaydını sil gel başkasının hakkını gasp etme,” dedi babam. Ben de onların yanına gittim kaydımı silerek. Onlara hak verdiğim noktada kendi doğama uygun olduğumu düşündüğüm gazeteciliği seçmiştim. Gazetecilikte var olan bir şeyleri araştırma, üstüne gitme, insanlarla paylaşma durumu doğama yakın gelenlerdi. Çok güzel öyküler yazabilen aynı zamanda da çok atak bir gençtim. 

Siz birlikte oynadığınız genç oyuncular için bulunmaz bir nimet ve hazinesiniz. Oyunculukta usta çırak ilişkisi nasıl sürüyor, kaldı mı, azaldı mı, egolara mı yenik... 

Usta çırak ilişkisi elbette sinemada, televizyonda hiç şüphesiz var ama en çok tiyatroda geçerliliği olan bir şey bana sorarsanız. Tiyatroda göz göze karşılıklı, birbirinden o anda enerji, güç alarak birlikte bir dünyayı kuruverirsiniz ve size şahitlik eden, o sırada salonda oturmakta olan seyircinin önünde yaparsınız bunu. Böyle bir varoluşta kendinizi güvenle bir meslektaşınıza terk etmeniz gerektiğinde, sizi düştüğünüz anda harekete geçecek sizi kaldıracak birinin olduğunu bilmek sahne üzerinde bambaşka  bir şey. 

Günümüzde özellikle televizyon dizilerinde gençler çok çabuk ‘oluyorlar’.  Aman ‘Menajerimi Ara’nın gençleri bunu üzerine alınmasın ama. Orada bütün oyuncular keyifle birbirimizle en doğru paslaşmaları kurarak yol alıyoruz ve bu nedenle sonsuz mutluyum.  Fakat başka işlerde gördüm, tanık oldum ki bazı gençlerimiz üç bölüm sonra bir anda ‘oluveriyor’. Artık ondan sonra o geç insana ama şuna dikkat et deme şansınız kalmıyor ne yazık ki. 

- Mesleğiniz gereği bütün Anadolu’yu gezdiniz. Oyunculuğun büyük bir bölümü gözlem. Anadolu’da özellikle kadınlarla ilgili gözlemledikleriniz neler? 

Beni çok cezbeden bir yapı, bina gördüğüm zaman mimarlıktan kalan alışkanlıkla onun içini görmek isterim, durmamam yerimde. Turnelerde gezerken güzel bir ev görünce hemen kapısını çalıp içeriyi görebilir miyim dediğim çok olmuştur. Kimse de “Git kardeşim ben seni evime sokmam” demedi. Dolayısıyla gittiğim yer neresiyse oranın insanlarıyla yakın temasta olmaktan çok büyük mutluluk duydum. Dediğiniz gibi oyunculuk gözlem işi ama sadece etrafıma bakarak, yürüyüp gezmem. İnsanlarla temasta olurum. Şunu gördüm ki bir defa gerçekten çok koca yürekliler, son derece açık zihinler. Duygu olarak da açıklar ve sizinle her sohbete hazırlar. Tabii günümüzde Anadolu’nun ne hale dönüştüğünü bilmeden konuşuyorum, kendi zamanım için.  Çok hoş kadınlarla tanıştım. Delikanlı diyebileceğimiz her işini kendi yapan kadınlarla da tanıştım. Çok güzel kadın toplanmalarına dahil oldum. Buralarda mukallit diyeceğimiz kadınlar da olur ve inanılmaz matrak hikayeler anlatır. 

- Sizce insan neyle yaşar? Gıdası nedir?  

Bence insan sevgiyle yaşar. Sevginin olmadığı yerde insan susuz kalan bitki gibi giderek kurur.

- Şu aralar ne okuyorsunuz? 

En son Pascal Mercier’in Sözlerin Ağırlığı kitabını İlknur Özdemir’in çevirisiyle okudum. İlknur Özdemir kuzenimdir onunla her zaman gurur duymuşumdur. Ece Temelkuran’ın Bu da Geçer isimli son kitabını okuyorum. Özen Yula’nın Her Zerre Kara sırada bekliyor. ya geçeceğim oda yeni bir kitap çıkarttı biliyorsunuz Her Zerre Kara sonrada Özenciğimi okuyacağım.

- Ay’a gidiyoruz... Ne diyorsunuz?

Evet Ay’a gidiyoruz. Haydi hayırlısı diyeyim. Belki fiziksel yapısı uygun olan bir vatandaşınızı birilerinin roketine bindirip gönderebilirsiniz. Ama bizim şu anda bir roket yapıp bunu fırlatmamız çok uzak bir hayal. Keşke gerçek olsa.

- Tahammül edemedikleriniz?

Vefasızlık, yalan, haset, sevgisizlik.