AYM'den Ergenekon ve Adnan Hoca kararı

Anayasa Mahkemesi, Ergenekon davasından 6 yıl 9 ay cezaevinde kalan Mehmet Demirtaş'ın başvurusunda, "tutukluluk süresinin makul olmadığına" hükmetti.

cumhuriyet.com.tr

Gerçek Gündem'de yer alan habere göre, Anayasa Mahkemesi (AYM), Ergenekon davasından 6 yıl 9 ay cezaevinde kalan Mehmet Demirtaş'ın başvurusunda, "tutukluluk süresinin makul olmadığına" hükmetti.

Demirtaş’ın başvuruyu 2 Ağustos 2013 tarihinde yapılmasına karşılık, kararın 15 Ekim 2015’te yani Demirtaş tahliye olduktan sonra verilmesi dikkat çekti.

Anayasa Mahkemesi aynı zamanda 1999 yılında “Adnan Hocacılar” adıyla bilinen gruba yönelik yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınıp işkence yapıldığına yönelik başvuruya ilişkin şikayetin de incelenmediği yönünde karar verdi.

Kararda Mehmet Demirtaş'ın haklarının ihlal edildiği belirtildi ve "özel görevli hakimlerin kusurlu olduğu" vurgulandı. Anayasa Mahkemesi, tutukluluk kararlarında "inandırıcı somut olgular ortaya koyulmadığını" da tespit etti. Kararın bir örneği Ergenekon dosyasının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 16'ncı Ceza Dairesi'ne gönderildi.

ADNAN HOCACILARA İŞKENCE

Anayasa Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin, başvurucunun gözaltında maruz kaldığı işkence eyleminin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıkışının, ceza yargılamasını sonuçlandıran kararın kesinleştiği tarihte gerçekleşebileceğini tartışmamasını hak ihlali saydı.

Anayasa Mahkemesi’nin mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararının gerekçesi Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlandı. Karara göre başvurucu, 1999 yılında “Adnan Hocacılar” adıyla bilinen gruba yönelik yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alındı. Gözaltında işkenceye maruz kaldığını savunan başvurucunun şikayeti üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, ilgili kolluk görevlileri hakkında, “efrada suimuamele” suçunu işledikleri iddiası ile İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açtı.

Yargılama sonucunda sanıkların delil yetersizliği nedeniyle beraatlarına karar verildi. Beraat kararı Yargıtay tarafından onanınca başvurucu maruz kaldığı işkence nedeniyle uğradığı zararların tazminini talep etti, “yargı yolunun caiz olmadığı” gerekçesiyle dava reddedildi. Başvurucu da maruz kaldığı işkencenin mahkeme kararı ile sabit olduğu, adli makamların failleri tespit edemedikleri ve cezalandıramadıkları, manevi zararlarının da tazmin edilmediği, başvuruların mahkemelerce haksız olarak reddedildiği ve adil yargılama yapılmadığı, işkence ve kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği yönündeki iddiayı zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulan Yüksek Mahkeme, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Anayasa Mahkemesi, tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin İstanbul 3. İdare Mahkemesine gönderdi. Kararın gerekçesinde, mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınması gerektiği vurgulandı.

SINIRLAMALAR, DEMOKRATİK TOPLUM DÜZENİNE AYKIRI OLAMAZ

Somut olayda başvurucunun maruz kaldığı işkence nedeniyle yapılan ceza yargılaması sonucunda, işkence sabit görüldüğü, ancak bu eylemlerin, haklarında kamu davası açılan sanıklar tarafından işlendiğinin tespit edilememesi nedeniyle beraat kararı verildiğinin anımsatıldığı kararda, başvurucunun ceza davasının kendisi bakımından sonuçsuz kalması üzerine yürürlükte bulunan 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesinin bir numaralı fıkrasındaki “Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar” hükmüne istinaden Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açtığı hatırlatıldı. Başvurucunun açtığı davanın “yargı yolu” bakımından dayanağı olan söz konusu fıkranın Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğinin vurgulandığı kararda, iptalin ardından “yargı yolunun caiz olmadığı” gerekçesiyle başvurucunun davasının reddine karar verildiği belirtildi. Tazminat davası, “süre aşımı” nedeniyle reddedilen başvurucunun, kendisine karşı işlenen işkence eylemi sonucunda uğradığı zararların tazmini konusundaki taleplerini inceletme imkânından mahrum bırakıldığının ifade edildiği kararda, bu durumun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale olduğu vurgulandı. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğunun belirtildiği kararda, sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı ifade edildi.

ÖNGÖRÜLEBİLİR OLMAYAN YORUM DAVANIN İNCELENMESİNE ENGEL

Kararda, ilk derece mahkemesinin, başvurucunun gözaltında maruz kaldığı işkence eyleminin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıkışının, ceza yargılamasını sonuçlandıran nihai kararın kesinleştiği tarihte gerçekleşebileceğini tartışmadığı ve davanın esas yönünden incelenmesinin mümkün olup olmadığı konusunda bir inceleme yapmadığı belirtildi. İlk derece mahkemesinin usul kurallarına ilişkin, istikrarlı Danıştay uygulaması ile bağdaşmayan ve öngörülebilir olmayan yorumunun, başvurucunun tazminat davasının esasının incelenmesine engel olduğunun kaydedildiği kararda, mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamanın, kanuna ve Danıştay içtihadına aykırı olduğu ifade edildi. Başvurucunun, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar veren Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararı ilgili mahkemeye gönderdi.