Atilla Birkiye'den 'Melankolik Fırtına'

Atilla Birkiye, “Melankolik Fırtına”da anlara; İstanbul’a ve aşka yoğunlaşıyor. Kitap, anlatıcının aşkla, kadınlarla, geçmişiyle, ve artık tanıyamadığı kentiyle hem naif hem de sorgulayıcı bir hâl alan içsel hesaplaşmasına sahne oluyor. Anlatıcının kişisel tarihinden sunduğu kesitler, bir erkeğin gözünden aşk ve kadını yansıtırken ülkenin yakın tarihine de gönderme yapıyor.

Şevval Başar

'Rastlantı yalanı’
 
Atilla Birkiye edebiyat yolculuğunda deneme, roman, düzyazı-şiir, antoloji ve anlatı gibi farklı türler arasında gezinen bir isim. Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü adlı çalışması geçen yıl yayımlanan Birkiye, şimdi de Melankolik Fırtına’yla okur karşısında. Anlatı olan kitap, yazarın 2006-2017 arasında Özgür Edebiyat, Dünya Kitap, Varlık gibi birçok dergide yayımlanan yazılarına yenilerinin de eklenmesiyle ortaya çıkmış. Fakat benzer tema ve duygu ile yoğrulmuş metinler, kitap fikriyle bir araya getirilince anlatı toplamı olmaktan uzakta, bütünsel bir zemine oturmuş. Bu nedenle kitabı novella olarak nitelemek de mümkün.
 
YAZARIN SEYİR DEFTERİ

Atilla Birkiye’nin biçimsel olarak kurduğu türler arası gezintiden söz ettik; yapıtlarında, bu yolculuk içerik yönünden de kendini hissettiriyor. Sözcük seçimleri ve bunlar için açtığı parantezlerle kurguyu farklı bir damardan besliyor yazar. Böylelikle okur, akıp giden hikâye arasında bir yazarın kalemine ilişkin metne eklemlenmiş notlarla yüzleşirken yazın serüvenine de dâhil oluyor bir anlamda. Örneğin, “(Buradaki ‘siz’, bir resmiyet değil, tabii ki senli-benliyiz; ne var ki ‘siz’ demek güzelliğine, kadınsılığına benden bir teşekkür!) diyor Birkiye. Çok geçmeden, birkaç sayfa sonra “Rastlantılar iyidir, yaşamı renklendirir, insanı hayata bağlar. Gördüğün gibi yaşam ile hayat sözcüklerini de birlikte kullanıyorum, siz ile sen gibi!” diye yazıyor. Bunu kimi zaman bu denli açık, kimi zaman örtülü bir şekilde görmek mümkün. Orta yaşı geçmiş anlatıcı da bir yazar ve anlar arasında gidip gelirken sözcüklerden, mekânlar ve İstanbul’dan dem vuruyor sık sık. Bununla birlikte temelde bireysel izleklerle ilerliyor kitap: Geçmiş, yarım kalan -belki hiç başlayamamış- hikâyeler, kadın-erkek ilişkisi, bir erkeğin gözünden aşk ve kadın…

Fakat anlatıcının, melankolik tavrıyla kişisel tarihinden sunduğu kesitler duygulara ve ülkenin toplumsal belleğine doğru akıyor bir noktadan sonra. Mevsimlerden, yaz neşesinden bahseden satırlarda konu aniden, bir yaz günü yaşanan depreme ya da katliama uzanabiliyor. Anlatıcının geçmişinin, ülkenin ve kentin yakın tarihiyle buluşmasından okura da pay çıkıyor. Birkiye’nin yazın ve hayal gücünün sınırlarında dolaşırken kendi yaşamından parçalarla özdeşim kurma imkânı buluyor okur.

Bu durum, kurguda çok detaylandırılmasa da sosyal meselelerin metnin arka planından süzülmesiyle pekişiyor sanki.
 
AŞK VE MEKÂN

Mekânların hafızalarından söz ediyor Birkiye; yitip giden mekânlardan kalan anılardan... Tophane, Taksim, Boğaz, Galata, Salacak… İstanbul’un değişen yüzüne atıfta bulunarak yaşanmışlıkların ve anıların mekânla bütünleşerek düşünülmesine gönderme yapıyor. Kitap, mekân olarak İstanbul’a odaklansa da genel hatlarıyla çoğu kent için geçerli olan, yıkılıp yeniden inşa edilmek istenen mekânsal hafızaya geniş yer veriyor.

Anlatıcının bir kafede, durakta ya da evde geçirdiği anlar bağlamında bu mekânları hatırlaması ve oraların varlığını artık sadece anılarda sürdürmesi… Bu yakıcı gerçek, aslında çoğu insanın belleğinde yer etmiş olmalı. İstanbul’da doğup büyüyen Birkiye’nin belleğindeki kente özlemi buram buram yansıyor. 2014’te Notos Öykü Şubat-Mart sayısında yer alan ve ‘İstanbul’la Didişmeden Olmaz!’ başlıklı söyleşisinde aşk ve mekân ilişkisine dair görüşlerini söyle sıralıyor Birkiye: “İstanbul ile aşk iç içedir; yüzlerce kitap yüzlerce film buna örnek verilebilir. Bir noktayı bir kere daha vurgulamak gerek belki de. Aşkta mekân çok önemlidir, hem tikel hem de genel olarak.” Dört yıl önce söylenenler, Melankolik Fırtına’yı yazdıran düşünceye ve duygu durumuna işaret ediyor aslında.
 
“AN”LARIN ANLATISI

Tüm bunlar ışığında kitabı; anlatıcının aşkla, kadınlarla, geçmişiyle, kendisiyle ve artık tanıyamadığı İstanbul’la hem naif hem de sorgulayıcı bir hâl alan içsel hesaplaşması diye tanımlamak yanlış olmaz sanıyorum. Birkiye, anlar üzerine kuruyor kitabını; kısa anlar ama anlatıcının bu kısa anlarda hissedip düşündükleri hayli yoğun ve derin. Zamandan zamana, andan âna uzanmanın başlıca nedeni ise rastlantılar. Fakat anlatıcı, bazen geçmişe saplanıp kaldığını veya geçmişi tabulaştırdığını düşünse de bu rastlantılardan rahatsız değil. Aksine, yaşanmışlıklar ve yarım kalanlar, hayatından gelip geçmesine rağmen zihninde yer tutanlar hakkında düşünmekten hoşlanan bir tavrı var. Bu, yakıcı bir süreç olsa da adetâ karşısındakilerle mektuplaşır gibi içini döküyor kahramanımız.

Birkiye, edebî ve bir o kadar da melankolik gelgitlerle anlatıcının hikâyesi ve ruh hâlini en saf biçimiyle aktarıyor. Rastlantılarla örülmüş bu hikâyenin özetiyse yine satırlarda gizli: “Bitti sanıyordum, zamana yayılmış.”
 
Melankolik Fırtına / Atilla Birkiye / Siyah Kitap / 110 s.