"Atatürk'ün gösterdiği önemi kimseden görmedik"

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu resmi resepsiyonlara katılmama sebebini açıkladı: Atatürk'ün gösterdiği önemi kimseden görmedik, o yüzden resepsiyonlara katılmıyorum.

cumhuriyet.com.tr

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, türban başta olmak üzere bir yasa düzenlemesi yapılırken “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüşü nedir?” diye sormanın laikliğe aykırı olduğunu söyledi.

Bardakoğlu, “Siyasi tartışma siyasi zeminde yürür. Biz bunun bir unsuru olmadık şimdiye kadar” dedi. Resmi resepsiyonlara katılmadığını belirten Bardakoğlu, “Atatürk’ün gösterdiği önemi kimseden görmedik, o yüzden resepsiyonlara katılmıyorum” dedi. Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, Hayrünnisa Gül’ün elini sıkmaması ile alevlenen “tokalaşma” tartışmasıyla ilgili olarak da Bardakoğlu, “Ben şahsen elini uzatan hanımefendilerin elini sıkmakta bir beis görmüyorum. Tokalaşmanın haram olduğunu bildiren açık bir dini metin bulunmamaktadır” diye konuştu.

Prof. Dr. Bardakoğlu, Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer ve muhabirimiz Fırat Kozok’un sorularını yanıtladı. Bardakoğlu’nun sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
 

- Diyanet’in daha özerk bir yapıya kavuşturulması yönündeki sözleriniz tartışma yarattı. Bu görüşlerinizi açabilir misiniz?

- Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve dini teşkilatların hangi alanlarda ne gibi hizmetler vereceklerinin sınırları, siyasetin sınırları netleşirse, kurumun bağımsız, otonom, özerk olmasındaki kaygılar boşa çıkar. Yani Diyanet bağımsız, otonom olduğu zaman şimdikinden daha farklı alanlara karışacak, müdahale edecek diye bir kaygıya yer yok çünkü artık Diyanet’in hangi konularda nasıl hizmet yapacağı artık istikrar kazandı ve benzeri kurumlar arasında siyasetin dışında kalmayı en iyi başaran kurum Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Diyanet’in kendi yönetimini belirlemesi, mali konularda daha özerk olması önümüzdeki yıllarda tartışılmaya değer bir konudur. Avrupa’da kilisenin başını siyasi iradenin atadığını göremezsiniz.
 

- Böyle bir yapıda Diyanet’in cemaatlerin kontrolüne girme riski yok mu?

- Diyanet’te tüm atamalar devletin diğer kurumlarında olduğu gibi siyasi atamalar geçerli. Bunun hiçbir riski yok da, Diyanet’in özerk olmasının, teşkilatın kendi kendini yönetecek kişilerin seçiminde teşkilat mensuplarının devrede olmasının riski varsa o zaman bu konu tartışmaya değer bir konu değildir. Diyanet bugüne kadar rüştünü ispat etmiştir. Diğer kurumlar nasıl tedbir alıyorsa, Diyanet de alır. Diyanet de diğer kurumlar kadar güvenilirdir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da benzer bir yapı vardı.
 

- Böyle bir yapıda gayrimüslümlere de yer verilebilir mi?

- Şu anda zaten gayrimüslimler kendi idarelerini kendileri oluşturuyor. Türkiye’de diğer din mensuplarının teşkilatları tamamen devletin bürokratik mekanizmasının dışında, kendiliğinden özerk bir şekilde oluşuyor. Diyanet İşleri Başkanlığı hiçbir zaman devletin dini hayatı kontrol mekanizması olmamalıdır, bir güvenlik birimi gibi hareket etmemelidir. Dine bir şekil verme aracı da olmamalıdır. Devletin toplumsal güvenliğini sağlayacak bir sürü birim var. Bizim din görevlilerimiz topluma din konusunda ayrıştırmadan, dindarlık ölçümü yapmadan dinin doğru bilgisini veren ve buna öncülük eden kişiler olmak zorundadır.

- Türban tartışmaları sırasında sizden de görüş istendi. Bu ileride miras, evlilik gibi konularda da sizden görüş istenmesinin yolunu açar mı?

Biz dinle ilgili konuda görüş bildirmekten çekinmeyiz. Ama, hiçbir zaman görüşümüz siyasetçinin ne yapacağına ilişkin olmaz. Siyasi tartışma siyasi zeminde yürür. Biz bunun bir unsuru olmadık şimdiye kadar. Ben bu tür konuların Diyanet’ten görüş sorularak çözüme kavuşturulması değil, özgürlükler paketi olarak çözülmesi gerektiğini defalarca söyledim. “Bir konuda yasal düzenleme yapacağız, Diyanet’in görüşü nedir” demek, laiklik ilkesine aykırıdır. Biz dinin doğru bilgisini söylemekle görevliyiz örneğin alkol kullanmak günahtır, ister araba kullanırken kullansın, ister dağbaşında bir kulübede tek başına otururken kullansın. Ama içkinin hangi durumlarda suç olacağı siyasetin işidir.
 

- Peki türban konusunda ne düşünüyorsunuz?

- Başörtüsünün de şimdiye kadar dini değerlendirmesini yaptık. Yani Müslüman kadınların 14 asırdır başlarını dini bir vecibe olarak gördüklerinden dolayı örtegeldiklerini söyledik. Başörtüsü konusunun çağdaşlık, laiklik bağlamında tartışılmasını doğru bulmadığımızı defalarca söyledik. Ben yetişkin kadınların başlarını örtmelerinin dini bir vecibe olarak algılandığını söylüyorum. Siyaset nerede yasaklar, nerede serbest bırakır, o siyasetçilerin işidir. Ama şunu da söyleyeyim, bu Müslüman olmanın yegane ölçütü olarak da algılanmamıştır. “Başını örtersen, içki içmezsen Müslümansın, tersini yaparsan değilsin” gibi bir kategorik ayrım da bizim geleneğimizde yoktur. “Ben Müslümanım” diyen Müslümandır. Müslümanlığın inanma, ibadet, davranış ve ahlak yönüyle birçok kuralı vardır. Bütün bu kadar kalem, beşeri hayatımıza ilişkin ödevi olan bir dini belli bir şekille izah etmek ve ona indirgemek Müslümanlığı anlamamış olmaktır.

- Son günlerin tartışma konusuna gelirsek, kadın elini sıkmamak Müslümanlığın parçası mıdır? Siz 29 Ekim resepsiyonuna gittiniz mi?

- Ben bugüne kadar hiçbir resepsiyona katılmadım. Şu sebeple katılmıyorum; rahmetli Atatürk’ün Cumhuriyeti kurarken Diyanet İşleri Başkanlığı’na verdiği önemi ve itibarı bugüne kadar hiçbir zaman göremedik. Onun için iyi giyimliler arasında sırada yürüyen bir kişi olmayı ben kurumuma ve konumuma karşı bir haksızlık olarak gördüğümden bu tip devlet protokollerine pek iştirak etmiyorum. O dönemin uygulamalarının yanına bile yaklaşmayan bir şey olduğu için de kendime daha fazla haksızlık etmemek adına pek katılmıyorum.
 

- Peki, el sıkma konusunda ne düşünüyorsunuz?

- Tokalaşmanın dini yönünü tartışan bir toplum olmamalıyız artık. Ben şahsen elini uzatan hanımefendilerin elini sıkmakta bir beis görmüyorum. Tokalaşmanın haram olduğunu bildiren açık bir dini metin bulunmamaktadır. Ama hanımların bu konudaki tercihine de saygı duyarım. İşin adabı muhaşereti el uzatan kadınların elini sıkmak bir medeni davranıştır ama kültüründe, geleneğinde, bölgesinde böyle bir adet yoksa bunu da çağdaşlık ölçütü olarak tartışmaya açmak da doğru değil. Türkiye’de 30 milyonu aşkın kadın var, hepsini bir kalıba sokmak mümkün mü?

- Son olarak kurban konusuna gelirsek? Yurdışından getirilen hayvanlar kurban bayramında kesilecek. Ancak bunlardan bir bölümünün hadım olduğu ortaya çıktı. Sizce bu konuda dinen bir sakınca var mı?

- Kurban konusunda en önemli şey vekaletle kurban kampanyasının yardım kampanyasına dönüşmemesidir. Kurban kesme yerine yardım yapan sadece hayır yapmış olur. Onun için kesimsiz kurban olmaz. İnsanlar parayı verip arkalarına dönüp gitmemelidir. Türkiye’de kesilen hayvanların 5’te 4’ü diğer zamanlarda kesiliyor ve zenginin sofrasına gidiyor. Yalnızca 5’te 1’i kurbanda kesiliyor ve fakir fukaraya gidiyor. Yıldan yıla et gören insanlar var. Bu dönemde zenginlerin kurban etini dipfrize koymasını doğru bulmuyorum. Hayvanın ithal olmasının sakıncası yok, hadım olmasının da sakıncası yok. Sağlıklı olması yeterlidir.