Aslı Erdoğan: Çok korkunç bir şey bu

Yazar Aslı Erdoğan, 163 gazetecinin cezaevinde olduğunu belirterek, "Tüm dünyadaki diğer tutuklu gazetecilerin toplamı 100 civarında sanırım. Rusya’sı Çin’i, Afrika ülkelerinin hepsini topla bizim yanımıza bile yaklaşamıyorlar. Çok korkunç bir şey bu. Bu 163 rakamı, bile kendi başına çok şey söylüyor. Artık Türkiye’de bazı sınırların misliyle aşıldığını gösteriyor" ifadelerini kullandı.

cumhuriyet.com.tr

Kapatılan Özgür Gündem gazetesi yazar ve yöneticilerine yönelik soruşturma kapsamında tutuklanıp 'yurtdışına çıkış yasağı ile tahliye edilen yazar Aslı Erdoğan, Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman'a konuştu.

Erdoğan, "Çok üzülüyorum. Ben şimdi ne içerideyim ne dışarıda. İkisine karşı da suçluluk duyuyorum. Şu an 163 gazeteci içeride! İnanılır gibi değil. Tüm dünyadaki diğer tutuklu gazetecilerin toplamı 100 civarında sanırım. Rusya’sı Çin’i, Afrika ülkelerinin hepsini topla bizim yanımıza bile yaklaşamıyorlar. Çok korkunç bir şey bu. Bu 163 rakamı, bile kendi başına çok şey söylüyor. Artık Türkiye’de bazı sınırların misliyle aşıldığını gösteriyor" ifadelerini kullandı.

Ayşe Arman'ın yazar aslı Erdoğan ile yaptığı söyleşi şöyle:

SANKİ ONLARCA KİŞİYİ ÖLDÜRMEKLE EŞ TUTULUYOR GAZETECİLİK

Nasılsın?

-“İyiyim” diyemeyeceğim. Fiziksel birtakım sorunlar yaşıyorum. Cezaevinin neticesi. Boynum, sindirim sistemin. Bunun dışında psikolojik olarak epeyce hasar gördüm. 4 aydır, tek bir gece yok ki kâbuslarla uyanmayayım. Her gece ya mahkemedeyim ya da cezaevinde. Üstelik babam ağır bir kalp ameliyatı geçirdi...

Babanın yanına gittin tabii...

- Elbette! Ne yaşamış olursak olalım, zor anlarında insanları bırakamıyorum. Cezaevi, hastalık, ölüm. Bundan öte ne var?

Haklısın. Baban seni cezaevindeyken ziyaret etti mi peki?

- Hayır. Bazen öyle şeyler oluyor ki hayatta, geçmişte yaşanan hiçbir şeyin önemi kalmıyor. En azından benim için öyle.

“Dışarıda”sın, kendini nasıl hissediyorsun?

- Dışarıda gibi hissetmiyorum! Ben hâlâ mahpusum. Yurtdışı çıkış yasağı da bunu hatırlatıyor. Şansa, biraz daha büyük bir hücredeyim. Ama her an, o da elimden alınabilir. Görüyoruz, bırakılıp yeniden tutuklananları...

Gittikçe “içeridekiler” çoğalıyor, bu seni nasıl etkiliyor?

- Çok üzülüyorum. Ben şimdi ne içerideyim ne dışarıda. İkisine karşı da suçluluk duyuyorum. Şu an 163 gazeteci içeride! İnanılır gibi değil. Tüm dünyadaki diğer tutuklu gazetecilerin toplamı 100 civarında sanırım. Rusya’sı Çin’i, Afrika ülkelerinin hepsini topla bizim yanımıza bile yaklaşamıyorlar. Çok korkunç bir şey bu. Bu 163 rakamı, bile kendi başına çok şey söylüyor. Artık Türkiye’de bazı sınırların misliyle aşıldığını gösteriyor.

Bir de senin gibi dışarıda olup da davası sürenler var...

- Evet. Onlara istenen astronomik cezalar... Artık ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyor insanlar. Sanki onlarca kişiyi öldürmekle eş tutuluyor gazetecilik faaliyeti! Bana gelince ben gazeteci bile değilim. Bir gazetenin sembolik danışma kurulu üyesi olduğum için geldi başıma bunlar. Artık olan biteni; keyfiyet, zulüm ve gözdağı diye yorumluyorum. Ahmet Şık gibi çok ciddi gazeteciler içeride ve çok garip, komik suçlamalarla. Artık bu topraklarda gazeteciler her gün, nereye ne yazarlarsa yazsınlar, “Başıma iş gelir mi?” endişesi yaşıyor. Bu toplumun bence en önemli ses tellerinden biri basın. Neredeyse kesildi gibi...

İNSAN KAFASINA SİLAH DAYALIYKEN ARYA SÖYLEYEMEZ YA, BENİMKİ DE O HESAP!

Yeniden yazmaya başladın mı? Yoksa bu iklim, edebiyatçı yanını öldürüyor mu?

- İnsan kafasına silah dayalıyken arya söyleyemez ya, benimki de o hesap! Benim edebiyatım, sözcüklerle çok özel bir ilişkiye dayanan, mutlak yalnızlık isteyen, evime kapanıp müziğimi, şiirimi, karanlığımı, mum ışığımı istediğim bir edebiyat. E bu korku, gerginlik ortamı tabii ki hiçbir edebiyatçıya iyi gelmiyor. Bana daha da kötü geliyor!

Bu arada yeni bir ödül daha aldın. Avrupa Kültür Vakfı’nın uluslararası alanda tanınmış sanatçılara verdiği Prenses Margriet Ödülü...

- Evet. Ben aslında ödüllere de cezalara da mesafeli yaklaşırım. Ama bu, benim sanatçı yanıma verilen bir ödül. Çok sevindim...

Ne yazık ki yurtdışı yasağın olduğu için katılamıyorsun. Ne hissediyorsun?

- Aylar önce Karl Tucholsky Ödülü almıştım. O zaman cezaevindeydim. Karl Tucholsky, toplama kampına gitmemek için intihar etmiş bir yazar. Ve benim için çok özel. Ödülü, Bakırköy Cezaevi’nin dış duvarının önüne koyulmuş görünce çok duygulanmıştım. Daha sonra Theodor Heuss Madalyası aldım, ona da gidemedim. Şimdi Bruno Kreiss İnsan Hakları Ödülü veriyorlar, ona da gidemiyorum. Ama en çok, üzen galiba bu son ödül oldu. Çünkü bu benim kaderime ya da cezaevine verilmiş bir ödül değil, sanatçı yanıma verilmiş bir ödül. Sanat ödülü almış birinin devletin birlik ve bütünlüğünü yıkmaktan yargılanıyor olması da trajikomik. Şimdi sırada Almanya’dan aldığım yeni açıklanacak Erich Maria Remarque Ödülü var. “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”un yazarı. Barışa katılarımdan dolayı verilmiş bir ödül bu. Ve ben terör suçlamasıyla yargılanıyorum!

GÖZYAŞLARINDAN MEKTUP BİTMİYOR!

İçeride birlikte yattığın arkadaşlarını özlüyor musun? Onlardan haber alıyor musun?

- Benim çok garip bir huyum var, ben çok düşündüğüm insanları pek arayamam. Sevgili koğuşum C9’a upuzun bir mektuba başladım, hâlâ bitmedi ve hâlâ yollayamadım. Beni nankörlükle suçlayacaklar diye korkuyorum.

Olur mu canım, onlar tanımışlardır seni...

- İnşallah öyledir. Her gün, “İşte bugünlerde onun davası var, şu günlerde şunun tahliyesi geldi!” diye düşünüyorum. Yüreğim hâlâ onlarla. Ben aşırı duygusalım, gözyaşlarından mektup bitmiyor. Al 3 cümle yaz, bir kart at değil mi? Yapamadım.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız...