Anayasa Değişikliğinin Gerçek Hedefi...
cumhuriyet.com.trSiyasal iktidarın, anayasa değişikliği yapma zamanının geldiğine karar verdiği anlaşılıyor. Halkoylaması süresini kısaltacak yasal değişikliğin ivedi biçimde Meclis gündemine alınmasının nedeni bu. Çünkü, birçok değişiklikte, siyasal iktidarın nitelikli çoğunluk olan 367 ve üzeri oyu sağlayamayacağı ortada. Bunun için halkoylamasına gidilmesi zorunlu görünüyor.
Anayasa değişikliği konusunda iki husus çok önemli. Birincisi; “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye! Yahu bu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek”, “Biz İslamı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz”, “laikliğin tanımı yeniden yapılmalıdır” ve “laiklik din ve vicdan özgürlüğüdür” gibi söylemlerle, amaçlarını yıllar öncesinden ortaya koyanların, bu amaçları eyleme dönüştürmesi üzerine, Anayasa Mahkemesi’nin, AKP’nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna” karar vermiş olması. Bu kararın nasıl bir sonuç doğurduğunu anlamak için kısa bir saptama yapmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kurucu İrade tarafından belirlenen ve anayasalarda yer alan ana amacı, çağdaşlaşmadır.
Anayasayı ihlal
Laiklik de bu amacı sağlamak için, tüm devrimlerin temeli olarak öngörülmüş ve bu niteliğiyle anayasa tarafından korumaya alınmış ana ilkedir. Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak demek, bu ana ilkeyi, dolayısıyla anayasayı ihlal etmek demektir. Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, “din hürriyetinin anayasa ile çizilen sınırlarının ihlali, dinin sömürülmesi ve kötüye kullanılması, devletin laiklik esasına dayanan düzenine karşı gelinmesi anlamı taşımaktadır” denilerek bu husus açıkça vurgulanmıştır. (K.1971/76) Anayasayı ihlal eden ve bu nedenle anayasal dayanağını ve meşruiyetini yitirmiş olan bir siyasal partinin, TBMM’de tek başına çoğunluğu sağladığı yeterli görülerek anayasayı değiştirmesi hukuka uygun düşmez. Bırakınız anayasayı değiştirmeyi, böyle bir partinin siyasal yaşamını sürdürmesi, hele hele ülkeyi yönetmesi hukuksal mantığın kabul edeceği bir durum değildir.
İktidarın amacı
İkincisi; bu değişikliklerin halk tarafından onaylanması durumunda bile geçerli olup olamayacağı sorunudur. Hukuk devleti ilkesi gereğince, egemenliği ulus adına kullanacak organların bu “Anayasadaki esaslara göre davranmaları” anayasal zorunluluktur (m.6) ve anayasa herkesi bağlar. (m.11) Buna göre, anayasa değişikliğini yapacak yasama organının da değişiklikleri oylarıyla kabul ya da reddedecek halkın da değiştirilemez nitelikteki anayasal ilke ve kuralları gözetmeleri gerekmektedir. Tersi durumda görev Anayasa Mahkemesi’ne düşecektir.
İşte can alıcı nokta da burasıdır. Çünkü, asıl amacı laiklik ilkesinin tanımını ve kapsamını dolaylı yoldan değiştirmek olan siyasal iktidar, Anayasa Mahkemesi’ni aşabilmek için üye sayısını artırmak, yandaş hukukçuların çoğunlukta olacağı bir yapı oluşturmak istemektedir. Batılı ülkelerde de parlamentoların anayasa mahkemelerine üye seçtiğini belirten aymazlara, bu ülkelerle aramızda toplumsal koşullar, demokrasi ve hukuk anlayışı, kişilik oluşturma ve benimsenen dinin etkisi yönlerinden çok büyük farklılıklar olduğunu anımsatmak isteriz. Biz henüz “kul”luktan ve “biat kültüründen” kurtulamamış bir toplumuz. Bu farklılıkları, laiklik konusundaki kararlarında en güzel biçimde Anayasa Mahkemesi ortaya koymuştur. Yüksek Mahkeme kararlarında; “laiklik ilkesi din ve devlet işlerini düzenleyen bir ilke olması nedeniyle, her ülkenin içinde bulunduğu ve her dinin bünyesinin oluşturduğu koşullar arasındaki ayrılıkların, laiklik anlayışında da ortaya ayrımlar çıkarması zorunlu bir sonuçtur” (K.1971/76, K.1991/8); başka bir anlatımla, “laiklik, uygulandığı ülkenin dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından etkilenmektedir” (K.1986/26, K.1989/12, K.1998/1) yargısına varılmaktadır.
Anayasa Mahkemesi’ne göre; din ve devlet işlerinin ayrılması biçimindeki klasik tanımına karşın İslam ve Hıristiyan dinlerinin özelliklerindeki ayrılıklar gereği ülkemizde ve Batılı ülkelerde laiklik ilkesinin kurallaştırılması ve uygulaması farklı olmuştur. Dinin sömürülmesi ve kötüye kullanılması söz konusu olmadığı için Hıristiyan dinini kabul etmiş toplumlarda din ve devlet işleri ayrılarak kiliseye bağımsızlık verilmesinde sakınca görülmemiştir. Oysa, İslam dininin, bireylerin manevi yaşamı yanında toplumsal ilişkileri, kamusal etkinlikleri, kısaca hukuk alanını da düzenlediği gözetilerek ülkemizde laiklik zorunlu olarak, dinin devlet işlerine karışmaması ve devlet denetiminde bulundurulması biçiminde kurallaştırılmıştır. (K.1971/76, K.1983/2, K.1986/26)
Devrim yasaları
Birçok yönden eleştirilebilecek olan 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’nda olduğu gibi, laiklik konusunda, kurucu iradeye ve ülkemiz koşullarına uygun, mükemmele yakın düzenlemeler içermektedir. Başlangıçta, “laiklik ilkesi gereği, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” öngörülmüş; 24. maddesinde, devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeninin kısmen de olsa din kurallarıyla düzenlenemeyeceği, dinin, din duygularının, dince kutsal sayılan değerlerin siyasal ve bireysel çıkar sağlamak için kullanılamayacağı belirtilmiş; 174. maddesinde de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğini koruma amacı güden devrim yasalarına yer verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi de bu kuralları değerlendirerek “Dinin, devlet işlerinde etkili ve egemen olamayacağına; dinin, bireylerin manevi yaşamlarının inanç bölümünde, sınırsız bir özgürlük içinde anayasa güvencesine alındığına; dinin, bireylerin manevi yaşamını aşarak toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemeyeceğine; devletin bunu önlemek için dini hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisinin bulunduğuna” kararlarında yer vermiştir. (K.1971/76, K.1986/26, K.1989/12, K.1996/5)
İşte yukarıda açıklanmaya çalışılan anayasa değişikliklerinde güdülen amaç, dolaylı kurallar ve Anayasa Mahkemesi’nin üye yapısını değiştirerek Yüksek Mahkeme’nin yukarıda sergilenen yargısını tersine çevirmektir. “Sivil darbe” ile gerçekleştirilmek istenilen karşıdevrim amacına ulaşmak üzeredir. Anayasa değişikliği bu süreçte son evredir. Bu değişiklikle yeni rejime yasal dayanak ve meşruiyet kazandırılmaya çalışılacaktır.
Parti kapatma davası açılmasının TBMM iznine bağlanması, parti kapatılması koşullarının ağırlaştırılması ve Anayasa Mahkemesi’nde yapılacak değişikliklerle hukuksal yönden yapılabilecekler de giderek azalmaktadır.
(Bülent SERİM Eski Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri)