Amaç Yargılamak mı, Tutuklamak mı?
Bugün cezaevlerinde hükümlüden çok tutuklu bulunması ve mevcut cezaevlerinin artık fiziki kapasitesini de aşan insanların bulunması karşısında, tutuklama kurumunun yeniden gözden geçirilmesi zorunlu hale gelmiştir.
cumhuriyet.com.trDeniz Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek’in, darbeye teşebbüs ve iddia olunan Ergenekon terör örgütü üyeliği suçlaması nedeniyle ikinci kez ifadesinin alınmasından sonra tekrar tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilmesi, öncekinde olduğu gibi bu defa da nöbetçi hâkim kararıyla tutuklanması ve ardından tutuklama kararına mahkeme heyetinin incelemesi için avukatının yaptığı itiraz üzerine, öncekinde olduğu gibi yine tutuklanmasına gerek görülmemesi sonucu serbest bırakılması bazı yayın organlarında açıkça ve çekinmeden hukukun katli olarak değerlendiriliyor; görüşlerine başvurulan bazı hukukçular (?) da, tutuklamanın kaldırılması kararını veren heyetin hukuken yanlış karar verdiğini söylüyor.
Hukuka aykırı
Varsayalım ki, Dursun Çiçek hakkında savcıların yönelttiği suçlamaların tamamı, daha şimdiden yüzde yüz kanıtlanmış durumdadır. Ancak burada bir parantez açıp bu varsayalım ki durumuna ilişkin açıklama yapmak gerekir. Böyle bir şey hukukun asla kabul etmediği bir olgudur, suçüstü durumlarında bile yüzde yüz kanıtlanmış bir suç söz konusu edilemez. Dolayısıyla bizim yaptığımız bu varsayım teorik olarak bile hukukun bünyesine yabancı bir durumdur. O halde neden böyle bir “varsayalım ki” paragrafı açtığımızın yanıtını da verelim.
Köşe yazarları
Dursun Çiçek’in tutuklama kararının kaldırılması üzerine, hakkındaki suçlamanın niteliği, kendisine yöneltilen suçların cezalarının müebbet hapsi gerektirmesi, suçluluğu gösteren kanıtların Adli Tıp raporuyla geçerli olduğunun saptanması ve de en önemlisi Dursun Çiçek’in hukuki durumuyla kıyaslanmayacak ölçüde hukuksal durumları çok daha hafif olan on binlerce suç şüphelisi ya da sanığının uzun zamandır ve halen daha cezaevlerinde tutuklu olması gibi nedenlerle gazetelerdeki haberlerde ve köşe yazarlarının yazılarında isyan duygusu dile getiriliyor.
Peki, bu isyan duygusunun ardında hukuk, adalet ve vicdan terazisi mi var? Yoksa başka gerekçeler mi?
Hemen söyleyelim, bugün cezaevlerinde tutuklu olarak bulunan on binlerce insanın ve onların eş, dost ve akrabalarının bu tutukluluğun kaldırılması kararına isyan etmesi, adalet duygusu ve vicdanları kanatması bakımından çok rahatça anlaşılabilir bir durumdur. Ama, biraz deştiğinizde anlarsınız ki, aslında o kişiler Albay Çiçek’in tutuksuz olmasına değil, kendilerinin ya da yakınlarının tutuklu olmasına isyan etmektedirler.
Tutuklama histerisi
Ya bazı yayın organlarındaki ve köşe yazılarındaki yüksek sesli “olamaz, serbest bırakamazsınız, bu nasıl tahliye, mutlaka tutuklanmalıydı” çığlıkları neden? Nedir bu tutuklama histerisi? Bunların arka planında ne adalet, ne hukuk ne de vicdan kavramları vardır, tersine onlar kendileri için muhalif (hatta giderek düşman) gördükleri ve hukukun (ve hatta yasanın) buyrukları tersyüz edilerek tutuklanmış ve cezaevlerine konulmuş, yüzlerce, binlerce kişinin de tutukluluğundaki haksızlık, adaletsizlik ortaya çıktı diye kahrediyor, üzülüyorlar.
Çünkü, onlar hukuku ve hukukun amacı olan adaleti, evrensel değerleri bir amaç değil, kendi siyasal güçlerine ve hedeflerine hizmet eden bir araç olarak görüyor, değerlendiriyorlar. İçlerinden kimileri daha önce birçok kez bu anlayışın mağduru, kurbanı olduğu halde, geçmişi unutup aynı mağduriyeti başkalarının yaşaması için alkış tutuyor, çığırtkanlık yapıyorlar. Farkındalar mı acaba, hukuku savunayım derken hukuku katlettiklerinin…
Peki, bu çığırtkanların hiç mi haklı olduğu yön yoktur? Bizce önemli bir işlevi yerine getirmiş ve sorulması ve yanıtlanması gereken şu soruyu ve sorunu gündeme taşımışlardır. Medyaya yansıyan bilgi ve belgelere göre, hakkında, hukukun mutlaka değerlendirmesi, tartışması gereken önemli deliller gösterilen, sunulan ve çok ağır bir suçlama ile karşı karşıya kalan bir kişiyi tutuksuz yargılama tercihinde bulunan bir yargının (ki esas olan tutuksuz yargılamadır); Ergenekon yargılaması da dahil olmak üzere birçok davada ve soruşturmada çok daha hafif suçlamalarla ya da çok daha kuşkulu delillerle tutuklu bulunan on binlerce insanı neden tutukladığı konusunda kamuoyu yanıt beklemektedir…
Tutuklama kurumu, başka bazı ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de yargının ve toplumun kanayan bir yarasıdır. Toplumun geniş kesimleri, gündelik ve yerleşik kültürün etkisiyle ne zaman bir suç olgusu, şüphesi ya da şüphelisi gündeme gelse; refleks olarak o suç işlenmiştir, o suç kanıtlanmıştır, o şüpheli suçludur duygusu ile derhal tutuklama ister, bekler.
Oysa, hukuk çoğunluğun duygu ve düşüncelerine tercüman olan, onların adalet anlayışına göre hüküm kuran bir mekanizma değildir. Hukuk, tek bir kişinin bile yasalarla güvence altına alınmış olan hakkını, çoğunluğa karşın koruyan, teslim eden ve gerçek adaleti amaçlayan bir değerler bütünüdür.
Bugün cezaevlerinde hükümlüden çok tutuklu bulunması ve mevcut cezaevlerinin artık fiziki kapasitesini de aşan insanların bulunması karşısında, tutuklama kurumunun yeniden gözden geçirilmesi zorunlu hale gelmiştir.
Görülmektedir ki, tutukluluğu son olarak değerlendirecek, yalnızca bu değerlendirme ile ilgili görev yapacak üst düzey yargıçlardan kurulu Yargıtay bünyesinde bağımsız bir “tutuklama inceleme dairesine” kesin ihtiyaç vardır.