Alper Kul: Dünya üstünde virüs gibiyiz

Oyuncu Senarist Alper Kul’un ilk romanı Dışarıdakiler, hayatı gündelik ilişkiler ve sosyal etiketler üzerinden yaşamaya itildiğimiz bu düzende, alternatif bir yaşamın kapılarını aralıyor: Pahalı arabalar, lüks evler, yüksek mevkiler, duygusuz ilişkiler, hırs dolu yakınlıklar...

Ebru D. Dedeoğlu

Başka bir seçeneğimiz olsaydı, ömrümüzü bunları kazanmak uğruna geçirir miydik? Yaşamdan kıyımlar ve adaletsizliklerle çevrili bir kötülük dışında şeyler de istemez miydik? Oyuncu Senarist Alper Kul ile konuştuk.

- Dışarıdakiler adlı ilk romanınız yeni çıktı. Tebrikler. Farklı bir heyecan olmalı sizin için. Fikir nasıl doğdu?

Kimsenin kimseyi incitmediği, kadının erkeğin eşit olduğu, hayvan haklarını gözeten, çocuklarını koruyan, tabiata saygılı adil insanların bir arada huzur içerisinde yaşadığı bir köy hayal ederdim hep. Beşeri ilişkilerini sevgi, saygı temelinde yaşayan, yalanın olmadığı bu köyü hayal etmek bana günlük hayatın sıkıntılarından kaçıp sığınabileceğim bir sığınak sağlıyordu. Orasını, oranın insanlarını düşünmek bana terapi gibi geliyordu. Bir gün kendimi bu hikâyeyi yazarken buldum. Benim için o kadar gerçek bir yer ki orası, bana kendini yazdırdı diyebilirim.

- Demir’in kendi hayatında yaşadığı yüzleşmeler şehir insanına dair hepimizin korkuları ve bir anlamda da gerçekleri. Şehir hayatı bizi kendimizden, kendi gerçeğimizden uzaklaştırıyor mu?

İnsanların daha sıkışık, daha bir arada yaşamasına neden olan kentleşme şaşırtıcı derecede bireyleri daha yalnız ve bencil bir hale evirdi. Sadece tabiattan değil, birbirimizden, hatta kendimizden de uzaklaştık. Neredeyse kaybolduk, yolumuzu arıyoruz.  

- Tüm soruların cevapları doğada iken intikam alır gibi yeşili yok ediyoruz. Kapitalist sistemin çağrısı olan "Tüket! Daha çok tüket!” çağrısıyla uyuşturulmuş gibiyiz. Hepimiz imtihanda mıyız?

Doğayı şekillendirme çabası tarım toplumuna geçtiğimiz günden beri var. Bazı toplumlar bu işlemi Demeter kültü, Doğalar kültü üzerinden bir ara yol bulmaya çalışarak miktarı kafi biçimde uygularken, bazı toplumlar da kendilerini doğa üstü bir yere konumlandırarak, tabiat üzerinde her türlü tasarrufa sahip olduklarına hükmetmişler. Tüketim toplumu bir hastalık. ‘Konfor çok büyük bir uyuşturucu’. Akıllı bir insan son sürat duvara doğru giden bir arabanın o duvara çarpacağını anlayabilir, önlem alır. Güle oynaya ölüme gidiyoruz. Keyfimiz yerinde. Yok olacağız ama önemli değil, konfor sahibiyiz. 

Toprağı sürmenin dahi tabiatın karnını yarmak olduğunu düşünen, aza kanaat edip şükreden, doğaya saygıda kusur etmeyen Aşık Veysel’in dünya görüşü, kıyamete giden yolumuzdan sapabileceğimiz son çıkış bence. Milyon yıldır var olan, kusursuz işleyen bir sistemin yok oluşuna maalesef birkaç 10 yıl içerisinde şahit olacağımızı düşünüyorum. ‘Vücudumuza saldıran virüsler gibiyiz dünya üzerinde. Varolduğumuz habitatta sınırsızca üreyip tüm kaynakları tüketiyoruz. Virüsler gibi. Ta ki o habitat ölene kadar. Biz de tabii onunla birlikte yok olacağız.’ Doğanın toparlanabilmesi ne manidardır ki insanların birbirini öldüreceği nükleer bir savaşa ya da kazaya kaldı gibi. Bir silkinip bizi üzerinden atacak ya dünya... Hayırlısı.

- Turab Dede ve Rahime hepimizin sığınmak isteyeceği şefkatli bilge karakterler. Rahime Ana’ın şifacılığını anlatmanıza bayıldım. ilaç niyetindeki ot karışımları. Günümüzde ise modern tıp etkisi altındayız. Nerede hata yapıyoruz sizce?

Kapitalist sistem maalesef çok vahşi. Ne kadar merhametsiz ve gaddarsanız ayakta kalma şansınız o denli çok oluyor. İyi insanlar istismarcıların ve manipülatörlerin gazabına uğruyor sürekli. İlaç ve silah sektörlerinin dünyanın en büyük sektörleri olması da çok manidar. İlaçların hammaddesi genelde doğadan bedavaya edinilebiliyor oysa ki. Doğaya yakın dursak, kaynakları daha az tüketsek savaşlar da daha az olacak sanki. İnsan doğasında açgözlülük var evet ama kendini terbiye etmek de senin sorumluluğunda.

- Hayat Ağacı dünya tarihinde doğurganlığın ve ölümsüzlüğün, şansın ve bereketin, sağlığın ve şifanın güçlü bir sembolü. Aynı zamanda da ilahi bir gücü temsil eder ve Tanrı'dan istenilenleri dile getirilmesinde bir araçtır. Romanınızda da önemli bir metafor. Hayat Ağacı içerdekileri kurtaracak mı?

Benim hikâyemde iyiler kazanıyor evet. Hayat ağacı maddeyi, bizim yaşadığımız düzlem üzerinden ilahi boyuta taşıyan bir iletişim aracı. İçeridekiler bu bilgiye binlerce yıldır sahipler. Biliyorlar ve Tanrı’nın kutu üzerlerinden eksik olmasın diye onu koruyorlar. 

- Günümüz zamanı yan karakteriniz Serdar gibi zeki olmayan ama kurnazların dönemi mi? Serdar üzerinden sisteme ve insanlığa bir sövgü mü?

E tabii. Sistemin adamları bunlar. Sana mutluluğun hayalini kurduracak kadar kötüler. Serdar deyince komiğime gidiyor. Ferhat ve Serdar benim ilkokul arkadaşlarım. Romanda adları geçsin istediler, kötü karakterlere de onların adlarını verdim. Romanda her ikisi de ayrı kurnazlar, ayrı oportünistler. Evlerden uzak tutulması gereken karakter. 

- Bizlerde komün hayatlar halinde yaşayarak kendi vadimizi oluşturabilir miyiz? Yoksa bir ütopya mı?

Hiç ütopya değil. Bizler dünyanın geri kalanından çok daha şanslıyız çünkü özümüz, kökümüz zaten bu ütopik köyün insanları. Anadolu’da özellikle bu dünya görüşüne, bu değerlere sahip çok köy ve topluluk var. Bilmeyen, mahrum olanlar da kalplerinde kendi vadilerini kurabilirler. Vadi en ufağından kişinin kendi dünyasını temiz tutabilme hali. 

- İletişim çağındayız ve ancak asla iletişime geçemiyoruz. Sürekli konuşuyoruz ama saygı göstermiyoruz. Sevgi sözcükleri klavyelerde uçuşuyor ama gerçeklik yok. Sadece konuşarak neleri kaçırıyoruz? Duygularımızı nasıl aktaracağız?

Konuşarak tam anlamıyla anlaşmamız çok mümkün görünmüyor. Konuşmak genel anlamıyla ağzımızdan çıkan sesleri birbirine ekleyerek kodlar oluşturmaktan geçiyor. Her coğrafyada da farklı farklı. Onlar yabancı dil konuşuyor, zaten anlamıyorsun. Bu coğrafyada misal aşık olmuşsun, duygunu karşındaki insana anlatabilmek için ‘a’ diyorsun, ‘ş’ diyorsun, ‘k’ diyorsun, karşındaki bu kelimeyi aşk olarak duyup kendi yaşadığı olaylardan bu duyguya en benzeyenini çıkarıyor ortaya, anlıyorum diyor. Nereye anlıyor? Sen belki Bodrum’un sıcağında çakırkeyf denize girerken bir kıza duyduğun duyguyu anlatmaya çalışırken seni dinleyen kişi Moskova soğuğunda bir erkekle yaşadığı duyguyu çıkarıyor hafıza klasöründen. Herkes karşısındakini kendi yaşanmışlıkları üzerinden ve o duyguyu yaşadığı dozda anlıyor. Sanırım daha çok dinleyerek karşımızdakinin duygularını anlamaya gayret etmeliyiz.

- İnsan acılarıyla mı büyür?

Galiba evet. İnsan beyninin, yeteneklerinin sınırları, zorlandığı yere kadar biliniyor. Sınırların zorlanmazsa kendini konfor alanındaki sınırlar içerisindeki kadar küçük görürsün. 

- Aşık Gufrani. Adeta bir saygı duruşu.Aşıkları, halk ozanları okumayı sever misiniz?

Evet. Aşk duyarım, feyz alırım.

- Aylin Kontente ile karantina döneminde Ev Halleri videolarınıza katılarak güldük. Nasıl gidiyor Ev Halleri?

İyiyiz şükür. Hayata olumlu taraftan bakan bir aileyiz. Çocuklarımız var. 2 ve 7 yaşlarında. Büyüğü salondan okula bağlanıyor herkesinki gibi. O bir garip ama özümsediğimiz, normal bir durum artık. Küçüğü biriktirmiş, biriktirmiş birden konuşmaya başladı geçen ay. Maşallah ikisine de. Normal bir aileyiz. Ödevlere yardım ediliyor, oyun oynanıyor, masal okunuyor falan. 

-Eşiniz ile minik bir küskünlük olduğunda ilk adımı genelde kim atar? Belli yaklaşımlar var mı? 

Biz oturur konuşuruz ya. O da, ben de tutamayız. Ne düşündük, ne hissettik anlatırız, ara yolu bulur, sarılır devam ederiz. 

- Evlenmeden önceki Alper Kul ile evlendikten sonraki Alper Kul arasında içsel olarak büyük değişiklikler var mı?

Var. Çok var hem de. Çocuklardan sonra hele bambaşka bir insan oldum. Tüm önceliklerim, beklentilerim, hedeflerim, hazlarım kökten değişti. Daha sakin, daha huzurlu bir insan oldum. 

- At çifttliğinde geçirdiğiniz bir dönem olmuş. O günler nasıldı?

2001-2004 arası ne hikmetse inandık insanların at binmek isteyeceklerine, bir at çiftliği kurduk. Rustik bir restoranı var çok güzel. Epey bir para gitti. Kim gaza getirdi hatırlamıyorum. Nasıl inanmışsak o ara? İnsanların her gün bize gelip çılgınca at bineceklerini düşünüyorduk. Dalgalı bir batış hikâyesi oldu. Uzun sürdü. ‘Sınırsız açık büfe’ mottosuyla ile başlayıp ‘kendin pişir kendin ye’ tabelasıyla bitirdik. Restoran iş yapsın diye arada 3 gün süren tekno partiler yapıldı orada 3000 kişi geldi falan. Ama orada bile kimse bir şey yemedi. Sadece 12 köfte ekmek satıldı. Çok güzel ama çok başarısız bir işletmeydi. 

EŞİMİ SOĞANLI TAVUKLA TAVLADIM

- Romandaki lezzetler sade ve güçlü. Okurken bile terapi gibi. Köy yoğurdu, aşure... Siz yemek yapmayı seviyor musunuz? Yaptığınız en güzel yemek?

Çok severim. Eşimi soğanlı karamelize tavuk yaparak tavladım. Balık severim çok. Gerçi evlendiğim günden beri evde balık pişiremiyorum ama fırında patatesli buğulama iyi yaparım. 

TARİF

FIRIN PALAMUT

Tepsinin altına yanmaz kağıdı yerleştirin, fırçayla zetinyağı sürün biraz. Yuvarlak kesilmiş patatesleri tepsinin tamamına oturtun, 3-4 diş sarımsağı ortadan kesip aralara atın, takoz palamutları üzerlerine yerleştirin. Tuzlayın efendim. Halka kesilmiş soğan dilimlerini üzerine serpiştirin. Kıyılmış maydonoz serin üzerine bir kat. Az tereyağı. Tadımlık. Sonra halka kesilmiş domateslerle üzerini komple kapatıp fırına atın. Arada çıkartıp bakın işte pişti mi? Nedir durum diye. Kaç dakkada piştiğinden emin olamadığınız için sorun partnerinize balığı nasıl seviyor? Az pişmiş mi? Çok pişmiş mi? Ne diyorsa yapın. Çıkartın fırından, tabaklara servis edin. Afiyet olsun.  

- Yaşadığımız koşturmacalardan aile sofrasını gittikçe önemini kaybediyor. Halbuki en büyük sorunların bile çözüm yeri olabiliyor sofra ve yemek. Sizin çekirdek aile sofranız nasıl?

Ancak kahvaltıları beraber yapabiliyoruz biz maalesef. Çalışma saatlerimiz akşam yemeğine beraber oturmamıza mani oluyor hep. Ben de çok özenirim beraber oturulan akşam masalarına. Bayramları, özel günleri atlamayız ama. Hep beraber masa başına oluruz.

- Evde mutfakta kimin sözü geçiyor?

Aylin’in.

- Erkeğin kalbine giden yol mideden geçiyor mu. Aylin hanımın yaptıklarından en çok hangi lezzeti seviyorsunuz?

Ne yaparsa kabulüm. Eli de lezzeti. Oturur afiyetle yerim. İzmir’lidir kendisi. Çok güzel zeytinyağlı yapar. Hafif de olur. İstediğin kadar yersin. Ama arada rejime girer. Sen de onunla birlikte girersin. Birkaç gün vegan olursun onunla birlikte. Glütensiz beslenirsin iki ay kadar. Bazen de sebze suları gelir, onları içersin, laktozu kesersin. Öyle işte.

- Yıllardır severek izlediğimiz Güldür güldür Show’da 250. Bölümü geride bıraktınız. Sahne önü kadar sahne arkasını da merak ediyoruz. Nasıl geçiyor sahne arkası?

Sahne önü, arkası takribi 100 kişilik bir aileyiz. Tüm departmanlar kendi alanlarında duayenlerden oluşuyor. Bir ansamble oluşturup ekip olabilmek çok zor bir iş. Biz bunu başarabildik çok şükür. Herkes birbirini tamamlamaya gayret eder bizde. Sahnede de hayatta da. Sahnede hata yapmak bir oyuncunun kabusudur normalde. Sürekli oyuncunun sınırlarının zorlandığı bir konsept bizim program. Akan bir metnin tüm gerçekliğinin aniden değiştirilip yeni şartlarda oynanması üzerine kurulu bir konsepti var. Doğaçlamaktan, çoğu zaman saçmalamaktan korkmaman gerekiyor. Etrafında supleksi, konsantrasyonu bu kadar yüksek iyi oyuncuların bulunması senin özgüvenini de arttırıp denemene, risk almana cesaret ettiriyor. Metni ne yana çekersen çek, diğer oyuncular bıraktığın yerden tutup devam eder bizde. Kimse tekstin yere düşmesine izin vermez. Durumu, şartı da hiç yadırgamaz.. Atar kendini ortaya, olmayacak bir şey yapar, yaptığına kendi de şaşırır. Ortaya çok güzel bir takım oyunu çıkar. 

Sahne arkasında yaşananlar da çok farklı değil. On yıl oldu. Birlikte büyüdük. Birbirimizi o kadar iyi tanır hale geldik ki... Beraber geçirdiğimiz vakit çoğumuzun ailesiyle geçirmiş olduğu vakitten fazla. Yazın bir kaç ay dışında neredeyse tüm zamanımız birlikte geçiyor. Çekim harici günlerde de turne yapan bir ekibiz. Ulaşabildiğimiz her şehirde izleyicilerimizle buluşuyoruz. Güzel bir kumpanyayız. Seviyorum ailemi.