Alev Coşkun: 'Böyle saldırı görülmedi!' (29.10.2020)

Alev Coşkun’un dört kitaplık incelemesinin ilki olan Asker İnönü (1884-1922), 38 yıllık bir yol hikâyesi. Yazılış amacı, İsmet İnönü hakkında ileri sürülen tüm dayanaksız iddiaları ve yanlış bilgileri tanıklıklar ve belgeler ışığında çürütmek. Öncelikle İnönü’nün sivil ve askeri dehasının oluşum aşamalarına yakın plan yapıyor Alev Coşkun. Okurları, 38 yıllık yaşamına odaklandığı İsmet İnönü’nün Mustafa Kemal ile cephelerde başlayan asker arkadaşlığının; çekiçle örs arasında, ateş, ihanet ve sadakatin boy gösterdiği savaş meydanlarında pekişen bir yoldaşlığa dönüştüğü kilit anlarla buluşturuyor. 1916’dan 1938’e kadar tam 22 yıl Mustafa Kemal ile birlikte bir milletin yeniden doğuşuyla sonuçlanan ve yeni bir devletin, modern bir idarenin kuruluşuyla somutlanan zafer mücadelesine ışık tutuyor.

Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

 

Uzun süredir sadece Atatürk’ün Aydınlanma devrimleri ya da Atatürk’ün kendisi değil, daha fazla olarak yakın silah arkadaşı İsmet İnönü de karşıdevrimcilerin temel hedefi. Günümüzde de şiddetini artırarak devam eden bir saldırı bu.

Alev Coşkun’un Asker İnönü (1884-1922) adlı kitabını yazma amacı da İnönü hakkında ileriye sürülen tüm dayanaksız iddiaları ve yanlış bilgileri ele almak, doğruları belgeleriyle ortaya koymak.

Hem İnönü hem de yakın tarihimizin yorumlanacağı, geniş bir kaynakça üzerinde, beş yıla yakın bir çalışmanın ürünü olan incelemesinde öncelikle İsmet İnönü’nün Lozan Antlaşması öncesine kadarki 38 yıllık yaşamına odaklanıyor Alev Coşkun.

Beş kitaplık incelemenin bu ilk kitabının kapsamının özeti bile İsmet İnönü’nün yaşamının ne kadar yoğun, etkin ve zorlu geçtiğinin bir göstergesi niteliğinde:

İnönü’nün doğumundan asker eğitimine kadar geçen süreç; ailesi, kökenleri, evliliği, düşün evreninin oluşumu… Yemen Harekâtı, Balkan Savaşları ve sonrası, Birinci Dünya Savaşı… Kafkas-Sina-Gazze Cepheleri ve Savaşları, İmparatorluğun kesin yenilgisi, Mütareke İstanbul’u…

Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün yolları ve kaderlerindeki Diyarbakır kesişmesi ve çekiçle örs arasında dövülen yoldaşlıkları… Sivas Kongresi, Çerkez Ethem Olayı ve Birinci İnönü Savaşı ve İkinci İnönü Savaşı’nın devrimsel etkileri ve sonuçları, Kütahya-Eskişehir Savaşları ve yenilgiler…

Mustafa Kemal’in Başkomutan seçilişi… Başkomutanlık Yasası’nın Büyük Taarruz’un hemen öncesinde kadük edilmesi üzerine Meclis’te yaşanan sıkıntılı süreç… Ankara-Moskova ilişkileri ve Enver Paşa Olayı, Büyük Taarruz, İzmir’de Ateşkes Antlaşması hazırlıkları…

İnönü’ye saldırıların AKP döneminde nasıl şiddetlendiği, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın neden her fırsatta İnönü’yü otoriterlikle suçladığı hatta Hitler’e benzettiği, Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’ye “iki ayyaş” denilmesinin arka planı…

Kitapta belgeler ve tanıklıklar eşliğinde açıklık getirilen başlıca sorular şöyle: “Amirlerine göre İnönü nasıl bir askerdi? İnönü, neden Mustafa Kemal ile Anadolu’ya geçmedi? Başkomutanlık Yasası’nın Büyük Taarruz’un hemen öncesinde kadük edilmesi üzerine Meclis’te nasıl bir süreç yaşandı? İnönü, Başkomutanı ve yakın arkadaşı Mustafa Kemal’e neleri telkin etti? İnönü’ye günümüzde de şiddetini artırarak sürdürülen saldırıların kökeni nelere dayanıyor? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan neden İnönü’ye “Hitler” benzetmesinde bulunuyor? Atatürk ve İsmet İnönü’ye “iki ayyaş” nitelemesiyle saldırılmasının ardında yatan ne?

Alev Coşkun’la “Asker İnönü (1884-1922)” adlı kitabını konuştuk.


‘İNÖNÜ’YÜ YAKINDAN TANIMA VE ÇALIŞMA ONURUNA ERİŞTİM’

- İsmet İnönü’yle bizzat çalışma olanağınız oldu. İlk olarak onunla ilgili gözlemlerinizi anlatır mısınız?

Evet, çok genç yaşta yakından tanıma ve çalışma onuruna eriştim. Kuşkusuz karizmatik, büyük bir lider, Atatürk’ten sonra en önemli kişi. Biz öyle yetiştik. Bu dönemler gibi saldırı dönemi değildi.

1959’da 23 yaşımda, CHP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanıydım. Daha sonra Türkiye’nin en önemli Anayasası olan 1961 Anayasa’sını hazırlayan Kurucu Meclis’in seçimle gelmiş en genç üyesi oldum. Ayrıca Kurucu Meclis’in Divan Katipliğine seçilmiştim.

Orada İsmet İnönü’nün yöntemlerini, ustalığını, düşünce sistemini, üstün nitelikli devlet adamlığını yakından izledim. Eski bir Cumhurbaşkanı olarak 1955-60 döneminde nasıl bir muhalefet partisi lideri olduğunu gördüm. 1960’tan sonra Başbakanlığı döneminde de yakınındaydım.

O karanlık dönemde Adnan Menderes’in idam edilmemesi için çabalarına tanık oldum. Yine Talat Aydemir askeri cunta girişimine, Talat Aydemir’in önce affedilmesine sonra da idam edilmesine tanık oldum.

Yassıada Duruşmalarından sonra Kayseri Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve DP milletvekillerinin affedilmelerini kararlı ve çok zorlu bir mücadeleyle nasıl sağladığını gördüm.

HAKSIZ İDDİALARA BELGELERİYLE YANIT

- Soru net; neden bu kitabı yazmak ihtiyacı duydunuz?

İsmet İnönü, Cumhuriyet’in kuruluşunda Atatürk’ün en yakın yardımcısı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu sağlayan Anayasa değişikliğinde ikinci imza sahibi.

Bağımsızlık savaşından sonraki bizim için en yaşamsal mücadelelerinden biri olan Lozan Konferansı’na baş delege olarak gidiyor. Atatürk’ün vefatına kadar on beş yıl süreyle Başbakan. Cumhurbaşkanı olduktan sonra Türkiye’de çok partili sistemin gelmesinde en önemli rolü oynuyor.

Bu kişiliğin bir kere doğru ele alınması lazımdı. İsmet İnönü maalesef eksik biliniyor.

Mesela Prof. Metin Heper bile bundan 25 yıl önce Hollanda da yazdığı doktora tezinde, İsmet İnönü adlı kitabında, “Ben tüm hayatımı Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihine verdim ama buna rağmen İnönü’yü tanımıyormuşum. Bu, benim için çok büyük bir eksiklikti, bunu fark ettim” diyor.

Amacım hem İnönü hakkında ileri sürülen iddiaları ele almak, doğruları belgelere dayalı olarak ortaya çıkarmak hem de 1923-1973 arasındaki 50 yılı İnönü ekseninde ele alınıp belgelere dayalı olarak irdelemek.

“BÖYLE SALDIRI GÖRÜLMEDİ!”

- İnönü’ye daima saldırılıyor, Atatürk’ün ölümünden önce olduğu gibi ölümünden sonra da karşıdevrimcilerin zaman zaman değil hep hedefinde. Sizce neden?

Atatürk’e çatamayan İnönü’ye çatıyor. Gerçi durum artık öyle bir hale geldi ki eskiden Atatürk’e saldırılmazdı şimdi Atatürk’e de saldırılıyor. Dünyanın hiçbir yerinde kurtuluş savaşı kazanmış; vatanı kurtarmış, bir devlet kurmuş kahramanlara böyle saldırı olmaz.

Ünlü siyaset bilimci Prof. Dr. Dankwart A. Rustow, İnönü’yü “Dünyada elinde ancak bir diktatörde bulunabilecek güçten, demokrasiyi gerçekleştirmek için feda eden tek devlet adamı olmanın eşsiz onuruna sahip” diyerek tanımlıyor.

Tek parti dönemini kapatıp çok partili sisteme geçmiş, iktidarı muhalefete barış içinde devretmiş İnönü’nün kendisini diktatörlükle suçlayanlara Meclis’te verdiği şu yanıtı da çok anlamlıdır:

“İktidarın başında bulunanlar bana 27 senenin hesabını sorarlar. Hani ya bunlar Atatürk taraftarı idiler! 27 sene yalnız ben mi varım? Hükümette Atatürk’ten sormak istedikleri hesabı benden soruyorlar. Bu hesabı vermek benim için şereftir.”

Tek partili sistem ve 1946 seçimleri dolayısıyla kendisini eleştirenlere yanıtı da önemli: “Ne olmuş, 1946’yı almış 1950’ye getirmişim. Kusurları günden güne düzeltmişim. Milletin emanetini almış, millete vermişim.”

İnönü’ye hep saldırılırdı ama bugünkü kadar acımasızlık düzeyinde değildi. Menderes ve Demirel seçimlerde rakipleri olan İnönü’ye önemli ölçüde saygı gösterirdi. Şimdi iki ayyaş deniliyor.

Özellikle bu iki ayyaş saldırmasından sonra artık bu kitabın yazılması gerektiğine inandım ve yazdım. Yani Mustafa Kemal ve İsmet İnönü iki ayyaşmış ve sarhoş olup Cumhuriyet’i ilan etmiş. Akıl, mantık sınırlarını zorlayan bir saldırı. Bu saldırılar 2000’lerden sonra AKP döneminde daha da şiddetlendi.

‘CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’A GÖRE İNÖNÜ, HİTLER BENZERİ!’

- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan siyasi yaşamı boyunca İnönü’ye demediğini bırakmadı. Bırakacak gibi de görünmüyor!

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir defa İnönü’yü daima diktatör olarak niteliyor, 6.5 milyon Yahudiyi katletmiş Hitler’e benzetiyor. Ayrıca dediğim gibi Atatürk’e çatamayan da İnönü’ye çatıyor.

- İncelemeniz dört kitaptan oluşuyor…

Saldırıların şiddeti günden güne artıyor çünkü. İnönü’yü bütünüyle ele almak, incelemek şart oldu çünkü. Bu ilk kitabın kapsamı bile İsmet İnönü’nün yaşamının ne kadar yoğun, etkin ve “zorlu” geçtiğini gösterir. Bu bir cilde sığmayacaktı. Asker İnönü’de 1884-1922 yıllarını yani doğumundan Lozan Antlaşması öncesine kadar ki 38 yıllık yaşamını askerliğine odaklanarak ele aldım.

Çok geniş bir kaynakça var, 1000 tane dipnot var. Beş yıla yakın bir çalışma. Lozan dönemini ikinci kitapta-ki bitmek üzere-, devrimlerini üçüncü kitapta, çok partili sisteme geçişi de dördüncü kitapta yazmaya çalışacağım. Hem İnönü hem de yakın tarihimizin yorumlanmasıdır bu. Öncelikle İnönü’nün hakkında öne sürülen tüm yanlış saptamaları ve yalanları belgeleriyle çürütmeyi amaçlıyorum.

‘ANADOLU’YA MUSTAFA KEMAL’LE GEÇMEDİ? ÇÜNKÜ..’

- Bunu hangi eksenlerde yaptığınızı konuşalım; mesela temel saptırmalardan biri, “İnönü neden Mustafa Kemal ile Anadolu’ya geçmedi?” konusu. Orada sanki reddetmiş, mücadeleye inanmamış gibi bir algı yaratılıyor.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; o dönemde herkes sıkıntıda ve Atatürk hariç kimsenin kafasında açık, berrak bir plan yok. Bir defa Mustafa Kemal, 29 Nisan 1919’da bu görevi Harbiye Nezaretinden aldığı zaman bir heyet kurdu ve Anadolu’ya onlarla beraber geçti.

O kurula baktığımız da askeri şahsiyetlerden ziyade teşkilatçı kişileri görürüz. Örneğin iki doktor var; biri Dr. Refik Saydam, diğeri de Dr. İbrahim Tali Öngören. Neden? Çünkü ikisi de İttihat ve Terakki’ye mensuptu ve teşkilatçıydı.

O sırada İnönü’nün ise Osmanlı Harbiye Nezareti’nde üst düzey bir görevi var. Yani orada olan biteni bilmek imkânı var. Mustafa Kemal, Samsun’a hareketinden bir gün önce 15 Mayıs 1909’da evinde ziyaret ettiğinde; “Ben gidiyorum… Zamanı gelince sana haber vereceğim, seni çağıracağım, sen de gelirsin” dediği için İnönü Anadolu’ya onlarla geçmiyor. Yoksa İnönü istemediği için geçmedi gibi durum yok.

İnönü “Hatıralar” adlı kitabında ve 2001’de yayınlanan “Defterler” adlı not defterinde bunu yazmıştır. Bunun yanı sıra Atatürk de bunu bizzat Falih Rıfkı Atay ve Mahmut Soydan’a anlatıyor, onlar da 1926’da yazıp Hakimiyet-i Milliye, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yayınlıyor.

Bir de eğer İnönü Anadolu’ya geçmeyi istemeseydi Mustafa Kemal daha sonra, 1920’de Meclis açılınca O’nu Genelkurmay Başkanı yapar mıydı?

- Cumhuriyet karşıtları, Atatürk’e uzanamayıp İnönü’ye o laf edenler, belgeler ışığında inkâr edemediklerinde bu kez, “İnönü’nün Anadolu’ya ‘geç’ katıldığını” söyleyerek gerçekleri çarpıtma yoluna gidiyor.

Belgeler bu iddiaları da desteklemiyor. Belgeler TBMM henüz açılmadan İnönü’nün Ankara’ya Ocak 1920’de geçtiğini ve orada Atatürk’le beraber çalıştığını, daha sonra, Atatürk’ün onayıyla Şubat 1920’de İstanbul’a döndüğünü gösteriyor. Atatürk’le sürekli temas halinde İnönü. Katılmama ya da ne geç ne erken katılma diye bir durum yok.

SEÇİMLER… SEÇİMLER…

- Ocak 1920 bu açıdan da önemli. Ankara-İstanbul hattında yaşananlar, adım adım ortaya koyduğunuz o süreç olayların resmen ve resen seyrini değiştiriyor. Anlatır mısınız?

4-11 Eylül Ocak 1919’da Sivas Kongresi yapılıyor. Kongre’den sonra Temsilciler Kurulu ile İstanbul hükümetinin temsilcileri Amasya’da görüşüyor. Görüşmeler sonunda seçimlerin yapılması ve Meclis’in 12 Ocak 1920’de açılması konuşunda uzlaşılıyor.

Seçimleri Kuvayı Milliye yandaşları, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri kazanıyor. Temsilciler Kurulu üyeleri de milletvekili seçiliyor: Mustafa Kemal (Erzurum), Rauf Orbay (Sivas), Bekir Sami Kunduh (Amasya), Hüsrev Sami Kızıldoğan (Eskişehir), Mazhar Müfit Kansu (Hakkari). Mustafa Kemal hariç hepsi İstanbul’a gidiyor.

Mustafa Kemal, Meclis’in İstanbul’da değil, Anadolu’da toplanmasını istiyor çünkü. İstanbul’da İngilizlerin Meclis’i her an kapatabileceğini ve üyelerini tutuklayabileceğini söylüyor ama en yakın arkadaşlarını bile ikna edemiyor.

Bu koşullar altında Ocak 1920’de, Mustafa Kemal’in Ankara’ya varışından kısa bir süre sonra İstanbul’da, Savaş Bakanlığı’nda görevli olan İnönü ise Ankara’ya geliyor.

- Herkesin İstanbul’a geldiği öylesi nazik bir dönemde hem de. Yine ‘kanıtı, belgesi nedir?’ diye soracağım.

İnönü, “Hatıralar”ında 8 Ocak’ta yola çıktığını belirtir. Ayrıca Kılıç Ali, anılarında İnönü’yü Mustafa Kemal’in çağırdığını belirtir ve gönderdiği davet mektubuna da yer verir. Onu da yayınlıyoruz kitapta.

Müfit Kansu da anılarında bu daveti yazar. Kazım Karabekir’in “İstiklal Harbimiz” kitabında da yazılıdır. Mustafa Kemal, Karabekir’in İsmet Bey’i sevdiğini bildiği için ona bir telgrafla İsmet İnönü’nün geldiğini bildirir.

Mustafa Kemal’e yardımcı olmak üzere Heyeti-i Temsiliye’nin Genelkurmay’ına varan İnönü, “Hatıralar”ında ayrıca şöyle yazar:

“Ankara’da bir ay kadar kaldım. Bütün zamanım karargâhta ve karargâh binası olarak kullanılan Ziraat Mektebi’nin etrafında geçti… Gündüz olduğu gibi geceleri de Atatürk’le beraberdik.”

- Bu, bir ay boyunca neyin çabasındalar? Ne tasarlıyorlar?

İlk konuları işgalin giderek artan boyutlarından duydukları kaygı ve bu yönde düzenli, disiplinli, eğitimli bir ordu kurulması gerekliliği olur. Ege’yi Yunan, Güneydoğu’yu Fransızlarla Ermeniler işgal etmiştir. Karşı direniş başlamıştı ama dağınık, bölük pörçük yerel güçler şeklindedir. Sonuç alabilmek için düzenli ordu şarttır. İkisi de bu konuda görüş birliği içindedir.

Mustafa Kemal ile İnönü, ayrıca İstanbul Meclisi’nin kabul edeceği “Misakı Milli” (Ulusal Ant) ve Meclis’te kurulmasına hali hazırda karar verilmiş “Müdafaa-i Hukuk Grubu” programı üzerinde de çalışır.

8 maddeden oluşan ve ana ilkelerini Sivas Kongresi’nden alan taslak metni İnönü kaleme alır ve birlikte son şeklini verirler. Meclis’te bu metin kabul edilerek “Ulusal Ant” (Misakı Milli) adıyla kamuoyuna açıklanır.

İNÖNÜ YİNE MERKEZDE!

- Bu esnada İstanbul’da da ortalık karışmak üzere. İnönü yine merkezde! Neler oluyor?

İstanbul’da Osmanlı Mebusan Meclisi’nin açılışı yapılıyor. İngilizler müdahale ederek hükümetteki Harbiye Nazırı Cemal (Mersinli) Paşa ile Genelkurmay Başkanı Cevat (Çobanlı) Paşa’nın görevlerinden çekilmesini istiyor. Harbiye Nazırlığına Fevzi Çakmak getiriliyor ve Fevzi Çakmak, İnönü’nün İstanbul’a dönmesini emrediyor.

Daha önce de belirttiğim gibi o sırada İnönü’nün Osmanlı Harbiye’sinde üst düzey bir görevi var. Mustafa Kemal de ki Nutuk’ta da yazar bunu; İnönü’nün orada olmasını amaçları açısından önemli görüyor.

Özellikle de taarruza hazırlanan Yunanlılara karşı yürütülecek hazırlıkları yapması ve vakti geldiğinde Genelkurmay Başkanlığı’na resmen tayin edilerek işe başlayabilmesi açısından önemli görüyor ve ‘İstanbul’a dönmelisin’ diyor.

Atatürk aslında daha önceden, Sivas Kongresi sırasında, Eylül 1919’da tasarlıyor İnönü’nün Genelkurmay Başkanı olmasını. Ve bu konuda da adım adım ilerliyor.

“ARIKAN: ‘MUSTAFA KEMAL ÇAĞIRIYOR’. İNÖNÜ: ‘HEMEN HAREKET EDELİM’”

- İnönü de hızlı hareket ediyor, tehlikenin farkında! Kısa süre sonra Mustafa Kemal’e yazdığı İstanbul’daki durum ve Kuvayı Milliye aleyhine yürütülen faaliyetler hakkındaki şifreli mektup yaklaşan tehlikenin ayrıntılı bir dökümü gibi.

Tabii, İstanbul’a gelişinden 15 gün sonra (3 Mart 1920) yazar o mektubu. İşgal güçlerinin harekete geçeceğini, İngilizlerin Meclis’i dağıtacaklarını, din ve halifelik makamı için Kuvayı Milliye’yi hedef alan Anzavur hareketinin güçlenmesi için İstanbul’da Müslümanlar arası bir Şura toplanacağını bildirir.

Ve beklenen olur; 16 Mart 1920’de İngilizler zaten işgal etmiş oldukları İstanbul’u bir kez daha ve hukuken işgal eder. Meclis’i dağıtırlar, Rauf Orbay, Kara Vasıf Bey, Mersinli Cemal Paşa, Cevat Çobanlı Paşa, Ziya Gökalp gibi önemli kişiler tutuklanır. Bunun üzerine 17 Mart’ta Atatürk’ün emriyle İstanbul’un Anadolu ile haberleşmesi kesilir.

19 Mart’ta bütün illere talimat veren Atatürk, Anadolu’daki bütün İtilaf Devletleri temsilcisi subayların tutuklanmasını ve Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir Milli Meclis’in toplanması için seçim hazırlıklarına başlanmasını ister. Ve İnönü’ye haber gönderip yeniden Ankara’ya çağırır.

İnönü “Hatıralar”ında şöyle anlatır: “Saffet Bey (Arıkan) ansızın evime geldi. Hesaba göre Mart’ın 19. Günüydü. ‘Seni Ankara’dan Mustafa Kemal çağırıyor. Hazır mıyız’ dedi. ‘Hazırım, hemen hareket edelim’ dedim.”

HEM ASKER HEM VEKİL!

- Meclis açılır, adı Millet meclisi olur. Anadolu’da komuta kademelerinde olan askerler de Meclis üyesi. İsmet İnönü de öyle. Yani hem asker hem vekil.

Savaş koşulları nedeniyle bir İhtilal Meclisi çünkü. Anadolu’nun dört bir yanından seçilerek geliyor herkes. Aralarında fesliler, kalpaklılar, sarıklılar, kravatlılar, hocalar da var, Kuvayı Milliyeciler de.

Mustafa Kemal Paşa Ankara, Kazım Karabekir Paşa Edirne, Ali Fuat Cebesoy Ankara, Albay Refet Bele İzmir, Albay İsmet İnönü Edirne, Fevzi Çakmak Kozan’dan milletvekili seçiliyor mesela.

- Hangi görüşlerin çarpıştığı bir Meclis bu? Hani nasıl anlaşamıyorlar diye sormalı belki de?

Tabii, İstanbul’dan kaçıp gelmişler ama içlerinde hâlâ Padişah’tan medet umanlar var. Özellikle de fesli hocalar bir hükümet oluşturulmasına karşı çıkıyor. Kürsüye çıkıp “İstanbul’daki esir olan Padişahlarını kurtarıncaya kadar en fazla Meclisi Milli halinde çalışabileceklerini söylüyorlar” açık açık.

Mustafa Kemal de bunun üzerine hükümet yerine “İcra Vekilleri Heyeti” adı verilecek bir kurulun Meclis tarafından seçilmesi konusunda Meclis’i ikna ediyor. 2 Mayıs 1920’de bununla ilgili yasa kabul ediliyor.

Meclis Başkanı Mustafa Kemal’in aynı zamanda başkanlık edeceği Bakanlar Kurulu 11 kişiden oluşuyor. Her bakan tek tek oyla seçiliyor.

Dediğim gibi bir İhtilal Meclisi söz konusu. O nedenle Genelkurmay Başkanı da Bakanlar Kurulu üyesi olabiliyor ve belki de tarihte ilk kez Genelkurmay Başkanı seçimle geliyor.

Atatürk’ün Sivas Kongresi sırasında, Eylül 1919’dan bu yana istediği oluyor ve İsmet İnönü Genelkurmay Başkanı seçiliyor. 129 oy alarak en yüksek oyla hem de.

 

‘MUSTAFA KEMAL ÖNCE İNÖNÜ’YLE KONUŞUYORDU’

- Neden diğerleri dururken Albay İsmet, Genelkurmay Başkanı seçildi? Tek namzet değildi!

Değildi. En kıdemli Fevzi Çakmak’tı. Fakat bu kararı Fevzi Çakmak da Kazım Karabekir de olumlu buluyor. Bir tek Refet Bele kıdemi öne sürüyor. Ali Fuat Cebesoy da benzer gerekçeyle karşı çıkıyor. Bu konu Nutuk’ta anlatılır.

Mustafa Kemal, Refet Bele’ye “Biz bir bağımsızlık savaşı yapıyoruz, kıdem önemli değil kaldı ki ben İsmet’le bütün bu meseleleri Anadolu’ya geçmeden önce (İstanbul’da) konuşuyordum” diye karşılık verir. Yani “Ben sizden önce onunla konuşuyordum” demek bu.

İnönü de “Hatıralar”ında özetle şöyle anlatır: “(…), Mustafa Kemal, benim Milli Mücadele hakkındaki fikirlerimi… bu savaşın ancak düzenli bir ordu ile yapılabileceği hakkındaki görüşümü yakından bildiği için… benden dahi ileri rütbeli arkadaşlar bulunduğu halde benim Genelkurmay Başkanı olmamı uygun gördü ve bana kendisi teklif etti.”

İnönü’nün Batı Cephesi Kumandanı olduğu sırada Batı Cephesi Kurmay Başkanı olan Asım Gündüz ise rütbe meselesini dert etmeyenlerdendi. Atatürk’ün sınıf arkadaşıydı ve İnönü’den de yaşça büyüktü ama rütbesi albaydı.

Anılarında duygularını şöyle ifade ediyor: “Biz ne kıdem, ne selahiyet (yetki), ne unvan, ne makam davasındaydık. Sadece vatanı kurtarma mücadelesinde idik.”

- İnönü, yıllar sonra Genelkurmay Başkanı olduğunda 36 yaşında.

Genç, evet.

- Yıllar sonra kızı Özden Toker’e ‘kimse beni kıskanmamıştı’ diyor İnönü.

Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy dışında bir itiraz gelmiyor. Hem askeri savaşları yönetmek hem de iç isyanların askeri kuvvetlerle bastırılması hareketlerinden aynı anda sorumlu kılınıyor İnönü. İnönü “Kimse arzulu değildi” diyor bu nedenle.

İNÖNÜ SAVAŞLARININ DEVRİMSEL ETKİSİ

- Bir özet yaparsak; Anadolu’ya ayak bastığı günden beri Mustafa Kemal’in temel düşüncesi süratle düzenli ordu kurulmasıydı. Albay İsmet Bey ile bu konuda da hemfikirdiler. 23 Nisan 1920’de Meclis açıldıktan sonra Mustafa Kemal, bu amaçla; Albay İsmet Bey’i önce Genelkurmay Başkanlığına daha sonra da ek bir görevlendirmeyle Batı Cephesi Komutanlığına getirmişti. Buraya kadar tamam.

Sözü buradan devam ettirirsek; Albay İsmet Bey, Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı sıfatıyla Birinci İnönü Savaşı’nda, 11 Ocak 1921’de Yunanlıları, 21 Ocak 1921’de de Yunanlılara sığınan Çerkez Ethem ve kardeşlerini yeniyor. Birinci ve İkinci İnönü Savaşları’nın devrimsel etkileri var. Neleri sağladı?

Mustafa Kemal Paşa’nın sözüyle Birinci İnönü Savaşı’nın kazanılmasıyla “çok çok mesele çözüldü”. İnönü’nün sözüyle de “bu savaşın Anadolu hükümetinin kurulması için yeterli oldu”.

Bu savaşların ardından TBMM meşruiyet kazandı. Anadolu ihtilalcileri moral buldu. Milis hareketi, çete savaşları görüşü sona erdi. Düzenli ordu tartışması bitti. ‘Savaşla sonuç alınabilir ve işgal güçleriyle ancak düzenli ordu ile baş edilebilir’ düşüncesi sağlamlaştı.

Halkın morali üzerinde de olumlu etki yaptı. Birinci İnönü Savaşı’nın kazanılmasıyla; Milli Mücadele’nin askeri aşamasına girildi.

İsyanları teşvik eden, Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü ve Adnan Adıvar gibi ileri gelenler için Harp Divanı’ndan idam cezası çıkarttıran Padişah ve İstanbul’daki Tevfik Paşa hükümeti; bu politikayı terk ederek Ankara ile ilişki kurmaya çalışır oldu.

20 Ocak 1921’de yeni Anayasa kabul edildi. Avrupa TBMM’yi kabul etti ve siyasi bir taraf olarak tanıdı. Dış ve iç düşmanların planlarını bozdu. Devlet mekanizması iyi işlemeye başladı.

Mustafa Kemal, İkinci İnönü Savaşı’nı en iyi biçimde değerlendirdi. Meclis içinde Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu kurarak güçlendi.

İtalya ve Fransa Ankara’nın gücünü gördü. İtalyanlar 1 Haziran 1921’de Anadolu’dan çekilmeye başladı. 9 Haziran 1921’de Fransa Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Frank Bouillion, siyasi görüşmeler yapmak üzere Ankara’ya geldi. İngiltere’de Lloyd George’a karşı muhalefet filizlendi ve İngiltere’nin, Ankara hükümetiyle ilişki kurması istenmeye başlandı. Ayrıca 28 Nisan 1921’de Malta’daki tutuklu Türklerden 40’ı serbest bırakıldı.

Anadolu hareketinin başarısız olmasını bekleyen ve Ankara’daki İttihatçı milletvekillerinin desteğiyle Anadolu hareketinin başına geçmek isteyen Enver Paşa’nın ümitleri büyük ölçüde söndü. Ankara ile Sovyet Rusya ilişkileri güçlendi. Rus yardımı da başladı.

‘ALTERNATİF TARİHÇİLER SÖYLÜYOR, YAZIYOR BİR DE KANITLIYOR!’

- Bu arada Birinci İnönü Savaşı meğer olmamış (!). Kitabınızda bu yönde iddialarda bulunan alternatif tarihçileri de yazıyorsunuz. Kimdir bunlar?

Daha önce de dediğim gibi Atatürk’e saldıramayanlar İnönü’ye saldırıyor. 1950-1960 arası Demokrat Parti (DP Bolu Milletvekili ortaokul tarih öğretmeni Zuhuri Danışman, “İnönü zaferi yoktur. Olan küçük bir çatışmadır ve biz yenildik” demiştir.

Yine aynı dönemde DP sempatizanı yazar Cemal Kutay, bu savaşı İnönü-Çerkez Ethem çatışması olarak değerlendirip, bir de kitap yayınlamıştır.

Kadir Mısırlıoğlu, Burhan Bozgeyik, Abdurrahman Dilipak gibi “Osmanlı ve şeriat yanlıları” ile Fikret Başkaya gibi “ayrılıkçı” yazarlar da “yoktur, propaganda amacıyla uydurulmuştur” diyebilmiştir. Yalçın Küçük üstüne bir de “kanıtladım” diye yazmıştır.

Tüm bu dayanaksız iddialar Turgut Özakman’ın “Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele (Yalanlar, Yanlışlar, Yutturmacalar) adlı eserinde de belgeleriyle yalanlanmıştır.

Yine tarihçi Sinan Meydan da konuyu “Cumhuriyet Tarihi Yalanları” adlı kitabında yine belgeleriyle ele almıştır.

- Kitabın en önemli bölümlerinden biri de kuşkusuz Başkomutanlık Yasasının kaldırılma girişimlerine dair. Bunu en berbat zamanda yapıyorlar üstelik.

Çok kritik bir aralık. Mustafa Kemal’in Başkomutanlık yetkilerini alıyorlar sonunda. 26 Ağustos’ta başlayacak olan Büyük Taarruz’dan sadece 106 gün önce hem de.

SARIKLILAR MECLİS’TE BAŞKOMUTAN’A KARŞI!

- Meclis’te olup bitenleri okuyunca Mustafa Kemal için en zorlu cephe sivil cephe olmuş demek yanlış olmaz. Vatan mevzubahisken lafazan bir karşı saldırı yürütülüyor.

Fırsat buluyor karşıcılar. Şöyle başlıyor; Sakarya Savaşı 13 Eylül 1921’de zaferle sonuçlanmıştır. Milli Mücadele’nin askeri yönden zaferle sonuçlanıp milli ordunun İzmir’e girişi ise 9 Eylül 1922’dir. Aralarındaki bir yıl son derece zorlu, ihanetler, tartışmalar, iç ve dış tuzakların uygulamaya konulduğu bir zaman dilimi.

Sakarya’yı kazanınca Birinci Dünya Savaşı galipleri Ankara’ya yeni bir barış taslağı sunar. Sevr’in yumuşatılmış bir kopyası niteliğindeki bu anlaşmaya Mustafa Kemal elbette karşıdır ama bu barış tuzağını yönetmek de zorundadır.

Barış isteyen iyiniyetlilerle Avrupa’yla destek veren işbirlikçiler, barış önerilmişken neden illa savaş yapıyoruz diye tepki göstermeye başlar. Ordumuzun taarruz yapamayacağını, yeterli olmadığını, halkın da bitap olduğunu öne sürdükleri bir propaganda alır yürür.

Mustafa Kemal, Meclis’teki konuşmalarında bu krizi yönetmeye çalışır. Son olarak da ordu içinde denetleme ve cephe çalışması yapmak üzere bir süre Ankara’dan ayrı kalacağını söyleyerek, Meclis’in sonuçları beklemesini rica eder.

6 Mart’ta Batı Cephesi’ne gider ve 17 Nisan’da da döner. Döndüğünde gördüğü manzara, yokluğundan da istifade eden “İkinci Grup” adlı bu karşıcıların saflarını sıkılaştırmış olduğudur. Kimi yeminli İttihatçılar kimi sarıklı hocalar Mustafa Kemal’e karşı birleşmiştir.

 

‘YASAYI KADÜK ETTİLER, ORDU BAŞKOMUTANSIZ KALDI’

- Mustafa Kemal’in Başkomutanlık yetkilerini nasıl alıyorlar?

Yasayı kadük ederek. 5 Ağustos 1921’de yürürlüğe giren Başkomutanlık yasasının süresi Meclis’te üçer aylık devrelerle ele alınıp uzatılabiliyordu. İlk iki uzatma sorunsuz gerçekleşmişti.

Üçüncü uzatmanın görüşüleceği tarih 5 Mayıs 1922’ydi. Mustafa Kemal’e eleştiriler, saldırılar, ordunun güçsüz olduğuna ilişkin görüşlerin adeta övünülerek tutanağa geçirildiği bir gün olur 5 Mayıs. Kitapta bu tutanaklardan bazılarına da yer veriyorum.

Oylama sonucunda 114 kabul, 23 çekimser, 6 red oyu çıkar. 27 milletvekili de oylamaya katılmaz. Gerekli çoğunluk sağlanamaz. O nedenle oylamanın ertesi gün tekrarlanmasına karar verilir. Fakat süre dolmuştur dolayısıyla yasa kadük olur, geçerliliğini yitirir.

- Orduyu Başkomutansız bırakma oylaması gibi..

Bırakıyorlar. Kimi iyiniyetle barış, kimi de kişisel hırs, hınç nedeniyle yapıyor bunu. Mustafa Kemal tam da o sıralarda Suriye cephesinden kaptığı sıtma nedeniyle ateşler içinde yatıyor. Bir yandan da Meclis’i o bir günlük sürede de uyarmak istiyor.

Meclis’te yaşananların ardından Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri ve Dışişleri Bakanları Çankaya’ya gelerek üzüntülerini bildiriyorlar ve istifa etmek istiyorlar. Mustafa Kemal onları yatıştırıyor ve 24 saat sabretmelerini istiyor.

‘MUSTAFA KEMAL: ‘BIRAKMADIM, BIRAKAMAM, BIRAKMAYACAĞIM!’

- Batı Cephesi Komutanı İnönü aynı sıralarda askeri cephede. Olan biteni Mustafa Kemal’in mektubundan öğreniyor. Sonrasında çekiç ile örs bir kez daha dövülüyor.

Kesinlikle. Yaşanan ağır durumu hem İnönü’ye hem de Doğu Cephesi Komutanı Karabekir’e telgraflarla bildiren Mustafa Kemal, “müdahale ediliyor, ne yapacağız?” diyerek ikisinin de görüşlerini sorar. İki ateş arasında kalmıştır Mustafa Kemal, bunalmıştır.

Genel saldırı planlanmıştır ama ordu Başkomutansız bırakılmıştır. Yasa uzatılmazsa ne olacaktır? Meclis’in kapatılması daha mı hayırlı olur diye düşünmeye başlar. Ne de olsa onun için aslolan vatandır!

Karabekir yanıtında, Doğu Ordusunun hükümete bağlılığını bildirerek içeriye ve dışarıya karşı Meclis’in gerekli olduğunu belirtir. Meclis’teki muhalefet konusunda daha ayrıntılı bilgi ister.

Yoldaş olan, ikna edense yine İnönü olur. İnönü, “Başkomutanlık makamını ve ismini koruyalım ama, yetkilerinin sınırlandırılmasını da fazla dert etmeyelim” diyerek Başkomutanlığın devamının, yetkilerin sınırlandırılmasından çok daha önemli olduğunu vurgular.

Şimdiye kadar büyük emek verilmiş Meclis’in gerekliliğine işaret eder:

“Şimdiye kadar bir Millet Meclisi’ne dayanarak millet namına savaşmanın bu mücadelede bize çok güven veren bir yönü vardır. Şimdiye kadar buna dayanarak mücadeleye devam edebildik. Meclis dağılırsa millet namına, milletin kararıyla savaşıyoruz tezi elimizden gitmiş olacaktır.”

Bunları yazan İnönü, Mustafa Kemal her ne karar verirse versin ona itaat edeceğini de yazar: “Şartları siz biliyorsunuz. Biz vereceğiniz kararı tatbik ederiz.” İnönü yine “Hatıralar”ında bu konuyu şöyle noktalar: “Cevap geldi. Hallolunmuştur, çalışmaya devam ediyoruz.”

Evet, çekiç ile örs yeniden dövülür.

6 Mayıs 1922’de ise Mustafa Kemal yaptığı konuşmada Meclis üyelerinin hem aklına hem vicdanına hitap eder. Uzun konuşmasında kararlılığını bir kez daha ortaya koyar.

“Dünkü duruma göre bu dakikada ordu komutansızdır. (…) Eğer ben bu orduya komutanlık ediyorsam, yasaya aykırı olarak komuta ediyorum. (…) Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Bu nedenle, bırakmadım, bırakamam, bırakmayacağım” diyerek sözlerini bitirir.

Oylama yapılır; 11 ret, 15 çekimser oya karşı 177 oyla Başkomutanlığın üç ay daha uzatılması kabul edilir.

- Sonrasında bir kriz daha yaşanıyor. İnönü yeniden devrede..

Bakanlar Kurulunun oluşumu konusunda hep tartışma yaşanıyor Meclis’te. Karşıcılar sürekli bir sorun çıkarıyor.

Verdikleri bir yasa teklifiyle Bakan seçimi için Meclis Başkanı Mustafa Kemal’e öneri getirilmesi engelleniyor, bakanların doğrudan Meclis tarafından ve gizli oyla seçilmesi isteniyor.

Bir de Bakanlar Kurulu Başkanının, Başbakan adıyla doğrudan Meclis tarafından seçilmesi istenerek, Meclis Başkanı Mustafa Kemal’in hükümetle bağı kesilmeye çalışılıyor.

Bu teklif 8 Temmuz 1922’de kabul edilince Bakanlar Kurulu Başkanvekili ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak başta olmak üzere bütün bakanlar istifa eder. Mustafa Kemal de Başkomutanlıktan istifa etmeyi düşünür. Durumu Karabekir ve İnönü’ye bildirir.

İnönü, sabır telkin eden ve Meclis’in seçeceği yeni Bakanlar Kurulu’nun belli olmasının beklenmesi gerektiğini belirten yanıtıyla Mustafa Kemal’i yatıştırır.

12 Temmuz 1922’de seçim yapılır. İki grupla da yakın olan Rauf Orbay Başbakanlığa seçilir. Genelkurmay Başkanlığına Fevzi Çakmak ve Milli Savunma Bakanlığına Kazım Özalp yeniden seçilir. Mustafa Kemal ve cephedeki komutanlar rahat bir nefes alır.

Başkomutanlık Yasası’nın süresinin dolmasına 23 gün kalmıştır. Meclis’e gelen Mustafa Kemal şaşırtan bir konuşma yaparak artık olağanüstü yetkilerinin sürdürülmesine gerek ve ihtiyaç kalmadığını belirterek Başkomutanlık yetkilerinin kaldırılmasını ister.

Sonuç; Başkomutanlık süresi oybirliğiyle süresiz uzatılır. İnönü’nün bu haberi sevinçle karşılamış olması kuşkusuz sürpriz değildir.