Alan Turing'in inanılmaz hikâyesi

“Yapay Oyun”, bence 1951’deki polis soruşturmasında 2 yıllık hapishane yerine 2 yıl hormonal tedavi cezasını yeğleyen, zulme karşı özgürlük, Nazizme karşı demokrasi mücadelesi yürüten, kendini ben savaş kahramanı mıyım yoksa suçlu muyum, makine miyim yoksa insan mıyım diye sorgulayan gay matematikçi rolünde döktüren Benedict Cumberbatch için bile seyredeğer.

Sungu Çapan/Cumhuriyet

Norveçli yönetmen Morten Tyldum’un kamerasını, eşcinselliği nedeniyle 1950’lerin başında Cambridge’den uzaklaştırılmış ama alanının “huysuz deha”sı sayılan, 1912 doğumlu, ünlü matematik profesörü, kriptograf Alan Mathison Turing’in 1954’te daha 42 yaşındayken intihar etmesiyle sonuçlanan, dramatik ama sıradışı yaşam öyküsü bağlamında, İngiltere’de 50 yılı aşkın bir süredir devlet sırrı olarak kalmış, Turing Makineleri denen olaya çevirdiği “The Imitation Game-Yapay Oyun”, alışılagelmiş biyografik filmlerden, özellikle bulmaca çözmeyi çok seven Turing rolündeki Benedict Cumberbatch’ın harika oyunu ve başarılı dönem filmi atmosferiyle sıyrılan, haftanın ilgiyeseyredeğer bir İngiliz yapımı.

Graham Moore’un, eşcinsel hakları aktivisti yazar Andrew Hodges’ın “Alan Turing: The Enigma” adlı kitabına dayanarak senaryosunu yazdığı “Yapay Oyun”, 1952’de Turing’in evine hırsız girmesi üstüne olayı soruşturan polisin mağdur Turing’e karşı tavır aldığı bir sahneyle başlıyor ve Turing’in geçmişine, çocukluğuna yolculuk yaptığımız geriye dönüşlerle sürüyor.

Örneğin 1928’de okuldayken zekâ küpü Turing’in öteki öğrencilerin saldırganca şakalarına maruz kaldığı yeni yetmelik yıllarındaki onu kollayıp koruyan sevgili arkadaşı Christopher’ın ansızın veremden ölmesi çok sarsar onu.

1939’da Nazi Almanyası’na savaş ilan edilen Londra’da, bulmaca gibi Nazi şifre ve kodlarını, Alman istihbaratının haberleşmelerini çözecek bir ekip oluşturulur Bletchley Park’ta.

Kuşkusuz, uygarlığın ilerlemesinde rol alan o kimsenin hayal edemediklerini düşünüp yapan seçkin insanlardan ve bilgisayarın da mucitlerinden biri olan Turing de ekibe dahil edilir kuşkucu komutan Denniston (Charles Dance) tarafından.

Ama savaşı kazanmak için gerekli düzen, disiplin, emir-komuta zincirine uymayan, ekip çalışmasından da hoşlanmayan, biraz tepeden baktığı arkadaşlarınca üstlerine şikâyet edilen, üstelik Almanca da bilmeyen, genç, kibirli matematikçi ve şifre çözücü antipatik kahramanımız, İngiltere satranç şampiyonu olan ekip şefi Hugh’le (Matthew Goode) mesleki rekabete girişerek kırılması zor değil imkânsız olan Alman şifreleme aygıtı Enigma’yı çözmeye yoğunlaşıyor, tasarladığı, 100 bin sterline mal olan, Christopher (!) adını verdiği bir makine yaparak.

Ayarları Almanlarca hep değiştirilen şifreli radyo sinyallerini çözerek olası uçak-denizaltı saldırılarıyla sürpriz bombardımanları vaktinde haber vermeyi amaçlar Turing sabırla. Çünkü tepeden habire yağan Nazi bombalarınca belli başlı kentleri harap edilen, Churchill İngilteresi’nin bezgin halkı postu sığınaklara sermiştir mecburen o yıkık dökük, feci savaş yıllarında.

Makinesini tamamlayacağı donanımı sağlamak için mektupla başvurduğu, onu kovmak niyetindeki Denniston’un da amiri olan Churchill’in desteği ve ekip arkadaşlarının dayanışmasıyla Nazi şifre sistemini İngiliz istihbarat merkezi Bletchley Park’ta çözüyor sonuçta, sorumluluğu üstlenmiş Turing’le arkadaşları. Ancak Enigma’yı kırdıklarını sır olarak gizli tutuyorlar Almanlarca durum anlaşılmasın diye.

Aslında işleri denizlerdeki gemi konvoylarını, masum sivilleri kurtarmaktan çok savaşı kazanmaktır çünkü!

Özünde, bir ara Sovyetler Birliği casusu olduğundan bile kuşkulanılan Turing’le arkadaşlarının istihbaratı olmadan 2. Dünya Savaşı’nı müttefiklerin kazanamayacağı gerçeğine dayanan, ele aldığı dönemin de başarıyla betimlendiği “Yapay Oyun”da, geri plandaki büyük savaş felaketinden çok Turing’in şimdiye dek hep görmezden gelinmiş, eşcinsel kimliği biraz öne çıkarken biyografik film türünün kimi öğeleriyle bildik kalıpları da genelde beklentileri karşılayacak şekilde yineleniyor yaklaşık 2 saat süresince.

O malum seçkin İngiliz aktörleri geleneğinin son yıllardaki yeni uzantısı saydığımız, şimdiden benzersiz Benedict Cumberbatch’ın üstlendiği, o hüzünlü dâhi-eşcinsel Turing rolündeki harika yorumuyla sürüklediği bu film, söz konusu yılları, dekor kostüm ve mekân kullanımı olarak ayrıntıyla işleyen, eski moda değerlerle yürüyen, beylik ama işlek ve düşündürücü bir anlatım tutturan, görsellik ve oyunculuk bakımından da sınıfı geçen, ortalamanın üstünde bir “Bio-pic” özetle.

İşin içine akıllı oluşu ve iyi bulmaca çözüşüyle Turing’in dikkatini çekip ekibe aldığı Joan (Keira Knightley) adlı bir genç kızla Turing’in biraz zorlama gönül ilişkisinin de karıştırılmasıyla romantik bir hale de bürünen “Yapay Oyun”un sonunda, Britanya yasalarınca 1885-1967 arasında yaklaşık 49 bin eşcinsel erkeğin ahlaksızlık suçuyla mahkûm edildiğini, 2013’teyse kraliçe 2. Elizabeth’in Turing’e kraliyet affı bahşedip eşsiz başarılarıyla saygınlığını iade ettiğini filan da öğreniyoruz.

Tarihçilere göre Enigma’nın kırılmasıyla büyük savaşı 2 yıl kısaltıp yaklaşık 14 milyon kadar hayatı kurtarmış Turing’in çalışmaları, bilim adamlarının Turing Makineleri diye adlandırdığı çeşitli araştırmalara esin kaynağı oldu sonradan.

Bu makinelere bugün bilgisayar deniyor! Kameraman Oscar Faura’nın görüntülediği, Alexandre Desplat’nın müziklediği “Yapay Oyun”, bence 1951’deki polis soruşturmasında 2 yıllık hapishane yerine 2 yıl hormonal tedavi cezasını yeğleyen, zulme karşı özgürlük, Nazizme karşı demokrasi mücadelesi yürüten, kendini ben savaş kahramanı mıyım yoksa suçlu muyum, makine miyim yoksa insan mıyım diye sorgulayan gay matematikçi rolünde döktüren Benedict Cumberbatch için bile seyredeğer.