Ah şu bileşik sözcükler!
Bileşikler öteden beri tartışılır; ancak 1985’e dek Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun (TDK’nin) Yazım Kılavuzu’nu kullanan, kuruma ve bu yapıta güvenenlerce sorun olarak görülmüyordu. Özellikle genç okurlarımızın, genç yazar ve çevirmenlerle kimi yayınevlerinin, basın yayının, neredeyse hepsinin başı bileşiklerle dertte…
Sevgi Özel / Cumhuriyet Kitap EkiDeğerli okur(um), salt perşembeleri Cumhuriyet alabiliyormuş. “Okurlarım deyip duruyorsunuz, bu derginin kaç okuru var ki sürekli çoğul kullanıyorsunuz?” diyor. Ses tonu alaylı olsa da pek üzülmedim; bu girişin ardından sıraladığı soruların, başka ortakları da vardı. Okur (iki, üçse; daha çoksa), e-postayla, telefonla ayrı ya da aynı sorular geliyorsa, doğallıkla “-ler/-lar” ekini kullanıyorum. Bu okurla uzun uzun bileşik sözleri konuştuk; sonunda şakayla karışık, “Başörtüsünün ayrı yazılması bence yanlış; bileşikler sorunsa, dilci olan sizsiniz, hepsini ayırın, cümleten rahatlayalım!” dedi, noktayı koydu.
Bileşikler öteden beri tartışılır; ancak 1985’e dek Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun (TDK’nin) Yazım Kılavuzu’nu kullanan, kuruma ve bu yapıta güvenenlerce sorun olarak görülmüyordu. Özellikle genç okurlarımızın, genç yazar ve çevirmenlerle kimi yayınevlerinin, basın yayının, neredeyse hepsinin başı bileşiklerle dertte…
Her dilde bileşik sözcük (Osm. mürekkep kelime; Fr. mot composé; İng. compound Word; Alm. zusammensetzung, Zusammenbildung) var. Türkçenin en eski kaynaklarında da bileşikleri görüyoruz. Biçimbilimsel açıdan Türkçenin sözvarlığını yalın, türemiş ve bileşik sözcükler oluşturmaktadır. Belli kök ve gövdelere, yine Türkçenin değişmeyen ekleri getirilerek sözcük türetebiliyoruz. Türkçe gibi bağlantılı dillerin değişmez bir özelliği olarak sözcük türetmenin bir başka yolu da bileşik sözcük kurmaktır. Bileşik sözcükler, önce tamlamadır; kimi zaman tamlamaları oluşturan sözcükler hem biçim hem de anlam bakımından kaynaşarak “tek bir kavramı” anlatır duruma gelirler. Bu tür sözcüklerin oluşumunda kimi kez anlam, kimi kez biçimsel özellikler ağır basar. Bileşik sözcük yapma yolu, Dil Devrimiyle çok kullanılmış; Türkçeye bu yolla onlarca sözcük ve terim kazandırılmıştır. 1983’te TDK kapatıldıktan sonra Evrengilin resmi kurumu türetme eylemini kesintiye uğratarak, yerleşmiş bileşiklerin çoğunu ayırarak Dil Devrimini engellemeye çalışsa da artık sözcük türetme ve bileştirme yollarının kapatılması olanaksızdır. Dilcilerin, yazarların çabasıyla kazanılanların yanı sıra halk da benzetme yoluyla dile “biçerdöver, buzdolabı, cankurtaran, çalçene, çıbanbaşı, çöpçatan, çekyat, gecekondu, incehastalık, kaptıkaçtı, kapkaç, seryat...” gibi onlarca bileşik katmıştır.
1985’ten bu yana dile yerleşmiş bileşikleri ayırmanın hem yazım hem anlam kargaşasına neden olduğunu yaşayarak gördük. Örneğin “arapsaçı” bir bitkidir; ayrılmıştı, “Arap saçı” biçiminde yazıldığında bileşik sözcük sayılabilir mi? “Arap”ın “a”sı büyük mü, küçük“ mü yazılacak? Neyse, bu yanlıştan dönüldü. “İlkokul” gözümüze çarpan ilk okul değil; yeni anlamla bir kurum adıdır; “acıağaç, adamotu, ağırbaşlı, akbaba, anayol, ateşböceği, balıkadam, balıksırtı, bitpazarı, büyükanne, çalgıcıotu, doğumevi, dilpeyniri, fırtınakuşu, frenkçileği, gölgebalığı, gözlüklüyılan, kitabevi, kolbaşı, kuşbaşı, rüzgârgülü, sarıkanat, soğukkanlı, suoku, yerelması, ketenhelva, körkaya, maltaeriği, perihastalığı, peygamberçiçeği, sigaraböreği, süpürgeotu, taşbademi, tereyağı, tozpembe, yayınevi, yerkabuğu, yüzbaşı...” gibi onlarca bileşik yepyeni kavramları yansıtmaktadır. Türkçedeki birçok bileşikte, bileşiği oluşturan sözcükler ses açısından kendi içinde uyumludur; bu nedenle bileşiklerin kiminde büyük-küçük ünlü uyumları aranmaz. Bütün bileşikler anlatım (tümce) içinde, anlatımın gerektirdiği türlü görevleri üstlenir; yine anlatımla ilişkili olarak bütün sözcük türlerinde de olabilir. Sözcüklerin bileşik mi ayrı mı yazılacağında, anlatımdaki anlam ve görevleri etkilidir.
Dilcilerin, masaya oturup şunu bileştirelim bunu ayıralım yetkisi yoktur; bileşiklerin oluşumunda anlam gibi kullanım sıklığı da yol göstericidir. Bileşikler konusunu yerli ve yabancı bütün dilciler, bütün boyutlarıyla ele almıştır; ben de yazdım.
Atatürk’ün kurumunda işe başladığımda, özlemle andığım hocam Dilbilgisi Kolu Başkanı Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu, kol arkadaşlarımın yıllardır sürdürdüğü göreve beni de ortak etti. Prof. Hatiboğlu, yazımda birçok sorunu çözmüş: Türkçedeki ikileme, pekiştirme, sözcük türetme kurallarını belirlemiş; sözcükten tamlamaya, tamlamadan tümceye uzanan dilin bütün kapılarını açmış görkemli bir dilciydi. 1936’daki 3. Türk Dili Kurultayında bildiri sunan, Atatürk’ün övgüsünü alan 15 öğrenciden biriydi. Özlemle andığım hocamın verdiği görev önemliydi; gazete, dergi, kitap, duyuru, tabela ve radyo-TV izlencelerinde, aklınıza gelen her alan ve her yerde dili izleyecektim; Dilbilgisi Kolu olarak sözcüklerin söylenişi ve yazımındaki benzerlikleri, ayrılıkları kaynak göstererek saptıyor, yazım çalışmalarına belge-bilgi biriktiriyorduk. hâlâ her şeyi elimde kalemle okur; iletişim araçlarını kalemle izlerim. Bu önemli görev, çalışmalarımızın bir bölümüydü; bileşiklerin de için de olduğu Türkiye Türkçesi dilbilgisini geleneksel bakışla irdeliyorduk. Sözcükleri ayırma-bileştirme boyutuna taşıyan okurlara katkı için bileşiklerle ilgili bilgiyi azıcık derinleştirdim. Belli ki bu konuyu epey tartışacağız.
Tutucuların Dil Devrimini, “dile müdahale” saymasının artık önemi yok; geçti o günler! Hiçbir dil kendi kendine gelişip yenileşmez. Bilim, sanat ve teknikteki üretimle doğru orantılı olarak üretken ulusların diline, şu dakikada bile onlarca sözcük ve terim katılıyor olabilir. Bu açıdan baktığımızda canımız istiyor diye ne sözcük türetebilir ne de bileştirmeye gidebiliriz; sözcük de atamayız; bizi aşar! Türemiş ve bileşik sözcüklerin dile girmesi rastlantı değildir. Birkaç okur, “başörtüsü”nün bileşik yazılmasını “saçma” buluyor; başörtüsü, Fransızca “eşarp”ı karşılamak üzere yapılmış Türkçe bileşiktir; “basımevi” Arapça “matbaa”nın Türkçe karşılığıdır. Evrengilin kurumu, tepkileri üzerine 1985’te ayırdığı bileşiklerin çoğunu, bileştirdi; doğru yaptılar. Ancak özellikle eğitim kurumlarına dayatılan kılavuzdaki “bitişik yazılan birleşik kelimeler” ya da “ayrı yazılan birleşik kelimeler” benzeri çelişkilerin, dil mantığını zorlayan, çocuk ve gençleri yoran örneklerin de bir an önce düzeltilmesi bütün dilseverleri, işi gücü dil olan duyarlı yurttaşları ikilemden kurtaracaktır.
Ben umutluyum; eğitimin temel taşı, ortak iletişim aracımız Türkçe de dağlarımız, ovalarımız da Ataol Behramoğlu deyişiyle “bir gün mutlaka” dört mevsimi yaşayacak!