Ağaçlar Çiçek Açıyor
Bahar her zaman umuttur. Toprağın altı benzemez üstüne. Yıllarca uykuya yatan bozkırda bile unuttuğumuz bir tohum çiçek açar; yağmurunu görmese de...
cumhuriyet.com.trBir tek cılız ağaç aslında ormanın kendisidir. Yani doğa, hiçbir zaman ihanet etmedi. Ağaçların gölgesinde uyuyanlar (piknik tüpü ve ızgaralı ve karpuzlular hariç) iyi bilir; gökyüzünün mavisini, yeşilini, güvercinlerini, kumrularını, martılarını ve hele hele yanı başınıza konan müjdeci serçelerini… “Taksim Gezi Parkı” bu nedenle simgeye dönüşüverdi. Her ağaç, her çiçek, her bulut kültür ve sanatın kaynağıdır. Bir tek uğurböceği bile umudun kendisidir. Cehl kaskını takıp kılıcını kuşananlarının çıkmazı da budur aslında.
Birkaç gün önce TGC’nin yıldönümü yemeğinde Yaşar Kemal, Ara Güler, Hıfzı Topuz, Semiha Baban, Turgay Olcayto, Kâmil Masaracı, Oktay Duran, Halit Kıvanç rastlantısal aynı masadaydık. Hiciv egemendi masada. Ama Gezi’nin hicvi hepimizi sollardı. Didikleyerek sorduğumda Yaşar, o coşkulu anlatımı ile “Beş roman daha var aklımda.” İlki? “İlki, adı belli değil ama kahramanlarım kadınlar ve ormanlar.” Gezi Parkı’nın kızları, kadınları ve ağaçları geldi aklıma. “Babam öldüğünde anam direnip büyüttü Adana’nın, Toroslar’ın coğrafyasında beni. Anam savaşçıydı ama savaşmayı hiç sevmezdi. Yeri geldiğinde de savaşırdı ama. İşte bu itme ile romanımın kahramanı kadınlar ve orman.” Kifayetsiz muhterislerin bilmedikleri, kavrayamadıkları şey; bir ağacın ve bir kadının da roman kahramanı olabileceği…
Rengârerk giysileri, kundaktaki bebekleri, renkli çadırları, kitapları, sevecen sözcüklerle bezeli şarkıları, marşları ile oradaydılar, dans edip şarkı söylüyorlardı hep birlikte... Derinliğe gömülmüş umutlarını, gençliklerini, unuttuğumuz güzelliklerini sergiliyorlardı farkında olmadan. Akil insanlardan değillerdi ama akılları yüreklerindeydi, yüreğinin sesini dillendiriyordu her biri. Ama öfkeli de değillerdi ta ki grayderler, kepçelerle köklerinden koparılan, parçalanan ağaçlarını görünceye kadar. Çadırları yakıldı ertesi sabah, kepçelerle yüründü üzerlerine; biber gazları ile o güzelim gökyüzü, martılar, güvercinler, serçeler boğuluncaya kadar… Yalnızca doğa değil, şiirin, şarkının, müziğin, tarihin, bilimin, resmin, heykelin, tiyatronun, balenin, kent mimarisinin, keyfin, sevdanın, umudun ve bu coğrafyaya çok yakışan özgürlüğün üzerine yürümüştü işbirlikçilerle birlikte demir kepçe. Umut ve özgürlük düşü işte o günden beri yolculuğunu sürdürüyor: Kapılarını araladı artık onur ve özgürlük…
Bahar her zaman umuttur tabii ki yüreği ile konuşan, yüreği ile görenler için. Sularla, yeşille ve on iki bin yıllık uygarlıkla kuşatılmış bu coğrafyada talan egemendi ama!.. Ama artık birlikte söylenmiş şiirler, şarkılar, marşlar, dalgalanan bayraklar, ıslıklar, tencere ve tavalar şimdi teker teker küflü sandıklardan çıkarılıyor. Suyu, gazı, sopası ile her karşı saldırı, acılarla birlikte hiciv ve alaya dönüşüyor. Gülmece dergilerini aşan bir ustalıkla ince bir alay güldür güldür sokaklara yayıldı bir kez; kışkırtma, saptırma, yıldırma ve kine karşı. Oyun çok!
İlk kez unuttuğum umudun güzelliğini görüyordum yüzlerinde. Bu bile yeter sevda ve özgürlük adına; pusudaki oyunları da bilerek. “Bu ağaçlar siz giderken size bakıyor olacak.”, “Atam izindeyiz diyorduk. İzin bitti artık. Görevdeyiz.” Gezi Parkı’nın ağaçları ise bir anıt olarak tarihe geçecek. Ve Nâzım’ın şiiri simgeye dönüşmüş artık: “Bir ağaç gibi tek ve hür/Bir orman gibi kardeşçe” yazılmış pankartlara. Floransalı Dante 13. yüzyıldan sesleniyor: “Cehennemin karanlık katmanları, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.”