AB Türkiye Raporu ve Kıbrıs Sorunu
cumhuriyet.com.trAB Türkiye Raporu ve Kıbrıs Sorunu
AB, Türkiye’ye verilen güvenceyi dikkate almayarak, tüm raporlarında, Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmasını istemektedir. Türkiye ise çok haklı olarak, önce KKTC’ye uygulanan ambargoya AB’nin son vermesini istemektedir. AB Kuzey Kıbrıs’a uygulanan ambargoya son vermedikçe, Türkiye limanlarını Kıbrıs Rum tarafına açmamalıdır!
Bir yanlış anlaşılmayı önlemek için öncelikle şunu belirteyim: Şahsen ben, Türkiye’nin, AB üyesi diğer ülkelerle eşit koşullar altında, eşit haklarla, herhangi bir alanda olumsuz anlamda farklı bir uygulamaya maruz bırakılmadan, Avrupa Birliği’ne üye olmasını savunuyorum. Türkiye’nin tam üyeliğini savunuyorum, çünkü AB’ye üyelik süreci, ülkemizde gerçek anlamda demokratikleşmeye, tam bir hukuk devleti olmaya, temel insan haklarına, sendikal haklara ve sosyal devlete geçiş sürecine ivme kazandıracaktır. Ancak, şu bir gerçektir ki, Türkiye’nin kendi iç siyasi dinamikleri ne yazık ki bu yönde engelleyici olmaktadır.
AB’nin Türkiye’ye baştan beri eşit davranmadığını biliyoruz. Türkiye o zamanki adıyla “Avrupa Ekonomik Topluluğu”na (AET) üye olmak için 1959’da başvurmuştur. 1963 yılında Ankara’da, Türkiye, AET yetkilileriyle tam üyeliği hedefleyen bir işbirliği anlaşması imzalamıştır. Zamanın AET Komisyonu Başkanı Wallter Hallstein (CDU) bu imza töreninde şöyle diyordu: “Bugün biz çok büyük önemi olan bir olayın tanıklarıyız: Türkiye Avrupa’ya aittir.” Günümüzde Almanya Hıristiyan Birlik Partileri ve Sarkozy’nin öncülüğünü yaptığı bazı politikacılar, ısrarla “Türkiye’nin Avrupa’ya ait olmadığını” söylüyorlar.
Aralık 1999’da Helsinki zirvesinde, AB ülkelerinin devlet ve hükümet başkanları, Türkiye’nin AB’ye aday ülke olma statüsüne karar verdiler. Ekim 2005’ten bu yana da Türkiye ile AB arasında üyelik sürecine ilişkin uyum yasaları müzakereleri sürmektedir. 35 başlıktan 7’sinin müzakeresi, Kıbrıs Rum kesimi ve Fransa tarafından engellenmiş bulunmaktadır. Müzakeresi sonuçlanan tek bölüm “Bilim ve Araştırma”dır.
Hatırlatmak isterim ki, 1999’dan günümüze, son olarak Bulgaristan ve Romanya’nın da üyelikleriyle, toplam olarak, eski Doğu Bloku mensubu 12 ülke AB’ye tam üye olmuşlardır. Türkiye ile AB arasında imzalanan üyelik anlaşmasında, diğer hiçbir üye ülkeye uygulanmayan farklı koşullar Türkiye’ye kabul ettirilmiştir. Üstelik, “görüşmeler ‘ucu açık’ olarak yürütülecektir” kaydı konmuştur. Anlamı şudur: Türkiye üyelik için Kopenhag kriterlerini ve tüm diğer koşulları yerine getirse bile, AB, “Ben Türkiye gibi büyük bir ülkenin üyeliğini ekonomik veya siyasi nedenlerden dolayı kaldıramam” diyerek, Türkiye’nin üye olmasını reddedebilecektir. Kuşkusuz bu hak Türkiye için de geçerlidir. Öte yandan Fransa Parlamentosu’nda 2008’de onaylanan yeni bir yasayla, “AB’ye üye olmak isteyen bir ülkenin nüfusu AB nüfüsunun yüzde 5’ini geçiyorsa, bu ülkenin tam üyeliği hakkında Fransa’da halk oylaması yapılacaktır” şeklinde, yeni bir engel daha oluşturulmuştur. Kararda ima edilen ülke elbette Türkiye’dir. Türkiye’nin üyeliğine şu andaki 27 ülkeden birisinin bile hayır demesi, üyeliğin reddi anlamına gelecektir.
AB’nin Türkiye’den istediği ödün kararlılıkla reddedilmelidir!
Türkiye - AB üyelik müzakereleri sürecinde görünürdeki esas sorun, Kıbrıs konusunda Türkiye’den istenen -tamamen haksız- ödünlerden kaynaklanıyor. AB, son raporunda da, Türkiye’nin limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmasını istemektedir. Türkiye’nin adaylık statüsüne karar verilen Helsinki zirvesinde, Kopenhag kriterlerinin yanı sıra Kıbrıs konusu da bir ek koşul olarak gündeme getirilmek istenmişti. Ancak bunu şiddetle reddeden zamanın başbakanı Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem, zirve toplantısını derhal terk ederek Ankara’ya döndüler. Aynı akşam AB’nin o zamanki genişlemeden sorumlu komiseri Günther Verheugen ile AB Dışişleri’nden sorumlu Xavier Solana, acilen Ankara’ya uçarak, Ecevit’e AB Dönem Başkanı ve Finlandiya Cumhurbaşkanı Paavo Lipponen’in bir mektubunu getirdiler. Bu mektupta, Kıbrıs konusunun AB ile yürütülecek üyelik görüşmelerinde bir koşul oluşturmayacağı, yalnızca bir “siyasi diyalog” yürütülmesi istendiği yazılıydı.
Bilindiği gibi Kıbrıs Türk Toplumu, zamanın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan tarafından hazırlanan Annan Planı’nı üçte ikilik bir çoğunlukla kabul etmişti. Bu oylama sonrası AB tarafından Türkiye’ye: “Kuzey Kıbrıs’la doğrudan ekonomik ve ticari ilişkilere geçileceği, böylece Kuzey Kıbrıs’a uygulanan ambargoya son verileceği ve gerekli ekonomik yardımların yapılacağı” güvencesi verilmiştir. Ancak AB verdiği bu sözü, Kıbrıs Rum tarafının vetosu nedeniyle (hatta büyük bir olasılıkla söz konusu vetoyu bahane ederek) yerine getirmemiştir.
AB, Türkiye’ye verilen güvenceyi dikkate almayarak, tüm raporlarında, Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmasını istemektedir. Türkiye ise çok haklı olarak, önce KKTC’ye uygulanan ambargoya AB’nin son vermesini istemektedir.
Oysa AB, Kıbrıs konusunda önemli bir yanlış yapmıştır. AB’ye üye olacak ülkelerden istenen en önemli koşul, kendi iç sorunlarını çözmüş olmasıdır.
Yani Kıbrıs’ta iki toplum arasındaki sorunlar çözülmeden AB’nin Kıbrıs Rum kesimini üyeliği kabul etmesi, kendi ilkeleriyle tamamen çelişmektedir.
Türkiye, AB’nin bu çifte standartlı politikasına, ısrarla ve özgüvenle karşı çıkmalı ve bu tutumu şiddetle kınanmalıdır. Özellikle Kıbrıs konusunda Türkiye’den istenenlerin tamamen haksız olduğunun altı çizilmeli ve Kıbrıs Türk toplumuna uygulanan ekonomik ve ticari ambargo son bulmadıkça, Türkiye limanlarını Rum kesimine açmamalıdır.
Biliyoruz ki Almanya’da Hıristiyan Birlik partileri, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkarken, Türkiye’ye “özel statü” önermektedirler. Amaç Türkiye’yi AB nin her türlü karar mekanizmalarının dışında tutmak istemekle birlikte, kendi çıkarlarının gerektirdiği nüfuz alanında bulundurmanın yollarını aramaktır. Son dönemde AB’nin Türkiye ile özel ilişkiler kurma girişiminin, AB aldatmacasının yeni bir boyutu olduğu bilinmeli ve tam üyelik dışındaki tüm seçenekler kararlılıkla reddedilmelidir.
O halde bizler bu durumda Türkiye’nin AB’ye üyeliğine karşı mı olmalıyız?
Kanımca, bizim asıl amacımız özellikle Batı Avrupa ülkelerinde yaşayarak tanık olduğumuz ve çağdaş diyebileceğimiz, hukuk devleti, insan hakları, demokratik standartlar, sosyal devlet ve sendikal hakların, Türkiye’de, kâğıt üzerinde kalmaksızın yaşama geçirilmesini sağlamak olmalıdır. Özellikle vurgulamak istiyorum ki, yukardaki değerlere ulaşabilmek için AB bir amaç olmaktan çok, bu hedeflere varmanın bir aracı olarak görülmelidir.
Prof. Dr. Hakkı KESKİN 2005-2009 Almanya Parlamentosu Milletvekili ve Avrupa Birliği Komisyonu Üyesi