70. Berlin Film Festivali, bu akşam düzenlenecek ödül töreniyle son buluyor. Altın Ayı kime gidecek?
Altın Ayı yarışı bu yıl incelikler ve aşırılıkların karşılaşmasına sahne oluyor. Senaryoları hayli iddialı, sloganı yüksek sesli ve dev bütçeli yapımlar yerine gündelik hayatın dertlerini ve fani devinimini benzersiz bir sinema ritmine dönüştürmeyi başaran yönetmenlerin filmleri öne çıkıyor.
Esin Küçüktepepınar70. Berlin Film Festivali, namı diğer Berlinale’de bu akşam sahiplerini bulacak ödüller öncesi henüz izlemediğimiz Kamboçyalı Rithy Panh ve İranlı Muhammed Rasulof’un filmleri var. Kendilerinden önce şanı yürüyenler arasında “DAU: Natasha” doğrusu son derece manipülatif bir film. Büyük bütçesi, yıllara yayılan çekim süresi ve “deneysel setiyle” şık bir proje film olarak kadın bedenini ve ruhununu hırpalayarak Sovyet sistemini eleştiriyor pozuna girmek ucuza kaçıyor. Bir başka iddialı ve uzun film olarak Afgan asıllı Burhan Kurbani’nin klip üslubundaki şık ve renkli “Berlin Alexanderplatz” adlı filmi Berlin’in ortasındaki mülteci krizine “şiirsel” bir eleştiri getirme hedefini maalesef tutturamıyor.
Tipik bir 18 filmlik yarışmanın kalanına baktığımız zaman varlığı iyi bir film ihtimaline denk düşen Amerikalı kadın yönetmen Kelly Reinhart’ın “First Cow” (İlk İnek) adlı filminin beklentileri ziyadesiyle karşıladığını söylemek gerek. Film, 1820’lerde, ABD’nin batısında bir ormanda karşılaşan iki genç yabancının, aşçı Cookie (John Magaro) ile Çin asıllı King lu’nun (Orion Lee) yaşam mücadelesi ve bir arada kendilerine hayat kurma çabalarını anlatıyor ve yönetmenin bildik sakin ritmi ve şevkatli yaklaşımıyla ilerliyor. Filmin en önemli başarısı alttan alta ilerleyen gerilimi; ne de olsa bir şeyler üreterek satmak için sermayenin yani “ineğin” sömürgeci İngiliz sahibinden çalınan azıcık sütün bedeli küçük olmayacak, dolayısıyla kapitalizme ve “Amerikan rüyasına” dair katı gerçekler usulca ifşa edilmiş oluyor.
Günah çıkarma
Bir başka kadın yönetmenden, Eliza Hittman’ın Sundance’den ödülle Berlinale’ye gelen “Never Rarely Sometimes Always” (Asla, Çok Nadir, Bazen, Daima) adlı filmi de yarışmanın en şahane sürprizlerinden birisi. Festivalin başlangıcında yıllar önceki cinsiyetçi ve kürtaj karşıtı sözleri nedeniyle özür dileyerek günah çıkaran ana jüri başkanı İngiliz aktör Jeremy Irons’ın seçimini tahmin etmek zor olsa da, bu filme kayıtsız kalınamayacağı ortada. Küçük kasabadaki sıkışık ve sıkıcı yaşamında hamile olduğunu öğrenen liseli bir genç kız ile yeğeninin çare arayışıyla büyük kente gidiş yolculuğu son derece incelikle planlanmış. Minimal bir yaklaşımla sürecin hassaslığını duyurturken, muhafazakârlıktan erkek egemen anlayışa, ABD’nin mevcut hal ve gidişatına dair manzara da bu sıkışıklık hissiyatını çoğaltıyor. Başrollerdeki Sidney Flanigan ve Talia Ryder’ın bir ödül alması en iyi kadın oyuncu dalında ödülü paylaşmaları da şaşırtmaz. Tayvanlı usta Tsai Ming Liang da formundan bir şey kaybetmemiş ve “Days” (Günler) ile “yavaş sinemanın” hakkını vermiş. İki yalnız ruhun kısa bir süre bir araya geldiği, kalan zamanda gündelik ve banalin ritmini bulan filmi jürinin de takdir etmesi mümkün. Yarışmanın favorileri arasında bunlardan hayli yüksek sesli ve hayli konuşkan ama derdini etkileyici bir dilde anlatan Brezilya filmi “Todos os Mortos“ (Bütün Ölüler), ülkedeki köleliğin kaldırılmasından 10 yıl sonraki hal ve gidişatı anlatıyor. Dönemin siyahi ailesini günümüz San Paolo kenti silueti önünde gördüğümüzde köleliğin hâlâ devam ettiğinin incelikli bir resmini de idrak etmiş oluyoruz.