69. Cannes Festivali'nden notlar
Kırmızı halı hoşlukları ve şıklıklarının ardındaki büyük mücadeleyi anlatanlar kervanına katılan Jodie Foster’a göre artık erkek yönetmenlerin değişmesi gerek. Sinemanın anıtsal yüzü Vanessa Redgrave de ‘Mücadeleye devam’ diyor.
Esin Küçüktepepınar / Mehmet Basutçu(Esin Küçüktepepınar - Mehmet Başutçu) Şahane oyunculuğu yönetmenliğini ziyadesiyle aşsa da kadın haklarıyla ilgili her daim güçlü duruşuyla da öne çıkan Oscarlı Jodie Foster, yarışma dışı gösterilen “Money Monster” filminin gösterimiyle geldiği Cannes’da katıldığı Kering Sohbetleri’ni açmak için ideal bir isimdi ve nitekim Hollywood’da yönetmen olmak için verdiği mücadeleyi anlatırken dürüstçe içini döktü: “Beni tek başına büyüten bir annenin çocuğuyum yani piyasada kadın yönetmen olarak iş bulmamın çok zor olduğu söylendiğinde umursamadan mücadele ettim.
Cannes Film Festivali'nde görkemli gece-FOTOĞRAFLAR
” Foster’a göre kamera arkasında daha fazla kadının olması sinemada daha derinlikli karakterler izlememizi sağlayacak çünkü erkekler kadın ruhunun karmaşıklığıyla ilgilenmiyorlar: “Hikâyede kadınları harekete geçmesi için illa da büyük bir neden olması gerekiyor ve bu da maalesef tecavüz oluyor! Bence sorun erkek yönetmenlerde, sorunlarıyla yüzleşmeliler.
Kadınlar kendilerini diğer insanların yerine koymaya alışmış zaten”. Neyse ki gelecekten hayli umutlu: “Hollywood’daki eşitsizliğin ve tek tipliliği nedeni canavar kılıklı kötü adamlar değil uzun yılların alışkanlığı yani aşılabilir çünkü insanlar da artık değişim istiyor!” Endütrinin artık geleneksel değerler içinde sıkıştığını vurgulayan ünlü oyuncuya göre çizgi roman ve süper kahraman filmlerinden başka yatırım yapmak istemeyen yapımcıların çok tehlikeli bir kumar oynadıklarını söyledi.
Ne varsa Avrupalı sinemacılarda var Avrupa cenahında ise işler daha hallice. E.M. Forster’ın ünlü romanından uyarlanan ve Cannes Klasikler bölümünde gösterilen şahane “Howards End”in vesilesiyle söyleşi yaptığım efsane İngiliz oyuncu Vanessa Redgrave ve James Avery sinema sevgisi sayesinde bir araya gelen dostlar olduklarını söylüyorlar. Avrupalı sinemacıların kadın rollerini daha iyi yazdığını söyleyen 79 yaşındaki Redgrave, “Elbette zaman değişiyor ve sinemayı sanat yerine para olarak gören zihniyet gücü ele geçirebiliyor. Ama neyse ki yaratıcı yönetmen ve yapımcılarımız hâlâ var. Zaten sadece para amaçlı maço bir sinema çok tutmaz artık, onun da tükenme tarihi belli. Eskimiş zihniyete karşı her zaman mücadele etmek gerek. Oturup bekleyemezsiniz, isteyeceksiniz” diyen Redgrave ekledi: “Sinemayı çocuklarımdan ayırmıyorum, çünkü her film sadece film değil, insanlık için önemlidir. Ben filmlerden çok şey öğrendim, oynarken de izlerken de. İnsana dair her şey kutsaldır, demek ki sinema da öyle.” |
İngiliz kamerasının ‘devrimci’ gözü
Ken Loach (1936), birkaç kez niyetlenmesine karşın, iyi ki sinemayı bırakamıyor. 1970’ten bu yana festivalin 13. kez davetlisi… Ve yine o bilinçli, duyarlı, hümanist sinema soluğunu, tüylerimiz ürpererek hissediyoruz. Bu kez daha da güçlü ve ürpertici bir soluk bu. “I Daniel Blake“, bir belgeselin inandırıcılığına sahip. Loach, ezilen, horlanan, paryalaştırılan insanları savunmaktan, uğradıkları haksızlıklara başkaldırmaktan yine vazgeçmiyor.
Tam tersine, bu kez İngiliz hükümetini, sosyal yardım politikası uygulamalarındaki ikiyüzlü tavrı ve yol açtığı adaletsizlikler nedeniyle kıyasıya eleştiriyor. Duyarsızlaşmış memur zihniyetinin kuralcı sertliğine, aşağılayıcı tavırlarına karşı çıkıyor. Yardım eli uzatmak yerine, bürokratik oyalamalarla, sayıları milyonlara ulaşan o yoksul, ezik, işsiz ya da hasta insanları köpek gibi aşağılayarak nasıl çaresizliğe, umutsuzluğa itelediklerini sergiliyor. Küresel kapitalizmin biçimlendirdiği, tutucu liberal düzeni suçluyor.
Gerçekçi melodram
Daniel Blake, 60 yaşına gelmeden karısını kaybetmiş, kalp yetmezliği olan, dürüst girişken bir marangozdur. Dokorlar çalışmasını yasaklar ama, sosyal yardım mekanizması hastalık tazminatı bağlamayı reddedip, işsizlik sigortasından yararlanmasını, bunun için de sürekli yeni iş araması gerektiğini söyler! Bu saçma kısırdöngüyü kırmak için aylar, yıllar beklemek gerekecektir...
Daniel’in merhameti
Gönlü geniş, dayanışma ruhu güçlü, yardımsever, onurlu insan Daniel, sosyal yardım merkezinde kendisi gibi aşağılanan iki çocuklu genç bekâr anneye sahip çıkacak; bir baba, katıksız bir dost gibi onu korumaya çabalayacaktır. Ancak düzenin çarkları ağırdır, öğütücüdür... Birey devlet karşısında yalnızdır, güçsüzdür.
Adalet mekanizması çok yavaş işler. Daniel Blake’ın kalbi, hem hastadır hem de onuru kırıldığı için kanamaktadır. Bürokrasinin yanlışlarını düzelten hâkimlerin önüne gelmeyi bekleyecek zamanı yoktur, dayanamaz... Duygu sömürüsü yapmaktan hep özenle kaçınan Ken Loach’un mesafeli mizansenine karşın duygulanmamak elde değil.
Basın gösterisi içten, sıcak alkışlarla noktalanıyor. Yine, İngiliz yönetmen Ken Loach’un sadık senaryo yazarı Paul Laverty’nin kaleme aldığı öyküyü ‘toplumsal melodram‘ olarak tanımlamak herhalde yanlış değil, ama alabildiğine gerçekçi, çok sağlam bir toplumsal melodram bu... “I Daniel Blake”, kariyeri ödüllerle yüklenmiş Ken Loach’a tam on yıl sonra ikinci kez “Altın Palmiye” kazandırabilecek güçte bir başyapıt.