500 haftadır evlat ve hakikat peşinde… Edi Bese!
Bu ülkede, aynı şehirde, aynı caddede, aynı köşede tam 500 haftadır analar evlatlarını bekliyor.
Elif Kaleli
Yakın tarihin kanlı mirasından bitmek bilmez evlat nöbetleri kaldı bu annelere. Hepimizin hatırladığı gibi o zamanlar ‘oturmak’ da öyle kolay değildi. Öyle ya, evlatlarına alacak nefes, analarına da ‘oturacak’ bir avuç yer yoktu bu memlekette.
Cumartesi Anneleri ‘kaybedilen’ evlatlarını bulabilmek için ‘kaybedilmeyi’ göze alarak mücadelelerine devam etti. 30 hafta boyunca polis şiddeti ve göz altılarla devletin bildik sınavından geçtiler. Ara verdiler ama yılmadılar. Nihayetinde 500. haftaya kadar ‘kaybedilmeden’ ulaştılar.
Cumartesi Anneleri ellerinde karanfilleri, evlatlarının, eşlerinin, yakınlarının resimlerini taşırken, şüphesiz bizzat tanıklık ettikleri vahşetin de sessiz çığlığı oldular. Öyle ki, annelerin çelik iradesi ve dinmeyen öfkesi ‘darbe kardeşi’ olduğumuz Arjantin’de, devlete önemli adımlar attırmıştı. Arjantin’de yaklaşık 7 yıl süren cunta döneminde kaybedilenlerin yakınları yani Plaza de Mayo Anneleri Buenos Aires’de Mayıs Meydanı’nda yaklaşık 40 yıl önce toplanmaya başladıklarında, kendi halindeki bu acılı kadınların cuntaya direnen yegane güç olacağını kimse tahmin bile edemezdi. Ama Arjantinli anneler başardı. Cunta devrildikten sonra Arjantin’de ‘Ulusal Kayıplar Komisyonu’ kuruldu. Komisyonun hazırladığı ve Arjantinli annelerin şiarı olan ‘Nunca Mas’ (Bir daha asla!) adlı rapor sadece Arjantin’de değil tüm dünyada darbelere karşı yürütülen mücadelelerin sloganı oldu. Cunta lideri başta olmak üzere darbeciler, kayıplar ve işkenceden mahkum oldu. Hatta dönemin savunma bakanı annelerin sözcükleriyle seslendi onlara; ‘Darbe devlet terörüdür, bir daha asla!’
Gelelim bizim 12 Eylül davasına. Berfo Ana’nın karşısında kahvesini höpürdeten cuntacı generallerin, 90 yaşında neredeyse ‘özür dilenerek’ de olsa yargılanmaları ve cezalandırılmaları elbette önemlidir. Ancak bu ‘Bir daha asla!’ dedirtecek bir darbe yüzleşmesi değildir. Kısaca ‘yetmez ama devam’ derken; geçmişi arındırabilmek için ihtiyacımız olan şeyin ‘hakikatın’ ta kendisi olduğunu belirtelim.
105 yaşında oğlunun kemiklerini arayan Berfo Ana son nefesinde bile Evren’i anıp; ‘Kaç ocak söndürdün?’ diye ileniyorsa; ‘12 Eylül’ün hakikatleri’ yatalak 2 generalin rütbelerinin sökülmesiyle geçiştirilemez.
Adı konmuş veya konmamış darbe dönemlerinden ne yazık ki düzenli olarak geçen memleketimizin kirli savaş yıllarına dair ayakta kalan en çarpıcı tanıklıktır Cumartesi Anneleri . Faili meçhuller, zorla kaybettirmeler, akıl almaz işkenceler, yakılan köyler, iskansız göç, özellikle 1993 sonrası Kürt coğrafyasında ardı arkası kesilmeyen insanlık suçları….
Ateş düştüğü yeri öyle bir yaktı ki yıllarca geriye sadece birikmiş çaresizlik ve dipsiz öfke kaldı. İşte Cumartesi Anneleri o kara günlerin gören gözleri, adı konsun konmasın 90’lı yıllarda yaşanan darbenin tanığıdır.
İşte burnumuzun dibinde 19 cinayetin bir arada görüldüğü faili meçhuller davası. Tam zaman aşımına uğrayacaktı ki, Ayhan Çarkın’ın kuyuya attığı taşla, adalet cana geliyor dedik. Dediğimizle de kaldık. Son duruşmada, tarihi itiraflarda bulunan Ayhan Çarkın da tahliye edildi. Böylece tutuklu sanık kalmadı. Neredeyse VIP diyebileceğimiz sanıklar zaten mahkemeye gelmedi. Başka bir yazı konusu olan faili meçhuller davasının, yazık ki kara komedi olarak gidişatından anlıyoruz ki meşhur ‘tuğlalar’ yerli yerinde duracak. Devletin ‘devamlılığı’ konusundaki ‘derin’ istikrar anlaşılabilir de, bizdeki suskunluk neyin nesidir onu anlamak zor işte. Dava devam ediyor; 17 Ekim’de okuyacak tek satır haber yok. Başka bir ülkede olsa biliyoruz ki ‘hadi koçum’ tapesinden sebep yer yerinden oynar, peki ya biz de?
Şakası yok, ortada duran cesetler var. Evlatlarının kemiklerinin peşinde analar var, gün gibi gerçek. Tüyler ürperten itiraflar var, muhatapları yargılan(a)mıyor, adalet yok. Bir asır boyu inkar edilmenin eziyet görmenin, dip dalgası gibi derin derin vuran öfkesiyse hala sokakta. Peki bu anaların yüzü suyu hürmetine, nasıl barışacağız biz?
Mevzu şudur ki, Cumartesi Anneleri varlıklarıyla sadece kendi yaralarını değil, aslında bir şekilde ‘kayıp’ yaşayan herkesin yaralarını sarıyor. Zira bu savaştan ya da dünyadaki herhangi bir savaştan insan olarak hasarsız çıkmak mümkün değil. Barışı kurabilmek için, bu hasarların tespitine ihtiyacımız var.
Hasılı bizim’ hakikat’i bulmaya hiç değilse peşine düşmeye ihtiyacımız var. Bir katilin evlatlarına, torunlarına sürdüğü ‘kara’ nesiller boyu silinmez ya, ülkemize sürülen karaların sahiplerini bilmeye ihtiyacımız var. Bizim ‘hakikat komisyonlarına’ ihtiyacımız var.
Dedik ya, Arjantinli anneler başardı; Arjantin hükümetinin desteğiyle Ulusal Kayıplar Komisyonu ‘resmi hakikat beyanı’ niteliğindeydi. Tabii bazı ülkelerde hükümet desteğinin yani bir nevi ‘kırmızı kar’ın beklenecek hali olmadığından ‘gayri resmi hakikat projeleri’ devreye girdi. Hatta Birleşmiş Milletler destekli resmi hakikat komisyonlarının çalışmalarından tatmin olmayan bazı ülkelerde, halk kendi içinde hakikat arayışları için projeler üretti. Bu konunun insanlık adına umut veren detayları da ayrı bir yazı konusu.
Örneğin Nunca Mais, Brezilya devletinin yirmi yıl boyunca uyguladığı sistemli işkencenin tartışma götürmez kanıtlarını ortaya çıkarıp ifşa etmeyi amaçlayan bir hakikati beyan etme ve açığa çıkarma girişimiydi. Brezilya çapında geniş şekilde dağıtılan bir nihai raporun yayınlanması ile sonuçlandı. Yine benzer bir şekilde Uruguay’da sivil hükümetin geçmiş olayları soruşturmak ve sorumluları yargılamak yönünde bir niyetinin olmadığını fark eden SERPAJ (Barış ve Adalet Servisi) kendi araştırmasının sonucunda Nunca Mas başlıklı rapor ortaya çıktı.
Söz konusu örnekler kendi içinde elbette bambaşka koşulları içeriyor. Ama ortak bir nokta var ki çatışma sonrası ‘hakikatler’, barış için ön koşuldur. Ha çözüm süreci ne şekilde işler, bu komisyonlar kurulur mu bilinmez. Ama hiç ‘O dediğin bizde olmaz’ demeyin. Çünkü Cumartesi Anneleri’ne haksızlık etmiş oluruz. Zira onlar çoktan hakikatın peşine düştüler. 1995’de Hasan Ocak’ın Kimsesizler Mezarlığı’nda işkence görmüş cesedinin bulunduğu o günden beri hem evlatlarının kemiklerinin hem de hakikatlerin peşindeler…
Yani 500 haftadır hepimiz adına diye direniyorlar. Sahi ‘artık yeter’ demeyi de Cumartesi Anneleri öğretti bize. O zaman bu ülkenin tüm çocuklarından esirgemedikleri analık hakları için teşekkür edelim ve avaz avaz seslenelim;: Edi Bese!
Elif Kaleli