'50 yıl AB kapısında bekletilen başka ülke yok'
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'den başka AB'nin kapasında 50 yıl bekletilen başka bir ülkenin olmadığını belirterek, şu anda AB üyesi ülkeler içinde, bir çoğundan önde olan bir Türkiye olduğunu ifade etti.
cumhuriyet.com.trBaşbakan Recep Tayyip Erdoğan, Madrid'de Ritz Calton Otel'de Nueva Economıa Forum'u tarafından düzenlenen, ''Türkiye-İspanya: Barış, İstikrar ve Refah İçin Ortak Vizyon'' konulu konferansta yaptığı konuşmada, Türkiye ile İspanya'nın harita üzerinde birbirine uzak iki ülke gibi görülebileceğini ancak, başta Akdeniz olmak üzere iki ülkeyi birbirlerine yaklaştıran çok fazla ortak yanlarının bulunduğunu söyledi.
İspanya ile Osmanlı İmparatorluğu'nun Akdeniz'de hakimiyet kurmak amacıyla zaman zaman karşı karşıya gelmiş olsalar da 18'inci yüzyıldan beri iki ülke arasında sarsılmaz bir dostluk bulunduğuna işaret eden Erdoğan, şunları kaydetti: ''Açıkçası, İnebahtı, diğer adıyla Lepanto Savaşı'nda Servantes Türklere esir düşmeseydi, belki de bugün 38 dile çevrilmiş ve dünyanın en çok okunan eserlerinden olan Don Kişot olmayacaktı. Bugün Servantes Enstitüsü Türkiye'de büyük ilgi toplarken, Servantes'in eserleri de tüm dünyada olduğu gibi bizde de büyük ilgi görüyor ve aynı zamanda da seviliyor. Sadece Servantes değil, İspanya topraklarında yetişmiş, buranın havasını solumuş, bu atmosferde kendisini yetiştirmiş onlarca, yüzlerce sanatçı, şair, bilim adamını bizi birbirimize yakınlaştıran isimler olarak görüyoruz. Tabi bu arada İbni Haldun gibi, İbni Arabi gibi, Ibni Rüşt gibi, Nobel ödüllü yazar Vinsınt Aleyiksandre, Garsiya Lorca gibi yazarları, eserlerinin ötesinde Akdenizli olmalarıyla kendimize yakın buluyoruz. Aynı coğrafyanın havasını solumuş olan bu fikir adamları, farklı kaynaklardan beslenmelerine rağmen insanlığın ortak mirasına çok önemli katkılar yaptılar. Ortaçağlarda bu topraklarda, İspanya'da ortaya çıkan özellikle bunun altını çiziyorum 'konvivensiya' adı verilen 'bir arada yaşama tecrübesi', farklı din, dil, kültür ve medeniyetlerin barışçıl ve yapıcı bir rekabet ortamında yaşayabileceğini açıkça göstermiştir. 1492 yılında acı bir şekilde sona eren bu tecrübe, bir nostalji olarak kalmamalıdır. Zira bugün bir arada yaşama ahlakına ve kültürüne her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. İspanya ile beraber yürüttüğümüz Medeniyetler İttifakı girişimi, bu ideali hayata geçirmeyi hedeflemektedir.''
Aralarında çok sayıda ortak payda bulunan iki ülkenin, zaman içinde yeterince işbirliği içinde olmadıklarını da üzülerek müşahede ettiklerine işaret eden Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''2002 sonunda iktidara geldiğimizde İspanya ile yeni bir sayfa açtık ve ilişkileri çok daha ileri boyutlara taşımanın gayreti içinde olduk. Burada sadece bir örneği sizlerle paylaşmak isterim: 2002 yılında Türkiye'nin İspanya'ya toplam ihracatı 1 milyar 125 milyon dolar seviyesinde idi. Kriz öncesinde, 2008 sonunda bu miktarı yaklaşık 4 kat artırdık ve 4 milyar 47 milyon dolara çıkardık. Aynı şekilde İspanya;nın Türkiye;ye ihracatı 2002'de 1 milyar 400 milyon dolar iken, o da 2008 sonunda 4,5 milyar dolara ulaştı. 2009 ihracat rakamları küresel ekonomik krizden ciddi ölçüde etkilendi. Ancak karşılıklı ticaret hacmimiz halen tüm bunlara rağmen 6,6 milyar dolar seviyesinde seyrediyor. İnanıyorum ki krizin etkileri zayıfladıkça ticaret performansımız eski seviyesine dönecek ve hatta bunu da aşacaktır. Çünkü çıktığımız bir seviye var, bunun altında kalmamız mümkün değildir. Türkiye olarak küresel ekonomik krizi aşma noktasında önemli mesafeler katettik. Son 7,5 yılda özellikle ekonomik alanda gerçekleştirdiğimiz yapısal reformlar, Türkiye ekonomisinin krizden asgari derecede etkilenmesini sağladı. İhracat, işsizlik, doğrudan uluslararası yatırımlar ve sanayi üretimi noktasında belli düşüşler gerçekleşmiş olsa da son aylarda tüm göstergelerimizde olumlu gelişmelere şahit oluyoruz.''
2010 yılında Türkiye ekonomisinin büyüme hedefini yüzde 3,5 olarak anımsatan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi: ''Başta IMF ve OECD olmak üzere pek çok uluslararası kuruluş, Türkiye için bu oranın çok daha üzerinde büyüme tahmininde bulunuyorlar. 2010 ve 2011 yıllarında Türkiye'nin dünyanın en hızlı büyüyecek ekonomileri arasında yer alacağı da yine bu uluslararası kuruluşlar tarafından ifade ediliyor. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları da yine olumlu gelişmeleri teyit ediyorlar. Krizin başladığı Ekim 2008'den bugüne kadar dünyada 40'tan fazla ülkenin kredi notu defalarca aşağı çekildi. Türkiye ise, kredi notu artırılan istisna ülkeler arasında yer aldı. En son önceki gün Standart and Poors Türkiye;nin kredi notunu yükseltti. Onun öncesinde de JCR, Fitch ve Moodys kredi notumuzu artırmıştı. Ülkemizde geçmişte yaşanmış olan ağır ekonomik krizlerden dersler çıkardık ve bankacılık sektöründe çok ciddi dersler çıkardık ciddi tecrübeler edindik. Ve bu tecrübeler sayesinde de bu hatalara düşmeden süreci işletiyoruz. Özellikle finans sektöründe çok ciddi bir denetleme ve düzenleme mekanizması kurduk. 2000, 2001 bu dönemlerdeki krizlerde bizim 21 bankamız Fon'a devredildi. Ama şu anda hiç bir bankamız finans sektörüne devredilmediği gibi finans sektöründe çok ciddi karlar elde ettiğini 2009 yılında gördük. Sektöre ilişkin yaptığımız yapısal reformlar da bankalarımızın dünyanın en sağlam bankaları olmasını sağladı."
Krizin doğal olarak dış ticarete de yansıdığını anımsatan Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti: ''İspanya ile dış ticaretimiz 2008 yılında 8,6 milyar dolar olarak gerçekleşmesine rağmen, küresel ekonomik krizin bir sonucu olarak bu rakam 2009 yılı sonu itibarıyla 6,6 milyar dolara geriledi. Fakat bunu toparlarız, bu bizim için zor değil. Ancak zor günlerden geçiyoruz, bunun farkındayız. Fakat İspanya ve Türkiye'nin gerek siyasi iradesi gerekse ekonomik, ticari iradesi bunu aşmaya muktedirdir.''
Başbakan Erdoğan, ekonomik krizin Türkiye'de olduğu gibi İspanya'da da özellikle istihdam üzerinde son derece olumsuz yansımaları olduğunu izlediklerini belirterek, şunları kaydetti: ''Ancak burada bir hatırlatma yapmakta fayda görüyorum. Biz, Türkiye olarak, üyesi olduğumuz G-20 platformunda, küresel kriz sürecinde katkımızı verdik ve önerilerimizi dile getirdik. Geçtiğimiz yıl sonunda İstanbul'da gerçekleştirilen IMF-Dünya Bankası toplantılarında da küresel krize dönük eleştirilerimizi dile getirdik. Küresel finans krizinin aslında bir sürpriz olmadığını, öncü sinyaller vererek yaklaştığını görmek durumundayız. Başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkede sınırsız tüketim ve sınırsız kazanma hırsı, krizi tetikleyen esas nedenler arasında yer alıyor. Kuzey ile güney arasındaki uçurumun gittikçe derinleştiğini, makasın her gün açıldığını görüyoruz. Bu krizden hepimizin çıkarması gereken çok önemli sosyal, ahlaki ve siyasi dersler vardır. Küreselleşme çağında, özellikle sermayenin çok hızlı bir dolaşım gücüne sahip olduğu, bilgi teknolojilerinin bu kadar ileri bir noktaya ulaştığı böyle bir asırda, yoksullarla zenginler arasındaki makasın açılıyor olması hiç kuşkusuz tehlikelidir. Asya ve Afrika'daki birçok ülkede milyarlarca insan açlık sınırında yaşam mücadelesi verirken, aynı insanlar televizyonlarında gelişmiş ülkelerin sahip olduğu lüksü izliyorlar. Hiç kuşkusuz bu durum, yoksul ülkelerde umutsuzluğu ve karamsarlığı daha da artırıyor ve ölümü göze alarak göçler yaşanıyor, suç oranları hızla artıyor, en önemlisi de terör küresel bir boyut kazanmaya başlıyor. Güvensiz finans yöntemlerinin piyasayı kirletmesi de küresel boyutta krizlerin yaşanılmasını kaçınılmaz hale getiriyor. Takdir edersiniz ki böyle bir sistemin sürdürülebilir olma şansı yoktur. Böyle bir sistemin bir noktada tıkanacağı ve artık çözüm üretemeyeceği aşikardır. Nitekim, yaşamakta olduğumuz küresel kriz, alınan tedbirler sayesinde nispeten ucuz atlatılmıştır. Ama sistem bu şekilde sürdüğü müddetçe daha ağır bedellerin ödenmesi mukadder olabilir. Esasen, ekonomide yaşanan bu sıkıntılar, uluslararası siyasetten bağımsız da değildir. Dünyamızı sadece küresel ekonomik krizler değil, onlarla birlikte başka küresel sorunlar da tehdit ediyor. İspanya ile birlikte biliyorsunuz, böyle bir küresel tehdide karşı elele mücadele veriyoruz. Kültürler arasında, medeniyetler arasında diyalogsuzluğun ve hoşgörüsüzlüğün hızla artıyor olması bizi İspanya ile birlikte Medeniyetler İttifakı çatısı altında buluşturdu. Doğu ile Batı, Avrupa ile İslam dünyası kültür havzalarında yer alan Türkiye, tarihi birikimi ve kültürel derinliğiyle, gerçek manada çoğulcu ve paylaşımcı bir kimliği de elinde bulunduruyor. İspanya da gerek tarihi birikimi, gerek bugünkü tecrübesiyle bu noktada eşsiz bir donanıma sahip. Farklı kültür ve kimlikleri barış ve hoşgörü zemininde yaşatabilmiş olan iki ülke, Medeniyetler İttifakı girişiminin eş-başkanlığını üstlendi. Bu girişim, farklı kültür ve medeniyetlerin çatışmak zorunda olmadığının, aksine dostluk ve uyum içinde birlikte çalışmalarının hem mümkün, hem de sürdürülebilir olduğunun yaşanan kanıtıdır.''
Medeniyetler İttifakı
Medeniyetler İttifakı Projesi'ne değinen Başbakan Erdoğan, geçen Aralık ayında Obama ile görüştüğünü, aynı şekilde Zapatero'nun ve Kral Carlos'un bu ay içinde ABD'ye yaptıkları ziyaretler sırasında Başkan Obama ile görüştüklerini öğrendiğini anlattı. Başbakan Erdoğan, ''ABD'nin de Medeniyetler İttifakına katılmaya hazırlandığını memnuniyetle görüyoruz. Ben, tüm bu gelişmelerden umut duyuyorum'' diye konuştu. Medeniyetler İttifakı girişiminin üye 115 ülke ve kuruluş dışında geniş kitleler tarafından takip edildiğini, bu girişimin geniş kitleler üzerinde çok olumlu bir etki oluşturduğunu memnuniyetle müşahede ettiklerini anlatan Erdoğan, Ortaçağların ''bir arada yaşama'' tecrübesinin, yeniden hayat bulduğunu, geleceğe umutla bakmaya imkan tanıdığını belirterek, şöyle konuştu: ''Tabii zaman zaman barışa gölge düşüren tavırların sergilendiğini, sorumsuz açıklamaların yapıldığını görüyoruz. Medeniyetleri karşı karşıya getirecek kimi önyargıların ısrarla öne çıkarıldığına şahit oluyoruz. Bazen, fikir özgürlüğü gibi, sanatın özgürce icra edilmesi gibi bahanelerin arkasına sığınmak suretiyle yapılan açıklamalar ya da icraatlar, dünyanın farklı köşelerinde çok farklı tepkilere neden olabiliyor. Küçük ama suyu bulandıracak derecede etkili yorumların sınırları aştığına, dalga dalga büyüdüğüne ve farklı coğrafyalarda çok farklı yankılandığına geçmişte şahit olduk, bugün de oluyoruz. Bu tür tavırlar karşısında, nereden gelirse gelsin sağlam bir duruş sergilenmesini ben son derece önemli buluyorum. Bakınız, adalet duygusunun zedelenmesi, sonradan telafisi zor tahribata yol açabiliyor. Dünya genelinde kendisini sadece yoksulluk boyutuyla değil, siyasi olarak da ötelenmiş, dışlanmış hisseden kitleler, adalet duygusuna karşı güvensizlik besliyor. Adalet duygusunun bu derecede örselenmesine izin veremeyiz. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası kuruluşların bu hassasiyeti gözetmelerini ben son derece önemli buluyorum. Dünya genelinde kendisini ihmal edilmiş hisseden yürekleri kazanmak zorundayız, onlara adil bir sistemi sunmak zorundayız, onlara aydınlık bir geleceğin umudunu somut şekilde vermek zorundayız. Medeniyetler İttifakı işte bu boyutuyla da anlamlı bir işlev görüyor. İnanıyorum ki zaman geçtikçe İttifak çok daha etkili olacak ve barışa, diyaloğa, hoşgörüye çok daha fazla katkı sağlayacaktır. Bu manada Medeniyetler İttifakı, bütün dünya ülkelerinin sahiplenmesi gereken bir girişimdir.''
İspanya ile ticari ilişkiler
İspanya ile Türkiye arasında özel sektörlerin güçlendirilmesinin ayrıca önemli olduğunu vurgulayan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi: ''Halihazırda 300 kadar İspanyol şirketi Türkiye;de faaliyet gösteriyor. Bu şirketler önemli altyapı projelerini de üstlendiler. Önümüzdeki dönemde İspanya;dan daha fazla yatırımcıyı biz Türkiye;ye bekliyoruz. Bu fırsatla kapımızın İspanyol yatırımcılara ardına kadar açık olduğunu hatırlatmak isterim. İspanya;da 67 Türk firması bulunuyor. Biz de firmalarımızı İspanya;da yatırım yapmaya teşvik ediyoruz. Bu kapsamda, birkaç ay önce İspanyol Fersan şirketi Saran Grubuyla 1 milyar dolarlık, Tecnicas Reunidas ise TÜPRAŞ ile 1,5 milyar dolarlık yatırım öngören ortak projelere imza attılar. İçinde bulunduğumuz kritik ekonomik şartlarda almış oldukları yatırım kararları nedeniyle bu şirketleri kutluyor ve diğerlerine örnek olmalarını temenni ediyorum. Kültürel alanda da ilişkilerimizin giderek yoğunlaşmakta olduğunu memnuniyetle müşahede ediyoruz. Esasen ülkemiz sanatçıları, başta edebiyat, tiyatro, resim, müzik ve sinema olmak üzere, bütün dallarda, her dönem İspanyol sanatına çok büyük ilgi duymuş, İspanyol sanatını yakından izlemiş ve etkilenmişlerdir. Genç kuşaklarımız da dünyada en çok konuşulan dillerin başında gelen İspanyolca'ya büyük ilgi gösteriyorlar.''
Son dönemde Türk kültürünün, tarihi ve modern sanatının İspanya'da tanıtımına yönelik önemli etkinlikler de düzenlendiğini anlatan Başbakan Erdoğan, ''Tabii bu arada tüm İspanyolları başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin birbirinden güzel 81 vilayetini görmeye davet ediyorum'' dedi. 15 Ocak'tan itibaren İstanbul'un bir yıl süreyle Avrupa Kültür Başkenti olarak bir dizi etkinliğe ev sahipliği yapacağını anımsatan Başbakan Erdoğan, ''Dünyanın en güzel ve en kadim şehirlerinden biri olan İstanbul;da İspanyol turistleri ağırlamaktan büyük memnuniyet duyacağız. İspanyol kardeşlerimizin kendilerini İstanbul;da adeta kendi evlerinde hissedeceklerini biliyorum'' diye konuştu.
Türkiye-AB ilişkileri
Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin dış politikasının öncelikleri arasında yer aldığını belirten Erdoğan, şöyle konuştu: ''Bu vesileyle İspanya'nın Dönem Başkanlığını üstlenmiş olmasından çok büyük memnuniyet ve heyecan duyduğumuzu ifade etmek istiyorum. İspanya'ya bu ağır görevinde başarılar diliyorum. Bizim AB;ye katılım sürecine ilişkin tutumumuz açıktır: Hedefimiz tam üyeliktir. Tam üyelik hedefiyle çıktığımız bu yolda, başka bir seçeneğin halkımız tarafından kabul edilmesi mümkün değildir. Bu, AB açısından da bir yükümlülüktür ve beklentimiz AB'nin yükümlülüklerine sadık kalmasıdır. Bizim ilk müracaatımız 1959. Resmi müracaatımız 1963. Aradan geçen sürece baktığımızda gördüğünüz gibi ortalaması verecek olursak 50 yıl var... Böyle bir süreç var. 50 yıl AB kapısında bekletilen bir başka ülke yok. Şu anda AB üyesi ülkeler içinde bir çoğundan önde olan bir Türkiye var, her yönüyle ve Türkiye AB'ye yük olmaya değil, Türkiye AB'den yük almaya, AB'ye katkıda bulunmaya geliyor. Aynı zamanda 1.6 milyarlık İslam dünyası ile batı dünyası arasında çok önemli bir köprü olacağını da bunu da ifade etmem gerekir. Çünkü Medeniyetler İttifakı'nın iki önemli ülkesi İspanya ve Türkiye, adres olarak da AB'yi zaten ortaya koymuşlar. Bu şekilde bu yolculuğa çıkmış durumdayız. Türkiye olarak tam üyelik hedefi doğrultusunda kararlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyoruz. Reformlarımızı belirlediğimiz takvim çerçevesinde yerine getiriyoruz. Bununla birlikte şu hususun da altını çizmek durumundayım; müzakerelerin hızı, Türkiye'nin beklentilerini karşılamaktan uzaktır. Teknik nedenlere dayanmayan ve müktesebatla ilgisi olmayan siyasi engellemeler nedeniyle, önemli sayıda fasıl bloke edildi. Müzakerelere siyasi içerikli engeller çıkarılmamalı ve teşvik edici bir yaklaşım esas alınmalıdır. Memnuniyetle ifade etmek istiyorum ki dost ve müttefikimiz İspanya;nın çabaları AB içinde bu yapıcı ve teşvik edici yaklaşıma örnek teşkil ediyor. İspanya'nın AB Dönem Başkanlığının, Türkiye-AB ilişkilerinin ilerletilmesi açısından müzakere tarihimizde müstesna bir dönemi oluşturacağına kuşku duymuyorum. Geçtiğimiz hafta, 15 şubatta burada bir konuşma yapan Dışişleri Bakanı Sayın Moratinos;un bir soruya cevaben 'Türkiye'nin AB içinde yer almasının Avrupa'nın menfaatine olduğu' yönündeki beyanını memnuniyetle karşıladık. Bu tür beyanların Avrupa;da daha fazla yapılmasını bekliyoruz. Bize, AB yolunda destek veren Avrupalı dostlarımızın bu desteklerini daha da aktif hale getirmelerini, her platformda dile getirmelerini bekliyoruz. Çünkü Türkiye'nin AB'ye tam üye olması, sadece Türkiye'nin değil Avrupa'nın da menfaatinedir. Soğuk savaş döneminde devletler ideoloji ekseninde 'Komünist Doğu' ve 'Demokratik Batı' olarak kamplara bölünmüştü. Bugün bazıları bu kez kültürel temelde yeni bir Doğu ve Batı ayrımı oluşturmaya çalışıyorlar. Maalesef, bu tür tehlikelerin engellenmesinde kimi zaman siyasi tereddütlerle yeterli hızda tedbir alınmadığını da görüyoruz.''
Bilmece
Türkiye'nin AB üyeliğinin, bugün küresel düzeyde karşılaşılan sorunlara cevap niteliği taşıyan çok önemli bir sentez olduğuna işaret eden Erdoğan, ''Türkiye'nin Avrupa ile veya AB ile bütünleşmesi tüm siyasal, ekonomik, kültürel ve bunların ötesinde stratejik sonuçlarıyla kıtamızın sınırlarını aşan önemli bir projedir'' dedi. Erdoğan, şöyle devam etti: ''Türkiye'nin üye olduğu bir AB, Akdeniz'den Orta Asya'ya ve Karadeniz'den Orta Doğu'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyaya daha etkin bir erişim sağlar. 'Avrupa'nın sınırları' diye bir bilmecede Türkiye'nin yeri olmamalıdır, olamaz. Türkiye böyle bir boş tartışmanın içinde sorgulanamaz, sorgulanmamalıdır. Eğer biraz coğrafya biliyorsak, Türkiye'nin haritadaki yeri de ayrıca bellidir. Türkiye'nin Asya'ya da Avrupa'ya da harita içinde çok önemli sinyalleri olduğu yine coğrafya olarak da ortadadır. Eğer olayı AB'de bu yönde değerlendiriyorsak, şu anda coğrafi sınırlar içinde Avrupa'da olmayanların AB'ye alınmış olması da manidardır. Bunlar acaba hangi kararla, hangi düşünceyle alınıyor, bunun üzerinde de durmak gerekir. Herhalde burada da siyasi kararlar verilmiştir. Şimdi bu siyasi kararlar sebebiyle Türkiye'nin önünü kesmek herhalde AB müktesebatıyla uyuşmaz. Ve bu bilmece sadece coğrafi içerikli olmayıp, aynı zamanda kültürel ve sosyolojik unsurlara dayandırılmaktadır. Burada altını çizerek ifade ediyorum, bu bilmece son derece faydasız bir uğraşıdır. Zira Türkiye zaten Avrupa;nın bir parçasıdır.''
Sessiz devrim
Türkiye'nin modernleşme ve demokratikleşme yönünde son yıllarda attığı ve sessiz devrim olarak nitelendirilen adımların, İslam dünyasında büyük ilgi uyandırdığını ve yakından takip edildiğini ifade eden Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bu nedenle, Türkiye'nin AB üyeliği, ortak değerlerimizin başka coğrafyalara örnek olması açısından da ayrı bir anlam taşıyor. AB'ye katılımımız, AB üyeliğinin kültürel ve dini kimlikler değil, ortak ve evrensel değerler üzerine inşa edildiğinin en somut göstergesini teşkil edecektir. İspanya'nın bu gerçeği görmüş olması ve Türkiye'nin üyeliğini destekliyor olması son derece anlamlıdır ve anlamlı olduğu kadar da önemlidir. Büyük düşünmek, kendisine güveni olan büyük vizyona sahip ülkelerin şiarıdır. Yine ifade etmek isterim: İspanya Dönem başkanlığında Türkiye'nin katılım müzakerelerinde ciddi bir ivmenin yaşanacağını tahmin ediyoruz. Türkiye-İspanya dostluğu, bunu sağlayacak birikime sahiptir.''
Kıbrıs
Bu noktada, Kıbrıs konusuna da kısaca değinmek istediğini dile getiren Başbakan Erdoğan, ''Türkiye, uluslararası arenada ikili sorunların adil, kalıcı ve çözülebilir bir neticeye kavuşmasını önemsemiş ve bunun için çaba sarf eden bir ülke'' şeklinde konuştu. ''Komşularla sıfır problem'' anlayışı doğrultusunda iktidarları döneminde çok önemli açılımlar gerçekleştirdiklerini anlatan Erdoğan, şunları söyledi: ''Yunanistan'la, Suriye ile Irak ve İran'la, Gürcistan, Rusya, Bulgaristan ve Romanya ile ilişkilerimizi ileri boyutlara taşıdık, aradaki meseleleri cesaretle ele aldık ve üzerine gittik. Ermenistan'ın gerek ikili normalleşme sürecine iyi niyetle bağlı kalması ve gerekli siyasi iradeyi sergilemesi halinde, bölgede istikrar adına önemli bir adım atılmış olacaktır. Kıbrıs;ta müzakere sürecinin adil ve kalıcı bir çözüme en kısa zamanda kavuşması yönünde, Anavatan ve garantör olarak desteğimiz sürüyor. Bu yolda bir adım önde olma ilkemiz var ve bunu Sayın Annan döneminde başlattık, öylece de devam ettiriyoruz. Politikamız 'kazan-kazan' ilkesine göre devam edecektir. Kıbrıs Türk tarafının Yönetim ve Güç Paylaşımı konusunda 4 Ocak'ta yaptığı öneri, müzakere sürecinde gerçek bir atılım şansı sunmuştur; Kıbrıs Türk tarafı, bu yönde büyük bir esneklik göstermiştir. Biz de Türkiye olarak paketin sunulmasında kendilerini teşvik ettik. Kuşkusuz bu açılımın kıymetinin bilinmesi ve çözüm yönünde bu fırsatın değerlendirilmesi gerekiyor. BM Genel Sekreterinin çözüm müzakerelerinin başarısına atfettiği önemi, 1 Şubat'taki ziyareti vesilesiyle ortaya koymuş olmasını yararlı buluyoruz. Eylül 2009'da BM Genel Kurulu;nda kendisinden bunu rica etmiştim. Bizzat katılarak müdahale etmesinde fayda olduğunu kendisine ifade etmiştim. Bu şimdi 4-4,5 ay gecikmeyle gerçekleşti. Bugüne kadar Kıbrıs Rum tarafının uzlaşıyı geciktiren tavrını ısrarla koruduğunu dikkatinize getirmek isterim. Müzakerelerin ebediyen devam edemeyeceği açıktır. Ada'da statükonun mağduru, çözüm iradesini kanıtlamış olan Kıbrıs Türk tarafıdır ve buna daha fazla izin verilmemelidir. Önümüzdeki kısa dönem, sürecin akıbeti açısından hayati önem arz ediyor. Kıbrıs Rum tarafının çözüm yolunda gerekli iradeyi göstermeye teşvik edilmesi hususunda, AB üyesi ülkelerin özel sorumluluğu olduğuna inanıyoruz. AB Dönem Başkanı İspanya'nın bu noktada da çözüme destek sağlayacağına inanıyoruz. İspanya ile Türkiye, gerek bölgesel meselelerin, gerek küresel meselelerin çözümünde örnek bir işbirliği sergiliyorlar. Akdeniz;i bir barış gölüne çevirmek, Akdeniz'i istikrar ve güvenlik içinde, refah içinde yaşayan bir coğrafyaya dönüştürmek için bu işbirliğinin daha da güçlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Her alanda işbirliğimiz son dönemde ileri noktalara taşındı. Ama takdir edersiniz ki bunlar yeterli değil. Türkiye'nin de İspanya'nın da potansiyeli mevcut seviyenin çok çok üzerinde. Karşılıklı atılacak adımlarla bu işbirliğini güçlendirebiliriz. Ekonomik ve diplomatik alanda dayanışmayı daha da kuvvetli hale getirebiliriz. Ülkelerimizin geleceği adına ben son derece ümitvarım. Aynı heyecanı İspanyol dostlarımızda da görüyor olmak umudumu daha da artırıyor.''
'İran'ın nükleer programı konusunda Türkiye'nin tavrı çok açık ve nettir'
Erdoğan, konferansta yaptığı konuşmanın ardından soruları yanıtladı. Başbakan Erdoğan, ''İran'ın nükleer programı konusunda herhangi bir sıkıntınız var mı? İran'ın bir tehdit olduğunu düşünüyor musunuz?'' sorusuna şu yanıtı verdi: ''İran'ın nükleer programı konusunda Türkiye'nin tavrı çok açık ve nettir. Biz çevremizde, bölgemizde nükleer silah yapılmasına hiçbir zaman olumlu yaklaşmadık, olumlu yaklaşmıyoruz. İfadeyi dikkatli kullanıyorum dikkat ederseniz, herhangi bir ülke ifadesini değil, bölgemiz genelinde böyle bir şeyi tasvip etmiyoruz, onaylamıyoruz. Bunun için de başta BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri olmak üzere, bu konu üzerideki hassasiyetlerini bölgenin geneli üzerinde ortaya koymalarını adil buluyorum, doğru buluyorum. Ama insani amaçlı olarak, atılacak bir adım başta ABD olmak üzere buna zaten buna kimse de olumsuz yaklaşmıyor. Eğer insani amaçlıysa bu normaldir. Bir nükleer silah yapımı ise bu tabii hiç doğru değildir. Bu konuyla ilgili olarak, biz şu ana kadar, çok ciddi çabalar sarf ettik ve bu konuda, aracı olmak istedik. İkna için sürekli bir mekik diplomasisi çalıştırdık, halde bu devam ediyor. Biz ümidimizi kesmiş değiliz, bitirmiş değiliz. Ve... Temennimiz odur ki, İran böyle bir nükleer programı insani amaç dışında kullanmasın ve bu konuya yönelik olarak, attığı adımlardan şu anda yapmış olduğumuz görüşmelerde henüz net bazı beklenti diyebileceğim, cevapları alamadığımız için bunu söyleyemiyorum... Ama beklentilerimize karşılık, teşkil edecek cevabı aldığımız zaman inanıyorum ki gerek ABD gerekse İran arasındaki bazı gelişmeler var, gelişmeleri olumlu istikamete çevirmek suretiyle bu iş noktalanır, fakat henüz bu nokta konulabilmiş değil. Fakat biz umudumuzu henüz yitirmedik ve çabalarımız Dışişleri Bakanım başta olmak üzere şu anda yoğun bir şekilde devam ediyor ve bunu sonuçlandırmanın olumlu bir şekilde sonuçlandırmanın gayreti içinde olduğumuzu da tekrar ifade etmek istiyorum.''
Ortadoğu barış süreci
''Orta Doğu barış görüşmelerinde her hangi bir gelişme sağlandığını düşünüyor musunuz'' sorusuna da Erdoğan, bu konuda herhangi bir olumlu gelişme sağlandığını söylemenin mümkün olmadığını kaydetti. ''Çözüm aramalarına yönelik atılan adımların doğru olduğunu kabul etmediğini'' ifade eden Erdoğan, şöyle devam etti: ''Yani kilit ve bu noktada anahtar birbirine uymuyor. Önce bunu iyi tespit etmemiz lazım. Eğer anahtarlar doğru tespit edilemezse, bu kilidi açamazsınız. Şu ana kadar devam eden süreç budur ve yanlış anahtarla bu kilit açılmaya çalışıyor. Bu yolla bu çözülemez. Biz her zaman Orta Doğu barışına katkı vermek için elimizden geleni yapmanın gayreti içinde olduğumuzu söyledik, söylüyoruz. Bunu İsrail-Suriye arasında gösterdik. Ve diğer ülkeler arasında Filistin-İsrail arasında yine gösterdik. Tabii, bu dönemde maalesef bir çok sıkıntıları yaşadığımızı da açıkça ifade etmem gerekiyor. Zira bu sürece yönelik olarak kararlı, azimli bir şekilde yola devam ediyoruz. Az önce konuşmamada da ifade ettiğim gibi, adalet tesis edilmedikçe Orta Doğu barışı mümkün değildir. Öncelikle adaletin tesis edilmesi lazım. Bu tesis edilirse ancak Orta Doğu'da barışı yakalamak mümkün olabilir. Yoksa ben mevcut şartlarda adil yaklaşım görmüyorum, Orta Doğu'da. Adil yaklaşım olmadığı sürece de orada neticeye varmak mümkün olmaz.''