1968 Olaylarından Dersler
cumhuriyet.com.tr1968 Paris öğrenci eylemlerinin 2013 İstanbul Gezi Parkı eylemi ve Türkiye genelindeki destekleriyle karşılaştırılması belki bazı dersler alınmasını sağlayabilecektir. Türkiye’deki olaylar, belirli bir yaşam biçimini benimsemiş toplum kesiminin bu baskı ve dayatmalara karşı patlamasının bir sonucudur.
1968 yılında Paris’te öğrenci olayları başladığında, o dönemdeki resmi adı Paris Üniversitesi olan, eski adıyla Sorbonne Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde 4. sınıf öğrencisiydim. Bir yandan da Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde 2. sınıftaydım. Döneme damgasını vuran olaylar büyük ölçüde benim devam ettiğim fakültelerin bulunduğu Quartier Latin’deki Sorbonne civarında gelişiyordu. Bu nedenle o günlere yakından tanık oldum diyebilirim.
Olaylar başladığından kısa bir süre sonra, başta Quartier Latin semti olmak üzere Paris’te bütün ulaşım ve kamu hizmetleri durmuştu. Otorite boşluğu ve büyük bir özgürlük ve dayanışma dalgası… Bu havada biz öğrenciler için en akıldan silinmeyen gelişme ise Odéon Tiyatrosu binasının bir özgür platforma dönüşmesi ve Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir gibi dönemin önemli entelektüelleri ve sanatçılarının bu toplantılara katılması ve görüşlerini serbestçe paylaşmasıydı.
Bu özgürlük, dayanışma ve şenlik havasında polisin olaylara müdahale yönteminden hafızamda kalan bir başka şey de şudur: Polisin Sorbonne binasını ele geçiren beş yüz kadar öğrenciye müdahale biçimi… İsteyen öğrencilerin binadan çıkmasına olanak verecek şekilde bir kapının açık bırakılması ve müdahalenin ondan sonra yapılması… Sokaktaki çatışmalar kalabalık çekildikten sonra gece saat 23 civarı başlıyordu. Polis göz yaşartıcı gaz kullanıyordu fakat hiçbir can kaybı olmamıştı.
Gelişen olaylar sözlü ve yazılı basında anında aktarılıyordu. Haberciliğin serbestliği ve saydamlığı bizdekiyle kıyaslanamayacak düzeydeydi. Olaylar hiçbir engel ve sınırlamaya bağlı kalmaksızın radyodan naklen yayımlanıyor ve dakika dakika toplum bilgilendiriliyordu. Türkiye’deki gelişmelere tanık olanların kolay anlayamayacağı düzeydeki bu şeffaf haber akışı radyoyu anı anına takip edenlere olayların nasıl geliştiğini aktarıyordu. Radyodan muhabirin nefes nefese anlatımı ve halkın kulak kesilerek gelişmeleri takibi, herhangi bir yanlı aktarmayı aklımıza bile getirmememiz açısından o günlerin farkının bir başka yanıdır.
Bugünden geriye baktığımda, bir başka izlenimim de bu tür organize olmayan başkaldırı hareketlerinin bir siyasal etki doğurabilmesi için olaylardan önce değilse bile, olayların ilerlemesi ile birlikte etkili bir siyasal değerlendirmeyi ve ona uygun siyasal örgütlenmeyi gerektirmesidir.
Nitekim 11 Mayıs 1968 günü üç büyük işçi sendikasının genel grev kararı almasına ve 13 Mayıs günü Denfert Rochereau Meydanı’na kadar yüz binlerce kişinin öğrencilerle birlikte yürümesine rağmen bu yürüyüş de genel bir siyasal sonuç vermemiştir.
Zira dönemin öğrenci lideri Cohn Bendit’in katılımcıları Meclis’e ve oradan da Başkanlık Sarayı’na yürümeye davet etmesi, sendikaların her birinin üyelerini farklı bir sokağın başında toplayarak bu çağrıya katılmaması sonunda yalnızca öğrencilerin itibar ettiği bu yürüyüş Seine Nehri kıyısına varınca erimiş ve polis tarafından engellenmiştir.
1968 Paris öğrenci eylemlerinin 2013 İstanbul Gezi Parkı eylemi ve Türkiye genelindeki destekleriyle karşılaştırılması belki bazı dersler alınmasını sağlayabilecektir. Kuşkusuz her iki eylem kendine özgü gerekçelerine sahiptir. 1968 Paris olayları çok genel biçimde değerlendirilirse, 1965’te ABD’de Vietnam Savaşı karşıtı eylemlerden etkilenip Fransız öğrencilerin öğrenim ve yaşam biçimi isteklerine kadar varan isteklere dayanmıştır.
Gezi Parkı’nda ise çevrede yapılmak istenen değişime tepkiyle başlayan olaylar gençlerin diğer taleplerini açığa çıkarmıştır. Türkiye’deki hareket, AKP hükümetinin artarak gelişen otoriter, özel ve bireysel yaşama müdahaleci tutumu ve hak ve özgürlükleri hiçe sayan yaklaşımı nedeniyle, polisin de sert tutumunun katkısıyla genişlemiştir. Başka bir deyişle Türkiye’deki olaylar, belirli bir yaşam biçimini benimsemiş toplum kesiminin bu baskı ve dayatmalara karşı patlamasının bir sonucudur.
İkinci olarak, 1968 Paris olayları büyük ölçüde öğrenci çevresinde gelişmesine karşılık, Türkiye’deki olaylar öğrencilerle sınırlı kalmayıp çok daha geniş kitlelerce benimsenmiştir.
Nitekim, halihazır durumuyla kırsal kesimi kapsadığı kolayca ileri sürülemese de ve kentli bir toplum kesimiyle sınırlı kaldığı düşünülse bile, Türkiye’deki olaylar toplumun çok geniş kesimlerinde yankı uyandırmış görünmektedir. Beşiktaş Çarşı Grubu’ndan başlayarak bütün büyük spor kulüplerinin taraftarlarının bu eylemlere katılması ile kendini gösteren gelişme, bu katkının sürmesi durumunda, siyasal yapıyı çok etkileyebilecek yeni katmanların devreye girebileceğini de göstermektedir.
1968 Paris olaylarının özellikle AKP hükümetine öğreteceği en önemli unsur, yukarıda ifade ettiğim örnekten de anlaşılacağı üzere hükümetin ve onun emrindeki güçlerin anlayışlı, esnek yöntemleri benimsemesi gerekliliğidir.
1968 olaylarından bugüne çıkacak bir başka ders de Türkiye muhalefeti içindir. Etkili bir siyaset üretmek için toplumun belki kendilerinden de vazgeçerek gerçekleştirdiği başkaldırının gerekçelerini ciddi olarak saptamak muhalefet için de gereklidir. Gelişmelere uygun politikalar üreterek bunun temel unsurlarını toplum ile vakit geçirmeden paylaşmak muhalefet için kazanç olacaktır.
1968 Paris olayları ile 2013 Gezi Parkı olayları arasında çok önemli birtakım farklılıklar da vardır. Bunların birincisi 1968’de var olmayan Facebook ve Twitter gibi internet olanaklarının günümüzdeki varlığıdır. İkincisi ise 1968 olayları ortaya çıktığında Fransa’nın 1950’lerden bu yana yürürlükte olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne o tarihte taraf bulunmamasıdır. Oysa bugün Türkiye daha da genişletilmiş ve etkili kılınmış Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraftır. Dolayısıyla yalnızca ülke içi ile kalmayan enformasyonun kısa sürede yurtdışına da yayılması nedeniyle Türkiye’deki durumun 1968 Fransası’yla kıyaslanamayacak bir etki yaratmasıyla da karşı karşıya kalınmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin çiğnenmesinin öncelikle Türk yargı organları ve daha sonra da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ileri sürülebilmesi ve hak aranabilmesi olasılığı, Türkiye’deki olaylara ilişkin hak aranması konusunda yeni ve çok etkili bir aracı devreye sokmaktadır. Türkiye barolarının bu konuda mücadelede kararlı olması bu aracı daha da etkili kılar niteliktedir.
Bütün bu veriler çerçevesinde, hükümetin artık haklarını daha cesurca arama güvenini kazanmış ve sindirilmiş bir halk ile karşı karşıya bulunmadığını kavraması gerekmektedir. Bu anlayış ve görüşü paylaşmayan “Benim de taraftarım var” anlayışı ile hareket eden bir iktidar, zaten birtakım alanlarda ayrışma psikolojisine girmiş bir halkı daha kesin çizgilerle kutuplaştırma yolunda adım atmış olacaktır.
Bugünkü bu gelişmeler bütün unsurlarıyla henüz tam belirginleşmiş değildir. Buna ayrıca Ortadoğu’nun genel durumu içinde Türkiye’deki gelişmeleri kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirmeyi düşünebilecek başka devletlerin varlığını da ekleyebiliriz. Kendinden olmayana karşı katı bir tutum içinde olan ve gençlik hareketi olarak anılan bir hareketle yarışan iktidar anlayışı olumsuzlukların başlıca sorumlusu olacaktır.