Sarnıç nedir? Yerebatan Sarnıcı ve İstanbul'un gizemli dehlizleri
SARNIÇ NEDİR?
Eski dönemlerde kentlerin su biriktirip depolayabilmesi için inşa edilen sarnıçlar olduğu gibi modern dönemde kullanılan özellikle gemilerde tatlı su deposu olma işlevi gören sarnıçlar da bulunuyor. Geçmiş zamanda, evlerin bodrumunda bulunan küçük sarnıçlar, çatılardan toplanan suları biriktirmek için kullanılırdı. Arkeolojik kazılarda Antik Çağ'da Anadolu'da, dağ kalelerinde, su gereksiniminin sarnıçlarla karşılandığını gösteren buluntular ortaya çıkarıldı. Bu kazılarda, İstanbul'da özellikle Bizans döneminde sarnıç yapımına büyük önem verildiği ve en büyük ve ünlü sarnıçların bu kente inşa edildiği anlaşıldı. Bunların en önemli iki örneği; Sultanahmet semtinde bulunan Binbirdirek (Philoksenos) Sarnıcı ve Yerebatan Sarayı sarnıçlarıdır. Bu dönemde İstanbul'a hem büyük bir havuz görünümünde açık sarnıçlar hem de üzeri tümüyle kapalı sarnıçlar yapılmıştı. Kentin su deposu olarak kullanılan sarnıçlara su, kente dışarıdaki kaynak ve göllerden su kemerleri yardımıyla getirilirdi. Mimari hesaplaması belli bir eğimle kurulan bu su kemerlerinden gelen sular, ilk olarak yerüstündeki sarnıçlarda toplanarak temizlenir ardından yeraltındaki tünellere sular aktarılıp bu suların da Yerebatan Sarnıcı gibi yeraltı su sarnıçlarını beslemesi sağlanırdı.
SARNIÇLARIN GİZEMLİ YÜZÜ
İstanbul kenti, MÖ. 7. yüzyılda Byzantium ismiyle bilinen küçük bir balıkçı köyüydü. Sadece iki yüzyıl sonrasında ise Roma İmparatorluğu’na katıldı. Roma İmparatoru Constantinus, 330 yılı civarında kendi adını kentin ismi olarak belirleyerek Constantinopolis tarihini başlatmış oldu. Sonrasında Doğu Roma İmparatorluğu, Bizans adını aldı ve varlığı bin yıl sürdü. Araştırmacılar, bu tünellerin Bizans döneminde imparatorların ve patriklerin gizli temaslar yapacakları zaman gidecekleri yerlere ulaşmak için kullandıkları gizli geçitler olduğunu düşünüyor.
YEREBATAN SARNICI VE İSTANBUL DEHLİZLERİ
6. Yüzyılda inşa edilen Yerebatan Sarnıcı (Basilica Sarnıcı) 9 bin 300 metrekarelik alanı ile Romalılar tarafından İstanbul’da inşaa edilen en büyük sarnıçtı. Sarnıç, barındırdığı su hacmi ile imparatorluğun en önemli yaşam kaynağı olma özelliğini taşıyordu. Herhangi bir istila nedeniyle su kemerlerinin yıkılması durumunda Yerebatan Sarnıcı, aylarca şehrin su ihtiyacını karşılayabilecek su hacmine sahipti. Ancak Osmanlı İmparatorluğu zamanında durağan suyun kirli olduğuna inanılırdı. Suyun devir daim yoluyla akışkan tutularak temiz olacağını düşündükleri için İstanbul fethedildiğinde sarnıçlar Bizans döneminde olduğu kadar kullanılmamaya başlandı. Bu nedenle Yerebatan Sarnıcı ve benzer sarnıçlar Osmanlı’da su depolamak için rağbet görmemeye başladı ve bu yeraltı tünelleri ve sarnıçları su taşıma görevini Osmanlı ile birlikte daha gizemli hikayelere bıraktı.
Araştırmacılar, bu tünellere girilip yürüyerek saatler sonunda İstanbul’un diğer ucundan çıkmanın mümkün olabileceğini söylüyor. İddialar arasında İstanbul’un Avrupa – Anadolu yakalarına bile tünellerle geçilebileceği var. Hatta eski dönemlerde çocukların oyun oynarken bu dehlizlere girip şehrin bambaşka bir ucuna çıktığı, onları arayan ailelerinin de bu dehlizleri takip ederek şehrin bambaşka bir yerinde çocuklarını buldukları bile anlatılıyor. Aslına bakılacak olursa Marmaray ve Avrasya tünellerinden çok daha uzun zaman önce tarihi tünellerin İstanbul Boğazı’nın altından geçtiği düşünülüyor.
100 yıllık bir kitap olan “İstanbul’un Yedi Harikası” kitabında, Yerebatan Sarnıcı'nın altından Ayasofya ile bağlantılı bir kanalın Marmara’ya bağlanıp oradan da Kınalıada’daki Papaz Manastırı’na ulaşan uzun bir yol izlediği yazıyor. Kitapta bu özel tünel “Köpek Öldüren Kanalı” adıyla anılıyor.
En dikkat çeken ve merak uyandıran teoriye göre bu dehliz Yerebatan Sarnıcı’ndaki gizli bir girişten kuzeydoğu yönünde ilerliyor, oradan Marmara’ya açılıp, Kız Kulesi’ne uğrayarak Üsküdar’a ulaşıyor. Ardından düz bir hat üzerinde Kadıköy sahilini müteakip Moda sahilinden Marmara’nın altına uzanarak Kınalıada’daki manastıra ulaşıyor.