'Logaritmik Şiirlerin Şairi' Turgut Uyar'ın Aramızdan ayrılışının 32. yılı
Türk Edebiyatı’nın ölümsüz şairlerinden Turgut Uyar 4 Ağustos 1927’de doğdu. Ve yine bir Ağustos günü, ayın 22’sinde ayrıldı bu dünyadan. İkinci Yeni’nin Edip Cansever, Cemal Süreya ile birlikte üç atlısından biri olan, Ece Ayhan’ın deyişiyle “logaritmik şiirlerin şairi” Turgut Uyar…
cumhuriyet.com.tr
Türk Edebiyatı’nın ölümsüz şairlerinden Turgut Uyar 4 Ağustos 1927’de doğdu. Ve yine bir Ağustos günü, ayın 22’sinde ayrıldı bu dünyadan. İkinci Yeni’nin Edip Cansever, Cemal Süreya ile birlikte üç atlısından biri olan, Ece Ayhan’ın deyişiyle “logaritmik şiirlerin şairi” Turgut Uyar… Ahmet Turgut Uyar, harita subayı olan bir babanın altı çocuğunun beşincisi olarak Ankara’da doğar. Baba hattattır aynı zamanda, Ankara’nın ilk Latin alfabesiyle yazılan sokak levhalarını geceler boyu çalışarak yazmıştır. Belki de daha sonra yontuculukla kendini gösterecek el becerisini babasından alır Turgut Uyar. Baba ölünce aile İstanbul’a, Edirnekapı’ya göçer. İlerki yıllarda da peşini bırakmayacak hüzün, o zamanlarda çöker üzerine.
“Hüzünlü bir çocuktum. Nedense hep ağlamaya hazır. Ağabeyim bana sataştıkça annem “Yapma oğlum, o içli bir çocuk.” derdi ona.” Turgut Uyar’ın şiire olan ilgisi kendi ifadesine göre çocukluk yıllarında başlamıştır. İlk şiir denemesini de ilkokul yıllarında yapmıştır: “Güzeldir sevgilim her dakka her an Güzeldir sözleri kaşı gözleri Geçtiği her karış sönük topraktan O anda fışkırır neşe özleri” Dost Dergisi’nde yayımlanan bir söyleşide “Şiir ile ilk ilgi nereye uzanıyor?” şeklindeki bir soruya “Daha ilkokulda vezin ve kafiyeden haberim olmadığı çağlarda manzumeler yazardım. Sonra ortaokul ve lise devresinde boyuna yazdım. Günde üç beş şiir, haftada on beş, günde bir roman yazıyordum. Ama ne şiirler, ama ne romanlar. Bazen bir romanı bitirmeden sıkılır, öbürüne başlardım. Sonra ikisini birden yazardım. Bu yüzden o güzelim romanların çoğu yarım kaldı. Roman yazarken sıkılırdım. Şiire daha başka bir tutkunluğum, sâdıklığım, saygım vardı. Bereket versin o devirlerde şimdi hayırla yad ettiğim arkadaş bana Alain Fournier’nin o güzelim Adsız Ülke’sini verdi. Sonra bir Dostoyevski okudum da gücüm kesildi. İsteğim kalmadı roman yazmakta.” şeklinde cevap verir.
Yatılı olarak Bursa Askeri Lisesi’ne giden Turgut Uyar mutsuzdur bu okulda, ileride o günleri şöyle anlatır: “Asker okullarında hiç mutlu olmadım. Genellikle yatılı okullarda mutlu olan çocuk yoktur sanıyorum. Başkalarının, hatta somut başkalarının değil de, hiç kavrayamadığım bir otoritenin belirlediği ve çoğu zaman saçma bulduğumuz bir şeyler yaşamak…” Lisenin ardından Askeri Memurlar Okulu’nu bitirir. Genç bir subay olarak Anadolu’yu dolaşmaya başlar. Askerliğe ne karakteri uygundur ne de dünya görüşü. Yıllar sonra Lorca için yazdığı şiirde şöyle diyecektir: “Ben severim omuzlarımı bir gün Sırmaları, apoletleri olmasa da” Henüz Askeri Memurlar Okulu’nda öğrenciyken 1947’de annesinin isteği üzerine Yezdan Şener ile evlenmiştir. Bu evlilikten, Semiramis, Tunga ve Şeyda adında üç çocuğu olmuştur.
1948’de Kaynak Dergisi’nin açtığı şiir yarışmasında ikinciliği kazanan Arz-ı Hal şiiri, ilk kitabına da ismini vermiştir. “İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!.. Kıt kanaat sere serpe yollar boyunca… Sen, bizim için hala o ezeli sırsın. Sen de bizi bilmiş olsan başkalaşırsın… Herkesin kederi gailesi boyunca. İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!.” (Turgut Uyar ilk eşi Yezdan Hanım ve büyük kızı Semiramis)
1952’de ise ikinci kitabı Türkiyem yayımlanır ve önsözünde Nurullah Ataç şunları yazar: “Bilmem yanılıyor muyum Turgut Uyar’ı iyi bir şair saymakla? Hiç sanmıyorum. Ne olursa olsun, onun için atıyorum zarımı. Övünerek söyleyeyim, şairler için attığım zar, şimdiye kadar çoğu için iyi geldi, doğru seçtiğimi gösterdi. Turgut Uyar için de iyi geleceğinden hiç şüphe etmiyorum.” (Turgut Uyar, ilk eşi Yezdan Şener ve çocukları Tunga, Şeyda ve Semiramis )
1958’de ordudan istifa eder ve SEKA’da çalışmaya başlar ki edebiyat çevresi ile tanışması da bu dönemde başlar. (Seka yıllarında Erdal Öz ile birlikte)
1960’ların başında üç çocuğunun annesi Yezdan Hanım’dan boşanır. O zamanlar yazılarında R. Tomris imzasını kullanan Tomris Uyar'la 1969 yılında evlendi.
Tomris Uyar, Turgut Uyar ile tanışmalarını şöyle anlatır: “1966 yılında ben zaten Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereydim. O da eşinden ayrılmıştı. İstanbul’a gelmişti çocuklarıyla. Burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde o, çünkü o zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatını bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerine mektuplardı. Hâlâ duruyor bende. Genellikle onun şiir üzerine düşünceleri, benim onun şiirleri üzerine düşüncelerim… Ve anladığım kadarıyla çok sıkışık bir dönem geçiriyordu. Yani evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlik ve uyumsuzluk şiirini de etkilemişti, yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin periliği olarak ifade etmek istemiyorum ama herhalde çok konuştuğum, çok dürttüğüm, yazmasını çok rica ettiğim için diyeyim, yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu.” ( Turgut Uyar ve Tomris Uyar )
Kendisini esin perisi olarak hissettiği Tomris Uyar'la olan evliliğinden Hayri Turgut adında bir erkek çoçuk sahibi oldu. (Tomris Uyar, Hayri Turgut Uyar ve Turgut Uyar)
“Çok yakışıklı, çok zeki, çok duyarlı bir insandı. Belki bana göre aşırı ciddiydi. Tipik edebiyatçı özelliği taşıyan, kendi içine kapalı, dışarısıyla fazla alışverişi olmayan, şiiriyle mutlu biriydi. Ben öyle değilim. Denizi de severim, dolaşmayı da… Daha canlı, daha hareketli olmayı isterim. Belki bu bakımdan pek uyuşmuyoruz.” “Turgut Uyar’la geçirdiğimiz bazı hırgürlü geceleri şimdi olsa kaldıramayacağımı biliyorum ama bütün güçlüklerine karşın fırtınalı bir aşkı, yavan, düz-ayak bir ilişkiye hala yeğlediğimin de bilincindeyim.” “Hep çok kıskançtı” diye anlatır Tomris Uyar eşini. Kıskanç da olsa, Tomris Uyar’ı zaman zaman bunaltsa da, ona yazdığı şiirlerle benzersizdir. “Seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun Her şeyin birbirine uygununu sen bulursun Gel ellerini ver en güzel ellerini öyle Ruhum, ateş yüreğim, kokum birlikte öyle…” (Sait Maden, Tomris Uyar, Turgut Uyar )
Turgut Uyar’dan Tomris’e Dizeler Herkes seni sen zanneder. Senin sen olmadığını bile bilmeden, Sen bile Seni ben geçerken Derim ki, Saati sorduklarında; Onu ”O” geçiyordur Kimse anlam veremez. Tamir ettirmedin gitti derler şu saati. Ettirmek istiyor musun demezler. Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur. Zamanı durdururum yüreğimde, Sensiz geçtiği için, Akrep yelkovana küskündür. Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür. Bil ki akrep yelkovanı geçerse, Atan bu yüreğim durur. Bırak bozuk kalsın, hiç değilse Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur. (Turgut Uyar ve Tomris Uyar, Büyükdere’deki evlerinde, 1970)
70’lerin sonlarına doğru kolunda ve kalçasında oluşan kırıklar, büsbütün eve ve içine kapar Uyar’ı. Tomris Uyar’ın dediği gibi yavaşça ölmeye hazırlanır. İyileşmek için bir çaba sarf etmez. Ama 1984 ise sonun başlangıcıdır Turgut Uyar için. Matematiğe ve tıbba özel ilgi duyan Uyar anlar siroz olduğunu ama doktora gitmeye yanaşmaz. Uzun ve zahmetli olan ölümünü neredeyse istediği izlenimi uyandırır yakınlarında. “Ben bir gün giderim ki neyim kalır eksik bıraktığım her şeyim kalır yaz günü kim ister ki öldüğünü eksik bıraktığım her şeyim kalır” 22 Ağustos 1985’te aramızdan ayrılır. “Öldüğümde el yazısıyla tek şiirim kalmayacak arkamda” der vasiyet olarak Tomris Uyar’a. Vasiyete uyarak daktilo sayfasına yazmadığı şiirlerini atar, beğendiklerini bile. Geriye kalan şiirler 2002’de Yapı Kredi Yayınları tarafından Büyük Saat başlığıyla yayımlanır.
Aramızdan ayrılışını 32. yılında unutulmaz şair Turgut Uyar'ın duygularımızın şahlanmasını sağlayan ve her mısrasında yaşanmışlığın yüklü olduğu şiirlerinden bazıları...
GÖĞE BAKMA DURAĞI İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar Şu aranıp duran korkak ellerimi tut Bu evleri atla bu evleri de bunları da Göğe bakalım Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım İnecek var deriz otobüs durur ineriz Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda Beni bırak göğe bakalım Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor Seni aldım bu sunturlu yere getirdim Sayısız penceren vardı bir bir kapattım Bana dönesin diye bir bir kapattım Şimdi otobüs gelir biner gideriz Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat Durma kendini hatırlat Durma göğe bakalım
Acıyor Mutsuzluktan söz etmek istiyorum Dikey ve yatay mutsuzluktan Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun Sevgim acıyor Biz giz dolu bir şey yaşadık Onlarda orada yaşadılar Bir dağın çarpıklığını bir sevinç sanarak En başta mutsuzluk elbet Kasaba meyhanesi gibi Kahkahası gün ışığına vurup da öteden beri yansımayan Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi Öbürünün bir kadından aldığı verem Bütün işhanlarının tarihçesi sevgim acıyor Yazık sevgime diyor birisi Güzel gözlü bir çocuğun bile O kadar korunmuş bir yazı yoktu Ne denmelidir bilemiyorum sevgim acıyor Gemiler gene gelip gidiyor Dağlar kararıp aydınlanacaklar Ve o kadar Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır Sonbahar geldi hüzün İlkbahar geldi kara hüzün Ey en akıllı kişisi dünyanın Bazen yaz ortasında gündüzün sevgim acıyor Kimi sevsem Kim beni sevse Eylül toparlandı gitti işte Ekim filanda gider bu gidişle Tarihe gömülen koca koca atlar Tarihe gömülür o kadar
Tomris Senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz alır başımı erzincan’a giderim seni düşünmek için dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur ne var ki ıslanır gider coskunluğum durmadan durmadan dağ biraz daha benden deniz her zaman senden hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm seni övdüğüm zaman güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda seni övdüğüm zaman"
Çünkü herkesin bir gideni vardır Herkesin Bir umudu vardır, Bir savaşı, Bir kaybedişi, Bir acısı, Bir yalnızlığı, Bir hüznü… Çünkü herkesin bir gideni vardır, İçinden bir türlü uğurlayamadığı..
Yalağuz Bektaş yüce dağ başında -yalağuz-du. Bektaş zaten doğduğundan beri -yalağuz-du... Bir sopa, üç beş koyun, bir köpek, Bulutların içinde kendi kendine -yalağuz-du... Mintanı ile yalnızdı, çarığı ile yalnızdı, Bilinmez düşünceleri, Tanrısı ile yalnızdı... Köyde, şehirde, kasabada, dağda Beş on kelimesi, diliyle. Yalnız insanların o garip haliyle; Yalnızdı Bektaş, yapayalnızdı.. Bektaş mayıs böceği kadar yalnızdı, Esaretinde hürriyetinde sevdasında, Üç yaşında da yalnızdı, on beşte de, seksende de, Yağmurların altında, bulakların kenarında. Türküsünde, koşmasında, şarkısında, Tamamda da, noksanda da, Papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı. İğneden ipliğe işte Bektaş, yapayalağuzdu...
Senfoni Önce sesin gelir aklıma Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli Sonra cumartesi günleri gelir Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak. Kırk kere söyledim bir daha söylerim Savaşta ve barışta, karada ve denizde, Düşkünlükte ve esenlikte Zamanımız apayrı bize göre Yanyana olduk mu elele Aç kalsak ağlamayız biliyorum. İçim güvercinleri okşamış gibi rahat Sen yanımdayken ister istemez Geniş meydanlarda akşam üstleri Üstüste üç kere deniz, üç kere çınarlar. Sen yanımdayken ister istemez Uzak ırmakları hatırlıyorum. Arasıra düşmüyor değil aklıma Yabancı kadınların sıcaklığı Ama Allah bilir ya, ne saklıyayım Yanında ihtiyarlamak istiyorum...