'Çözüm sürecine çocuktan başlamalı'

'Çözüm sürecine çocuktan başlamalı'

Ezgi Atabilen

Dört duvar arasında kalmış bir Kürt çocuğun hikâyesini konu alan ‘Azad’ (Özgürlük) satır aralarında Doğu’daki sokağa çıkma yasaklarını ve işlerini yapamasınlar diye hapiste tutulan gazetecileri anlatıyor. - Azad, sokağa çıkma yasaklarını anlatan film diye lanse ediliyor hep. Fakat geçen sene çekmişsiniz... - Doğru. Ben filmi çektiğimde daha seçim olmamıştı. Kürtler üzerinde geçmişten gelen bir tecrit var. Kendim de bunu yaşıyorum. Benim derdim Kürt kültürünün dört duvar arasına sıkıştırılması ve bireyin bundan özgürleşme çabasını anlatmaktı. Fakat gelinen süreçte sokağa çıkma yasaklarını temsil ediyormuş gibi bir görüntü oluştu. Bunu düşünerek yazmamıştım.

- Gündemde devletin bölge halkına, filmdeyse annenin oğluna koyduğu bir sokağa çıkma yasağı var... Gerçek bir hikâye mi bu? - Annenin yasağı, aslında sistemin ona etkisinin çocuğa yansıması. Bu aile Van'dan göç etmiş. Zorunlu bir göç. Bizzat şahit olduğum bir hikâye. Tanıdığım ailede böyle bir çocuk vardı. Annesi çalışmak zorunda, o işteyken çocuğun dışarı çıkmasına izni vermiyordu. Komşular rahatsız olmasın diye de enstrümanını çalmasını yasaklamıştı. Bu bana çok dokundu. Azad'ı kurmacanın içerisinde özgürleştirerek katarsis (arınma) yaşadım kendi içimde. Filmde enstrümanın erbane olması Kürt folklorünü temsil ediyor. Azad'ın bir çocuğa kendi dilinde değil de onun dilinde yaklaşmaya çalışması da, Kürtlerin sorunlarının hallolması için Türkçe bir adım atarak sisteme kendini kabul ettirebilmesini simgeliyor. Bütün bunlar Kürtlerin yaşadıklarının prototipi.

- Devletin “terörist” diye adlandırdığı bir adam veya kadını anlamaktan daha kolaydır bir çocuğun masumiyeti karşısında vicdanınızın sesini duymak. Çocuk üzerinden hikaye anlatmayı seçmeniz bundan mı? - Kısmen doğru. Bölgede yaşanan süreçten en çok çocuklar etkileniyor. Sokağa çıkma yasağının olduğu bölgelerde 18 yaşın altında 44 çocuk öldürülmüş. Hâlâ çocuklar öldürülmesinler diye bodrumlarda saklanıyorlar. Bu yeni değil, biz Kürtler bunu çok küçük yaşlardan beri yaşıyoruz. Hikâyeyi bilinçli olarak çocuk üzerinden anlatmadım. Bilinçaltımın dışavurumu... İlk filmim ‘Qapsûl’ de çocuklar üzerineydi. Hatta sırada bekleyen iki öyküm de öyle... Kürt meselesi çözülecekse ta temelden, yani çocuktan başlanmalı.

- Ne yapılabilir? - Bireylerin özgür olmaları, özgürce kendi dillerini konuşabilmeleri, kendi dillerinde eğitim alabilmeleri gerek. Azad’ın hikâyesi benim de hikâyem. Ben liseyi dışarıda, yatılı okudum. Gittiğim yerde tek Kürt’tüm. Çok sorun yaşadım. Kendimi ifade edemedim. Dışa açılamadım. Dört duvar arasına kapandığım zamanlar oldu. Konuştuğum zaman dalga geçildiği için bildiklerimi söyleyemez oldum. Bütün bunlar o dört duvarın kendisi. Sıkışmışlığın tezahürü. Onun için Azad’ın öyküsünde birçok Kürt birey kendisini görecektir.

- Empati olgusu üzerinden ilerleyecek olursak, Azad gibi büyüyen çocuklar büyüdüklerinde nasıl olurlar? - O çocuklar büyüdüklerinde herhalde kuş cıvıltıları yerine kendilerine top tüfek seslerini dinletenleri sevmeyecekler, onlara büyük kin, öfke duyacaklar. Belki de bu öfkeleri başka şekilde dışa vuracak. Bu yaşanan kaos ya da abluka onların iradelerini satın almayacak, korkutup devlete bağlamayacak. Tam tersine gittikçe ötekileştirecek, gittikçe düşmanlaştıracak ve bu, başka şekilde ülkeye geri dönecek. - Siz kendi dilinizi konuşup yazabiliyor musunuz? - Tabii ki konuşabiliyorum. 12 yaşına kadar Kürtçe’yle yaşadım. Hikâye anlatıcısı dedemi çok dinledim. O yüzden kulağımdan hiç gitmedi. Fakat yazamıyorum. Çünkü yazma eğitimim yok. Azad’ın senaryosundaki diyalogları tabii ki Kürtçe yazdım. Ama dilini teknik olarak düzelttirmem gerekti.

- Kendi dilini konuşabilen Kürt çocuk bulmak kolay olmasa gerek... Azad’ı nasıl, nereden buldunuz? O nasıl doğal bir oyunculuktur! - Dil asimile olduğu için birçok çocuk doğal sokak ağzıyla konuşmuyordu. İstanbul’un Esenyurt ilçesinde bölgeden gelen insanlar yoğunlukta. Oyuncu ararken bir arkadaşımın yeğenini görmeye oraya gittim. Sokakta çocuklar etrafımızı sardılar. Fotoğraflarını çektiğim sırada uzaktan üzerinde Fenerbahçe formasıyla koşa koşa gelip kameranın önüne geçti. “O bilmiyor, ben daha iyi yaparım” deyip başladı şarkı söyleyerek şemmame oynamaya. Çok rahattı. Görür görmez “budur” dedim. Filme kadar hiçbir şey anlatmadım. Hepsini kameranın önünde öğrendi. Ne yapacağını söylediğimde zorlanıyordu. Oyun oynadığımız, iddiaya girdiğimiz zaman her şeyi doğallığıyla yapıyordu. Yani filmde aslında oynamıyor.

- Derdini metaforlar üzerinden anlatıp, slogan içermeyen bir üslubu sahiplenmeniz bilinçli bir tercih olsa gerek. Kürt sinemasını bu anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz? - Kürt filmlerinde yapılan büyük hatalardan birisi bu. Kürt sinemasının ayırt edici belli özellikleri var. Bunlardan birisi de siyasi yönü olması. Ama bazen sanatla siyasetin alanı arasındaki çizgi aşılıyor. Çünkü çok fazla dert var. Şimdi bölgede inanılmaz bir abluka ve tecrit var ama haberlerde bir şey görmüyoruz. Sesimiz kısıtlanıyor. Biz siyaseti siyasilere bırakıp, sinemada propaganda yapan resimlerin önüne geçmeliyiz. Hiçbir slogan atmadan, filmin içine polis, asker, kan girmeden hikâyelerimizi anlatabiliriz. Çünkü Kürtlerin kendi yaşam tarzları, folklorleri var. Kürtler de âşık olur, güler, eğlenirler...

- !f İstanbul programında yer alan filmi festival öncesinde internette yayınlama fikri nereden çıktı? - Talep festivalden geldi. Aslında festival konseptinin dışında ama “sürece dikkat çekmek için yayınlamak isiyoruz” dediler. Bir kısa filmci daha ne ister? Kabul ettim. Bölgede çok büyük bir abluka var. Devlet güçleri, iktidar tankıyla, tüfeğiyle nice Azad'ları sıkıştırmış durumda. O Azad'lar karanlıkta, elektriksiz, susuz saklanarak, ölümden kaçarak ve çocukluklarını yaşamadan büyüyorlar. Bu filmin Batı'da da farkındalık uyandırmasını, en azından vicdanlı insanlara iğne batırmasını arzuladım. Büyük bir sessizlik var...

- Azad’ın sıkışıp kaldığı o dört duvar sadece sokağa çıkma yasaklarıyla değil, gazetecilerin işlerini yapmamaları için tutuklanmalarıyla da özdeşleştirilebilir mi? - Kesinlikle. Azad dört duvar arasında ama özgür bir birey. Şunu demeye çalışıyorum: İnsanları fiziksel olarak dört duvar arasına sıkıştırabilirsiniz, ama ruhlarını, düşüncelerini, zihinlerini ele geçiremezsiniz. Zihin her zaman kendini var eder ve bütün baskı mekanizmalarını bertaraf edebilecek güçtedir. Bugün hapiste olan gazetecileri düşünelim. Hapiste olabilirler ama biz burada fikirlerini okuyoruz, onlar buradalar. Fikirleri bir şekilde yürüyor. Filmin özgürlük meselesine bakışında bir de bu boyut var. Can Dündar, Erdem Gül ve gazetecilik yapmıyorlardı bahanesiyle hapsedilen tüm tutuklu gazeteciler için söylüyorum bunu. Yılmaz Güney'i de zamanında dört duvar arasında tutmaya çalıştılar ama orada da filmlerini çekip uzak diyarlara yollayabildi. Azad umut verici ve özgürlüğün kısıtlanamayacağı üzerine bir film.

- Maddi destek verdiğine göre Bakanlık filmi anlamamış herhalde... - Bakanlıktan hiç müdahale almadım. Anlayıp anlamadıklarını bilmiyorum ama müdahalelik bir şey yok zaten filmde. Çünkü filmdeki politik kodlar çok örtük. Hatta onlar da çok beğendiler, sevdiler filmi. Ama bakanlıktan aldığım 9 bin TL’lik destek masrafların çok azına yetti. Araba almak için biriktirdiğim parayla çektim filmi. Yurt dışı festivallerine para kalmadığından gönderemiyorum.

“İnsanlar 1 Kasım seçimlerinden sonra büyük bir hezeyan yaşıyorlar. Bir pes etmişlik var. Bu tam da iktidarın istediği şey. Bölgede kimin ne yarattığı çok âşikar. Sadece yanlı haberlere bakıp yorum yapanların kafalarını kaldırıp gözlerini açmalarını isterim. Mücadele bölgedeki insanların karakteri olmuş. Bununla yaşamayı öğrenmişler. Mücadeleden vazgeçmelerini bekleyemezsin. Ben bu işin er geç hallolacağına, bugünlerin de geçeceğine, iktidarın yarattığı kaosun bertaraf olacağına, önünde sonunda bu işin masaya oturulup çözüleceğine ya da sanatla çözülebileceğine inanıyorum. Kürtlerin pes etmemelerindeki temel sebep Azad'taki umut aslında. Barış umutları her zaman var. Öldürülseler, katledilseler bile hep barış umudunu taşıdılar. Bu umut tükenmedikçe iktidar özgürlüklerini nereye kadar kısıtlayabilir? Özgürlüğün kendini var edeceğini düşünüyorum.”

Ardından Mezopotamya Sinema Kolektifi’nde dört yıl sinema çalışmalarında bulunup, Hüseyin Kuzu'yla iki yıl proje grubunda çalıştım, bir dönem ona senaryo asistanlığı yaptım. Oradan ilk projem çıktı.” Azad, Yakup Tekintangaç’ın üçüncü kısa filmi. Sinemanın onun için ne anlama geldiğini şu sözlerle özetliyor yönetmen: “Sinema benim için cümle arasına virgül koymak gibi.” Çünkü eğitim döneminde devlet okulunda kimya öğretmenliği yapıyor. Yazları da öğretmen maaşıyla filmlerini çekiyor. “Mecbur,” diyor bunları anlatırken, “Bir arkadaşım ‘filmin hikâyesi kışta yaşanıyorsa ne yapacaksın’, diye sordu bir gün. Yazda geçen hikâyeleri öne çekiyor, kışın çekmem gerekenleri öteliyorum”.