Boğazımıza kadar kimyasallara batmış durumdayız

Yiyeceklerimiz, eşyalarımız ve aslında çevremizdeki hemen hemen her şey kimyasal bileşikler içeriyor. Peki bu bileşikler ne ölçüde zararlı? Endüstriyel kimyasalların insan sağlığına etkileri konusunda çok sayıda araştırma yapılmış olmasına karşın, bunlarla ilgili yaygın kuşkular giderilmiş değil.

Cumhuriyet/Bilim Teknik

Modern dünyamızda her şey bir çeşit kimyasal kokteyle bulanmış şekilde önümüze geliyor. Bu bileşimlerin bazıları zararsız olsa da çoğunun insan sağlığı üzerindeki etkileri henüz bilinmiyor. Dalından yeni koparılmış bir elmayı ele alalım. Amerikan Tarım Bakanlığı’nın yaptığı bir çalışmaya göre piyasada satılan tüm elmalar zararlı böcekleri, otları ve mantarları yok etmek için kullanılan kimyasalların kalıntılarını içeriyor. Aslında ağzımıza attığımız tüm yiyeceklerin içeriğine bir göz attığımızda benzer kimyasallarla kirlenmiş olduğunu görebiliriz. Kaldı ki bu zararlı maddeler yalnızca yiyeceklerimizle sınırlı değil. Kozmetikten, mobilyalara, soluduğumuz havadan giysilerimize dek her şey bizleri kimyasallara maruz bırakıyor.

Fakat hemen paniğe kapılmanıza gerek yok. Bir kere bu zararlı maddelerin bir kısmı yasal düzenlemelerin belirlediği üst sınırın altında tutuluyor; diğerlerinin ise bilinen bir zararı yok. Fakat yaygın olarak kullanılan birkaç kimyasalın güvenilirliği hâlâ tartışılmakta. Kamuoyunun gündemini en fazla meşgul eden 9 kimyasal şöyle: • Triklosanlar • Perfloro kimyasalları (PFC’ler) • Parabenler • Ftalatlar • Ateşe dayanıklı kimyasallar (PBDE ve TBBPA) • Ağır metaller- kurşun ve cıva • Tarım ilaçları • Akrilamidler • Sentetik östrojenler (BPA’lar)

1- Antimikrobiyal ajanlar- Triklosanlar: Antimikrobiyal ajanlar mikroorganizmaların ölümüne neden olan, çoğalmalarını önleyen veya gelişmelerini durduran kimyasal veya biyolojik maddelerdir. Ağız, ter veya ayak kokusunu gidermek için kullanılan spreyler en yaygın kullanım alanlarıdır. Bu ürünlerin aktif maddesi olan triklosan, sabunlar, diş macunları ve kozmetik ürünlerinde olduğu gibi hemen hemen her yerde karşımıza çıkıyor. 1998 yılında yapılan bir çalışma, triklosanın antibiyotiğe direnç geliştirdiğini ortaya çıkarttı. 2007 yılında antimiktobiyallerin sıçanlarda hormon düzenini değiştirdiğini gösterdi. Bu tarihten sonra düzenleme kurulları ve bilim insanları triklosanın olası etkilerini yakın takibe aldılar.

Amerikan Çevre Koruma Kurulu EPA, raporlarında triklosanın deniz yaşamı üzerinde düşük düzeyde risk oluşturduğunu belirtiyor. Kurul ayrıca triklosanın el temizliğinde de düşünüldüğü kadar etkili olmadığını açıkladı. Şimdi aralarında Johnson&Johnson ve Procter&Gamble gibi temizlik devlerinin de bulunduğu pek çok üretici, triklosan kullanmama kararı aldı. Avrupa’da antibiyotik direnci konusu henüz araştırılma safhasında. Avrupa Komisyonu’na bağlı Tüketici Güvenliği Bilimsel Komitesi, triklosanın hala güvenli bir şekilde kullanılabileceğini belirtse de, bazı bilgi boşluklarının bulunduğunu kabul ediyor. SON KARAR: Triklosanın insan sağlığı için zararlı olduğu yönünde doğrudan bir kanıt bulunmasa da etkileri dikkatle izleniyor.

Perfloro kimyasalları veya perflorlu bileşikler olarak tanımlanan PFC’ler, yapışmayı önleyen mutfak malzemelerinden su geçirmeyen giysilerde, leke tutmayan halılardan, diş iplerinde kadar çok sayıda üründe kullanılır. PFC’ler endüstriyel ölçekte ilk defa 1940’lı yıllarda geliştirildi. Yağı ve suyu geçirmeme özelliğine bağlı olarak pek çok sanayi dalında kullanılan bu maddenin sağlık üzerinde ciddi etkileri olduğu düşünülüyor. Kaldı son yapılan araştırmalarda hemen hemen herkes kanında bu kimyasalların izlerine rastlandı. İnsanlarda ve çevremizde bulunan en yaygın iki PCF, PFOS ve PFOA’dır. Bunlar süper-güçlü karbonflorin bağları sayesinde kimyasal olarak çok zor parçalanırlar. Dolayısıyla doğada çok uzun süre dayanabilirler. Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalara göre uzun-zincirli PFC’ler hormon düzenini değiştirerek kansere neden olabiliyor.

İnsanlar üzerindeki araştırmalarda ise bu kimyasalların tiroid hastalıklarına neden olduğu, kolesterol düzeyini yükselttiği görülüyor. Bazı üreticiler PFOS kullanımına son verirken, pek çoğu da daha kısa-zincirli PFC’leri tercih ediyor. Ancak bu kimyasalların da masum olmadığı biliniyor. Bu arada çözülmesi gereken başka bilinmeyenler de var. Kandaki PFOS ve PFOA düzeyleri düşmekle birlikte PFOA yoğunluğu öngörüldüğü ölçüde düşmüyor. Toronto Üniversitesi’nden Scott Mabury bunu diğer floro kimyasallarının vücudumuzda PFAO’ya dönüşmesine bağlıyor. Mabury’ye göre yiyecek ambalajı olarak kullanılan yağ geçirmez kâğıtlardaki kimyasallar bunda önemli bir kaynak. SON KARAR: Yaygın olarak kullanılan PFC’lerin insan sağlığı üzerinde ciddi etkileri var.

2004 yılında tüketiciler ve gazeteciler paraben denilen bir kimyasal koruyucuyu yakın takibe aldılar. Bunun nedeni bir araştırmanın meme kanserinde doku örneklerinin % 20’sinde parabenin bulunduğunu ortaya çıkartması ve hastalığı kozmetiklere bağlamasıydı. Her kadının az ya da çok kozmetik kullandığı bir dünyada böyle bir sonuç kamuoyunda çok büyük panik yarattı. Böylece parabenin ne kadar güvenilir olduğu tartışmaya açıldı. Ancak parabenin meme kanserine yol açığına ilişkin kanıtların çok sağlam temellere oturtulmamış olması, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ile Avrupa Komisyonu Tüketici Güvenliği Bilimsel Komitesi’nin, parabenin hormonlar üzerindeki etkisini kabul etmesine, ancak, kozmetiklerde düşük dozlarda kullanılmasının sakıncalı olmadığına karar vermesine yol açtı.

Imperial College London’ın Kamu Sağlığı Toksikoloji Birimi’nden Alan Boobis, parabenlerin çok zararlı olmadığını, çok yüksek dozda parabene maruz bırakılan deney hayvanlarında bile olumsuzluklara rastlanmadığını belirtiyor. Kamu sağlığını koruma kurullarından baskı görmedikleri halde, kozmetik şirketleri toplum baskısıyla ürünlerinden paraben ve diğer kimyasalları çıkartmaya başladılar. SON KARAR: Kozmetiklerdeki parabenin insan sağlığına zarar verdiği doğrultusunda kesin bir kanıt bulunmuyor.

4- Plastikler: Plastiklere esneklik kazandırması için ilave edilen ftalat, ayrıca hapların üzerindeki kaplamadan yazıcı mürekkeplerine dek pek çok alanda kullanılır. Bunun sonucunda Amerikan Hastalık Kontrolü ve Önlemi Merkezi’nin incelediği insanların hemen hemen tümünün vücudunda düşük dozda bu gruba ait kimyasallar bulundu. Ftalatın insanlarda hormonal sistemi bozduğu bilinse de, düşük dozlardaki etkisine ilişkin kesin bir değerlendirme yapılamıyor. Bu kimyasala yüksek dozda maruz kalanlarda sperm sayısında azalma ve yeni doğanlarda anormalliklere rastlanıyor. Massachusetts Üniversitesi’nden Vanderberg Laura, “Ftalarlara ilişkin bilgimiz genellikle hayvan çalışmaları ile sınırlı” diyor. SON KARAR: Ftalatların insan sağlığı üzerindeki etkisi tam olarak bilinmiyor. O kadar yaygın kullanılıyor ki bu kimyasaldan kaçınmak mümkün değil.

5- Ateşe dayanıklılığı sağlayan kimyasallar: Mobilyaları ve kumaşları ateşe dayanıklı hale getiren kimyasalların sağlık riski taşıdığı biliniyor. Bunların arasından bir grup –PBDE’ler-yüzlerce çeşit halinde piyasalara sürülmüş durumda. Son zamanlara kadar bunlar elektronikten yatak odası eşyalarına kadar pek çok üründe kullanılıyordu. Ancak ABD’de ve AB ülkelerinde kısırlığa ve çocuklarda gelişim bozukluklarına yol açtığı gerekçesiyle yasaklanmış durumda. PBDE’lerin ev tozlarında yüksek dozda bulunması, kimyasalın eşyalardan nasıl kaçabildiği sorusunu akla getiriyor. Duke Üniversitesi’nden yanmazlık sağlayan malzemeler konusunda uzman Heather Stapleton, bunların yastıkların arasındaki hava ceplerinde yoğunlaştığını, birisi bunların üzerine oturduğu zaman da havaya karışabileceğini söylüyor.

Amerikan Çevre Sağlığı Bilimleri Enstitüsü’nden Linda Birnbaum ise TBBPA adı verilen başka bir kimyasala dikkat çekiyor. Dünya genelinde çok yaygın kullanılmasına karşın bugüne dek üzerin durulmamış olan bu kimyasalın kemirgenlerde kansere yol açtığı görülüyor. Ayrıca hormonal sistemi ve östrojen sinyalleme mekanizmasını etkilediği de biliniyor. Ne var ki TBBPA bugünlerde yasaklanmış olan deka-BDE’nin yerine kullanılıyor. Özellikle elektronik malzemelerde kullanılan bu kimyasalla ile ilgili çok az şeyin biliniyor olması da ayrıca kaygı yaratıyor. Bir başka örnek de 1970’li yıllarda çocuk pijamalarında kullanılan TDCPP’in hayvanlarda kanser yaptığı gerekçesi ile yasaklanması ve şimdilerde mobilya döşemeliklerinde kullanılması. SON KARAR: Ateşe dayanıklı kimyasallar hâlâ çok yaygın olarak kullanılıyor. Piyasaya yeni girenlerin de de incelenmesi gerekiyor.

6- Metaller: Son yıllarda egzoz gazları artık çevreye kurşun salmasa da bir şekilde bu metal vücudumuza giriyor. Imperial College London’ın Kamu Sağlığı Toksikoloji Birimi’nden Alan Boobis, “Kurşun bir sağlık sorunu olarak yeniden hayatımıza girdi” diyor. 1970’li yıllardan sonra özellikle AB ülkelerinde kurşunlu benzin ve boyalar yasaklandıktan sonra kurşuna maruz kalma riski büyük ölçüde düştü. Ancak bunca yıldır havaya salınan kurşun toprağa çökmüş olduğu için yiyeceklerimizin, -başta tahıllar içine işledi. Dolayısıyla kurşundan kaçınmak neredeyse olanaksız hale geldi. 2010’da Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu (EFSA) tavsiye niteliği taşıyan bildirisiyle vücuttaki kursun eşiğini düşürdü. Boobis bu konuda şöyle konuşuyor: “Kanda güvenilir kurşun düzeyi diye bir şey yoktur. En düşük düzeyde bile kurşunun zekâyı olumsuz yönde etkilediğini biliyoruz. En büyük risk grubunu bebekler ve çocuklar oluşturuyor.”

Aynı zamanda cıva da insan sağlığı için tehdit oluşturuyor. Kurşundan farklı olarak cıva besin zincirinde birikim yapar. Avcı balıklar bu metalin en yoğun bulunduğu yiyecektir. Aşırı yüksek oranda cıva bebeklerde ve küçük çocuklarda gelişim bozukluklarına yol açar. Son yapılan bir araştırma, cıva düzeyinin başta İzlanda ve Antarktika civarı olmak üzere yüzey sularında üç misli arttığını gösteriyor. Bunlar sanayinin ürettiği cıvanın yalnızca dörtte biri; geriye kalanın okyanus tabanına çökmüş olduğu tahmin ediliyor. Cıvanın bize en yakın olduğu bir diğer yer ise dişlerimizdeki amalgam dolgulardır. Ancak Boobis, dişlerden salınan cıva miktarının çok düşük olduğunu ve etkisinin çok önemli olmadığını söylüyor. SON KARAR: Metallerden her zaman sakınılması gerekir. Cıva alımını azaltmak için avcı balıklardan uzak durmakta fayda var.

7- Tarım ilaçları: Zararlı böcekleri ve otları hedef alan tarım ilaçları sinir sistemini zehirleyecek şekilde tasarlanmıştır. Michigan Üniversitesi Kamu Sağlığı Bölümü’nden Rudy Richardson, insanların bundan çok fazla kaygılanmaması gerektiğini söylüyor: “Bu nöro-toksinler yiyeceklerimizin üzerine kötü niyetle püskürtülmüyor. Bunlar tüm kimyasal maddeler arasında en fazla kontrole tabi tutulan bileşimlerdir.” Ancak bunların kullanım protokollerini düzenleyenler bile aralarında anlaşamıyor. Örneğin zararlı otlara karşı kullanılan atrazine, AB ülkelerinde yasaklanmış olmasına karşın, ABD’de yaygın olarak kullanılıyor. Böcek öldürücülerin izlerini çevremizde yaygın olarak görmek mümkün. ABD’de Tarım Bakanlığı pek çok meyve ve sebzede çok az miktarda tarım ilacı kalıntısı bulunduğunu belirtiyor. Bu miktarlar yasaların belirlediği düzeyin altında olsa bile bu ilaçların kullanımı sürekli artıyor.

Bu durum Massachusetts Üniversitesi’nden çevre bilimcisi Laura Vanderberg’i kaygılandırıyor: “Böcek öldürücüler biyolojik olarak aktif olmak üzere tasarlanmıştır.” Organofosfat böcek öldürücüler hamilelerde bebeğin gelişimini bozarken, otizme de yol açabiliyor. Ayrıca kalp-damar hastalıklarına da neden olduğu kuşkusu yaygın. Başka bir çalışmada ise bunların obezite ve diyabet riskini arttırdığı görülüyor. 2012’de AB’de 1000 böcek öldürücü üzerinde yapılan bir çalışmanın sonucunda, 700 eski ilaç piyasadan çektirildi. Bu arada Amerikan Çevre Koruma Kurulu eski ilaçlara alternatif oluşturacak daha güvenli kimyasallar üzerinde çalışıyor. SON KARAR: Böcek öldürücüler zararlı olabilir. Sıkı kontrollere karşın yiyeceklerin içine sızabiliyorlar.

8- Yüksek sıcaklıklarda işlem gören yiyecekler: Akrilamid Sabah kahvesi ve kızarmış ekmeğin sağlığınız için zararlı olduğunu biliyor muydunuz? 2002 yılında İsveçli bilim insanlarının yaptığı bir çalışma akrilamidin kemirgenlerde kansere neden olduğunu ortaya çıkarttı. Akrilamid nişasta içeren ve yüksek sıcaklıklarda işlem gören tüm yiyeceklerde bulunabilir. Ayrıca, belirli bir yiyecekteki akrilamid miktarı, doğal hammadde bileşenleri ve pişirme koşullarındaki çeşitliliğe bağlı olarak büyük değişkenlik gösterebilir. Bu kimyasal madde, asparagin denilen bir amino asit ve şekerle ilgili kahverengileşme reaksiyonunun bir parçası olarak ortaya çıkar. Akrilamid suda çözünebilirlik özelliğine sahip olduğu için bağırsaklardan emilir ve diğer dokulara dağıtılır. Hayvan deneylerinde akrilamidin kansere yol açma riski taşıdığı ortaya çıkmış durumda.

Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu (AFSA) patates cipsi, kahvaltılık tahıllar, bisküviler ve ekmekler gibi akrilamid içeren gıda maddeleri üzerinde yaptığı çalışmalarla ilgili ön raporu temmuz ayında yayımladı, ön rapor, akrilamid yemenin kanser riskini arttırdığını, bunların arasında en tehlikelisinin kahve ve kızarmış patates olduğu belirtiliyor. Ne var ki lezzetli ve nişaşta açısından zengin yiyecekleri sevenler için akrilamidden kaçınmak neredeyse imkânsız. Ancak tüketimi azaltmanın yolları var. Örneğin kızarmış ekmeklerin hafif kahverengileşmesi yeterli olabilmeli. EFSA şimdilik aşırı pişirme ve aşırı “kıtırlaştırma” işleminden kaçınılması gerektiğini söylüyor. SON KARAR: Kuşkulanılmasına karşın yiyeceklerdeki akrilamidin insanlarda kansere yol açtığı kesinleşmiş değil.

9- Ambalajlar: Paketlenmiş yiyeceklerin sarılı olduğu alüminyum kâğıtlar, polikarbonat plastikler gibi ambalajların tümü onlarca yıldır tartışmalara yol açan sentetik östrojen içerir. Bunun nedeni BPA denilen bileşimin memelilerde hormonal sistemi etkileme potansiyeli taşımasıdır. Amerika’da Hastalık Kontrolü ve Önleme Merkezi Amerikalıların % 90’ında BPA bulunduğunu açıkladı. Amerikan Toksikoloji Programı ise BPA’nın küçük çocukların beyninde ve davranışlarında olumsuz etki yarattığını bildirdi. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi 2012 yılında biberonlarda BPA’yı yasakladı.

AB ülkelerinde benzer yasaklar 2011 yılında yürürlüğe girdi. Avrupa Kimyasal Maddeler Kurumu BPA’nın insanlarda üreme sistemini olumsuz etkilediğini açıkladı. Hayvan deneylerinde BPA’nın etkileri kesin olmakla birlikte, insanlarda vücut bu maddeyi dönüştürdüğü için net bir sonuç alınamıyor. Şimdi gözler BPA’nın yerine konulan bisfenol S’ye çevrilmiş durumda. Bazı uzmanlar bisfenol S’nin de östrojen gibi davrandığını söylüyor. BPA hormon sistemini bozan kimyasallardan yalnızca biri. 2013 yılında 85 bilim insanı bir araya gelerek Avrupa’da daha sert önlemlerin alınmasını talep etti. Bildiride kanserli vaka sayısının artması, beyin, tiroid ve üreme sorunlarının çoğalması hormonal sistemin bozulması bu kimyasal ile ilişkilendiriliyor. SON KARAR: BPA insan sağlığına zarar veren ve endokrin sistemi bozukluklarına yol açan kimyasallardan yalnızca biridir.

Genel Değerlendirme: Kimyasalların risk analizlerindeki zorluk: Kimyasal katkı maddelerinin ve tarım ilaçlarının yol açtığı tehlikeleri tam anlamıyla tespit edebilmek imkânsıza yakındır. Nedenlerini özetleyecek olursak: • Kimyasalların çoğu hayvanlar üzerinde ve yüksek dozlarda deneniyor. Dolayısıyla insanlar üzerindeki etkisini kestirmek zorlaşıyor. • Endüstriyel uygulamalarda sentetik kimyasallar üretiliyor ve kullanılıyor. Bunlar o kadar farklı şekillerde karşımıza çıkıyor ki, taşıdıkları riskleri ortaya çıkartmak imkansız hale geliyor. Hatta dünya piyasalarındaki kimyasalların tam sayısı dahi bilinmiyor. AB kayıtlarına göre bu sayı 144.000 civarında ve bunların üçte birinin zararlı olduğu düşünülüyor. Daha da kötüsü pek çoğunun zararlı olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi de yok.

• 2050 yılında dünyada kimya sanayinin üç misli büyüyeceği öngörülüyor. Ayrıca üretim merkezlerinin Kuzey Amerika ve Avrupa’dan Asya ve Güney Amerika ülkelerine kaydırılması planlanıyor. Ne yazık ki bu ülkelerde sağlam, köklü ve tarafsız güvenlik düzenlemeleri yürürlükte değil. • Bu arada uzun vadede başarılı çevresel düzenlemeler göze çarpıyor. Pek çok ülke artık asbest, tetraetil kurşun, DDT, dioksin ve PCB kullanmıyor. Stockholm Toplantısı’nda alınan karara göre kullanılması sakıncalı 25 madde daha var. Ancak bütün bunlar megapiksel çözünürlüklü bir görüntüde birkaç pikseli temsil ediyor. Bir görüşe göre dünyadaki tüm kimyasalları zararlı etkileri açısında incelemek 50.000 yılı bulabilir.

• Şimdi başta ABD olmak üzere pek çok ülke bu testleri hızlı ve ucuza yapmanın yollarını araştırıyor. Bilgisayar ve robotların devreye girmesiyle hayvan deneylerine gerek kalmadan sonuç alınabiliyor. • Bu arada başka bir soruna daha çözüm aranıyor. O da bu kimyasalların tek tek değil, tek bir üründe “kokteyl” olarak karşımıza çıkması. Bunların birbirleriyle etkileşim içine girmesi uzmanların işini zorlaştırıyor.

Gıda koruyucusu olarak yumurta kabuğu: Geçtiğimiz günlerde uluslararası bilim ekipleri yumurta zarındaki proteinlerin, doğal ve etkili bir ağrı kesici olduğu bilimsel olarak kanıtlandı. Yumurta kabuğu, artık “en sağlıklı” gıda koruyucusu olarak da hayatımıza girecek. Yüksek Kimya Mühendisi Elif Güngör, 2011 yılından bu yana üzerinde çalıştığı yumurta kabuğunun, çöpe gitmeyecek kadar değerli olduğunu bir kez daha kanıtlayan bir çalışmaya imza attı. Elif Güngör, Türkiye’nin yılda 12 milyon dolar harcayarak yurt dışından ithal ettiği, ancak kimyasal nitelikleri nedeniyle sağlığa uygunlukları kuşkulu ve tartışmalı olan gıda koruyuculara alternatif olarak, yumurta kabuğundan tümüyle doğal bir gıda koruyucusu üretmeyi başardı.

Yumurta kabuğunun yapısını oluşturan kalsiyum karbonat, aslında ilaçtan kozmetiğe kadar birçok alanda kullanılıyor. Kalsiyum karbonatın, erime noktasının altında çok yüksek derecede ısıl işlem görmesiyle kalsiyum oksit elde ediliyor. Japonya’da 100 yıldır istiridye kabuğundan üretilen ve Dünya Gıda Kodeksi’ne girmiş olan kalsiyum oksiti, Elif Güngör, dünyada ilk kez yumurta kabuğundan elde etti. Böylece Çin, Avrupa ve ABD’den ithal edilen potasyum sorbat içerikli gıda koruyucularına, doğal, ucuz ve sağlıklı bir alternatif sağlanmış oldu.