Sahnedeki Abdülcanbaz

Beslendikleri kültürel bağları, Anadolu’dan renkler, izler taşıyan kostümleri, dansları, şovları, konserlerindeki sanatçı konukları, farklı ses ve ritimden oluşan müzikleriyle özgün bir ruhun somutlaşmış hali; BaBa ZuLa.

Berrin Karadeniz

Tabutta Rövaşata filmine müzik yapmak amacıyla, 1996'da Zen grubunun içinden doğan BaBa ZuLa, bugüne kadar sayısız film müziğine imza attı. Birçok ülkede yüzlerce konser veren, Mad Professor, Tuncel Kurtiz ve Jaki Liebezeit gibi farklı sanatçıları konuk eden grup, 1960’ların psikedelik müziği ve Anadolu rock seslerine dub ve elektronik yaklaşımlar ekleyerek sıra dışı bir tınıyı 25 yıldan fazla süredir geleceğe taşıyor. Kendi tasarladığı elektro sazları çalan Murat Ertel, kaşık ziller, makine ve elektroniklerde Levent Akman ve darbuka, davul, perküsyonda Ümit Adakale'den oluşan BaBa ZuLa’yı, Murat Ertel’den dinleyelim...

BaBa ZuLa’nın tarzıyla ilgili psikeledik, oryantal dub gibi çokça tanım var. BaBa ZuLa bunlardan hangisi? 

Cevap vermek zor ama bizim müziğimiz bunların her birine göz kırpıyor. Kültürel- coğrafi bağa inanıyoruz. Bir sanatçı beslendiği kültüre yabancı kalmamalı. Buraların suyunu içen, türkülerini dinleyip, dilini konuşan bir sanatçı, birden bire Oklahama çölünün müziğini yapmaya başlarsa bu bana garip geliyor. Bunu yapan çok insan var, onlara da başarılar diliyorum ama ben bir tür mirası, bu toprakların kültürünün mirasını devraldığımı ve borçlu olduğumu düşünüyorum. Ben dayılarımdan da (İlhan Selçuk, Turhan Selçuk), babamdan (Mengü Ertel) da bunu gördüm. Aldığım şeyi tekrar insanlara verip döngüyü tamamlama ve buradan bir ilham alma isteği beni heyecanlandırıyor.

- Siz bir yandan da çizimle ilgileniyorsunuz, "Hayvan Gibi" albüm kapağı elinizden çıkmış.

Evet hem Hayvan Gibi albüm kapağı hem de yapımcılığını üstlendiğim Moğollar’ın son çıkan albümünde çizimlerim ve yazılarım yer alıyor. Bunun dışında Bavul ve Fişek dergilerinde de yazıp çiziyordum. Çocukluğumdan beri çizerdim. Sanatçı olmak gibi bir karar hiçbir zaman almadım. Bütün dostlarımız sanatla iç içeydi; şiirler okuyor, oyunlar oynuyor, resimler çiziyorlardı. Bu çok harika bir şeydi, unutulmaz anılar kapladı içimi. Babamı ve dayımı sürekli gördüğüm için onlardan etkilenmemiş olmam imkansız. BaBa ZuLa’yla beni sahnede hayal ederseniz, bıyıktan şapkaya, duruşa kadar Abdülcanbaz’dan ne kadar etkilendiğimi fark edersiniz. Orada hem zamansız, hem bu coğrafyanın efelerinden, Abdülcanbaz’dan etkilenmiş bir karakter görürsünüz.

- Sahnede yarattığınız atmosfere, tercih ettiğiniz renklere desenlere bakınca teatral-törensel bir hava görüyoruz. Sahne sizin için ne ifade ediyor?

Her konserin çok kıymetli olduğunu düşünüyoruz. Her konserde, “Bu benim son konserim olabilir” diye düşünürüm ve öyle çalarım. Bunda ne kadar haklı olduğumu da gördüm. Pandemide o son konserimizi unutamıyorum. "Gerçekten son konserimiz miydi?" diye 2 yıl bu hisle yaşadım. İyi ki bu hisle çalmışız, iyi ki bu turneye çıkmışız gibi düşündük. Bizi dinlemeye gelen insanlara da çok kıymet veriyoruz. İnsanlar bütün hayatlarını bırakmışlar ve sizi görmeye, dinlemeye gelmişler. Pandemiyle birlikte bu durum bir de hayatlarını riske atma anlamına geldi. Sahnedesiniz, arkadaşlarınızla belki bir daha aynı yerde çalamayacaksınız gibi şeyler düşünüyorsunuz. Sahne kostümlerimizin her zaman ilham verici olmasını isteriz. Bütün o renklerin bir enerjisi var. Niye biz gri ve korkunç şehirlerde değil de doğada kendimizi bu kadar iyi hissediyoruz? Çünkü bütün bunların bir enerjisi var. Günlük giysilerle sahneye çıkmak bana saygısızlık gibi geliyor. En azından bir şey değişsin tazelik getirsin istiyoruz.

- Günümüzde yapıtlar hâlâ doğu-batı çatışması üzerinden değerlendiriliyor. Bu değerlendirmelere nasıl bakıyorsunuz?

Bu tartışma dönem dönem var. BaBa ZuLa’nın müziğinde "Blues" da vardır ama belli bir dozdadır. Bir insan birçok şeyden etkilenebilir. Ancak birtakım insanlarda birtakım kompleksler, çekinceler ve körlükler var. Bazen insanın burnunun dibindekini göremezmiş gibi. Tarihi, dini, bilimi, antropolojiyi ve sosyolojiyi sarsan keşifler oluyor. İstanbul eski deniyor sonra karşımıza daha da eski Göbeklitepe çıkıyor. Üzerinde yaşadığımız topraklar inanılmaz kıymetli, dinler, ırklar üstü bir mirastan bahsediyoruz. Bunları görmezden gelip hala "evrensel sanat" diye tutturan batı hayranı gençler ya da yaşlılar bana komik geliyor. İnsan kendi seçtiği gibi yaşar ama bir ayrım olduğu kesin. Bir örnek vereyim avam bir tabirle kızlar, sazlı adamlara bence bakmıyor hala. Gitarlı bir delikanlının kızları etkileme şansı daha yüksek bence, kendim için söylemiyorum bu arada. (gülüşmeler)

- Son çıkan albümünüz Hayvan Gibi, “direct to disc” denilen bir yöntemle kaydedilmiş. Çok zor ve riskli bir yöntem değil mi?

Zorluğu şu; orası bir er meydanı gibi. Yanlış yaptığınız zaman masterı çöpe atıyorsunuz. Hatasız çalmak zorundasınız ya da ‘bu dinlenilebilir’ dediğiniz bir performans sergilemelisiniz. Bunun için gerçek bir müzisyen olmanız ve gerçek bir grupla çalmanız gerekiyor. Bu 1940’larda terk edilen bir teknik ve gerçeğe en yakın kayıt tekniği diyebiliriz. Bütün kahramanlarımın -Bob Dylan gibi- kullandığı aletlerle çalabilmek, o teknolojileri kullanabilmek benim için gerçekten çok keyifli oldu. Bütün albümü böyle kaydettik, bizim de daha önce yapmadığımız bir yöntemdi.