Boşlukları doldurma sanatı
Sanatın ortaya çıkışındaki en temel isnani dürtü, boşlukları doldurma konusundaki bitmek bilmez ısrarı olabilir mi? Farklı dönemler ve kültürlerden sanat akımlarını incelediğinizde “boşluğun” insan ruhu için ne kadar zorlu bir kavram olduğunu görmeniz mümkün.
Serra Rodoplu
Çoğumuz,
düz bir yüzeye dakikalarca bakmakta ya da bütün günü hiç
birşey yapmayarak geçirme konusunda pek başarılı sayılmayız.
Her anımızı verimli yada verimsiz pek çok şeyle doldurma
çabasındayız. Peki, bir şeyler yapmak için kendimizi zorlamamız
gerekiyor mu? Ya da kendimizi, çevremizi, zihnimizi hiç birşey
yapmadan rahat bırakamaz mıyız? Bütün bu çabamızın temel
sebebi, boşluktan korkuyor olmamız olabilir mi?
Duyularımızı
dış dünyaya bir süreliğine kapatmayı sağlayan eylemlerden olan
meditasyon yapmak ya da inzivaya çekilmekte çok zorlanırız, çünkü
bu durumlarda zihin bir süre her şeyden vazgeçer, sanki hiçbir
şey yokmuş gibi hisseder ve boşluk duygusu duymaya başlar.
Aristotales “doğa boşluk kabul etmez” demiştir. "Boşluk"
tuhaf bir kavramdır, mesela, doğaya baktığımızda, çıplak
toprak bitki örtüsüyle kaplanır, insan ise doğanın bir
parçasıdır ve pek çok şeyi doğadan öğrenir. Bu yüzden, tıpkı
doğada olduğu gibi bazı zamanlar odaklanmamış zihin boş kalır
ve düşünceler içinde boğulmaya başlar, bu süreçte farkına
bile varmadan kafamızı, varoluşsal sorularla, endişelerle,
çeşitli konularla doldurabilir yada hayatımızdaki boşlukları
bize iyi gelecek ve hiç iyi gelmeyeceğini bildiğimiz insanlarla,
nesnelerle doldurup bu amaçsız ürpertiyi sona erdirmeye
çalışabiliriz.
Sanatta ise bu boşluğu doldurma
arzusuna "boşluk korkusu" anlamına gelen "horror
vacui" denir. Bu his, sanatsal üretim sürecinde bir yüzeyi
boş alan bırakmaktan korkarcasına hınca hınç doldurma
saplantısı olarak ortaya çıkar. Bu yaklaşımı, Flemenk ressam
Bosch’un ve Bosch’tan ilham alan Bruegel’in çalışmalarında
sıklıkla görebiliriz, iki sanatçının da resimlerinde her yer o
kadar doludur ki; eserlerin odak noktası kaybolmaktadır.
Benzer
bir durum İslam sanat geleneğinde de geçerlidir. İslam sanat
geleneğinde, gözün boş bir yüzeye uzun sure bakamayacağı
düşünülür ve bu yüzden de fazlasıyla bezemeli yüzeyler
görürüz; örneğin Selçuklu Devleti döneminde yapılmış olan
taç kapılarda, sonsuza kadar giden geometrik formlar, boşluk
korkusu temelinde gelişmiş bir tutumdur.
Yaşanılan
dönem ve coğrafya fark etmeksizin bütün insanlar bu korkuyu
yaşamaktadır; Maleviç'in 20. Yüzyılın başında yaptığı,
herhangi bir nesneyi göstermeyen ve bir şeyi anlatmayan "sıfır
biçim" olarak adlandırdığı ‘Siyah Kare" isimli
eseri; "hiç birşeyin" resmi olarak karşımıza çıkar.
Malevich bu resmin boşluğu resmetmediğini; resmin, boşluğu
saranı gösterdiğini söyler. Sanatçıya göre, ‘boşluk’,
aslında her yerdedir, ancak, bu tabloya bakan insanlar resme
baktıklarında boşluktan ve hiçbir şeyin olmamasından dolayı
rahatsızlık hisseder ve zamanla, çalışmadaki renk çatlaklarını
fark ederler, çünkü insanlar hep ‘bir şeyler’ görmeye
koşullandığı için çatlaklar resmin “hiç” ya da boşluk
olan görüntüsünü bastırmaktadır.
Hayatımızda
karşılaştığımız boş "yüzeyler" tuval, kağıt,
duvar gibi pek çok farklı mecra olabilir ya da insanın bedeni,
zihni yaşadığı yer, hayatı da olabilir. Etrafımıza
baktığımızda bu korku yüzünden çevremizde ve dünyada dolmadık
tek bir alan bırakmadığımızı fark ederiz.