Bırakın oynasınlar

Çocukların kendi yarattıkları dünyada zaman geçirmeleri yani serbest oyun zamanı, gelişimleri için çok önemli.

Dilşad Çelebi

Oyun oynamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle oynayacaksın bir sincap gibi mesela, yani oynamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün oynamak olacak. (*)

Bazen Uzay’ı kendi başına oynarken sessizce izliyorum. O kendinden geçişlerine, heyecanına ve yarattıklarına karşı kendi becerisini beğenmesine, beceremeyince kızıp küsmesine, sonra yeniden denemesine…

Hepsine hayran hayran bakıyorum. Yaptığı da bir şey değil ama yavruma duyduğum sevginin gözlerimi kör etmesinden öte onun kendisini oyuna böyle kaptırışından etkileniyorum. Oysa o yalnızca çocuk. Çocuk ne yapar ki? Oyun oynar. Benimki bir sincabın sincaplığından etkilenmek gibi. Kendim de sincap gibi olmaya çalışıyorum bu yüzden. Huizinga’yı her gün içimden tekrarlıyorum: “Oynar gibi yaşamalı, oyunlar oynamalı, şarkı söylemeli, dans etmeli.”

Uzay’ın kurduğu oyunlar hep aynı aslında… Ya yemek pişiriyor ya balık, artık o gün deniz ona verdiyse onu tutuyor ya bir şeyler çizip boyuyor ya da ahşap bloklardan şekiller yapıyor. Ancak genelde yemek yapıyor. Hatta “mav aşevi” kurdu eve, bahçedeki kedilere günde üç öğün mama çıkarıyor. Oyun akıp gidiyor ve Uzay dakikalarca hatta bazen iki saate yakın oyunun içinde kim olduğunu unutuyor. Karnının acıktığını, uykusunun geldiğini, benim yanında olup olmadığımı…

Oyunu bölünecek diye uyumak istemediği zamanlar ben de ikilemde kalıyorum. Kıyamıyorum onu kurduğu dünyadan çekip almaya. Zaten oyununu bölsem bile ertesi sabah gözünü açtığı gibi kaldığı yerden devam ediyor oynamaya. Yemediği ve uyumadığı her an oynuyor. Hatta bazen yemek yerken bile ve bence uykusunda bile oynuyor. Zaten öyle de olmalı. Çünkü oyun çocukların dili, onların öğrenme ve iletişim yolu. Basit motor becerilerimizi kalıcı ve gelişmiş duruma getirişimizi çocukken oynadığımız oyunlara borçluyuz.

Tıpkı yavru aslanların birbirleriyle oynayarak avlanmayı öğrenmesi gibi. Araştırmalar, oyunun beyinde oksitosin (duyguları düzenlemeye yardımcı olan ve sosyal becerileri destekleyen hormon) ve dopamin (hafızayı, motivasyonu, dikkati etkileyen nörotransmitter) dahil olmak üzere kimyasalların salınmasına neden olduğunu bulmuş. Oyun o kadar güçlü ki kaygı ya da travma sorunu yaşayan çocuklar için bir terapi olarak kullanılıyor.

OYUN YOKSA ŞİDDET VAR

1966’da psikiyatrist Dr. Stuart Brown, Amerika’nın ilk toplu silah katliamının failinin çocukluğunu incelerken onun hiç oyun oynamadığını öğreniyor. Bu bilgi Brown’ı oyunun sağlıklı birey gelişimindeki rolü hakkında daha fazla araştırma yapmaya itiyor. Cinayet suçundan Texas Huntsville Hapishanesi’nde cezasını çeken mahkûmlarla röportaj yapıyor. Mahkûmların çocuklukları hakkındaki bilgileri hapishane dışındaki popülasyonla karşılaştırdığında belirgin bir farkla hapishanedekilerin serbest oyun zamanlarının oldukça az olduğunu buluyor.

Bunun üzerine çocukken serbest oyun zamanından mahrum kalmış olmak ile başkalarıyla güvene dayalı sosyal bağlar kuramamak arasında önemli bir bağlantı olduğu sonucuna varıyor (Brown, 2018). Peki nedir bu serbest oyun zamanı? Çocukların önderlik ettiği ve “kendi zevklerini, kurallarını ve deneyimlerini” yaratıp uygulayabildiği güvenli bir ortamda geçirdikleri zaman dilimi. Araştırmaları sonucunda Brown çocukların dünya hakkında kendilerine öğretilenleri içselleştirebilmeleri için her gün en az bir saat serbest oyun zamanı geçirmeleri gerektiği sonucuna varıyor. Ebeveynlerin, bakıcıların veya öğretmenlerin çocuklara eşlik ettiği “rehberli oyunlar” da çocuklar için iyi bir öğrenme yolu olsa da çocuğun içinden gelen “çocukça” oyununu kurabilmesi çok önemli.

Anne olduktan sonra fark ettim ki dünyadaki kötülükler oyun oynayamamış, çocukluklarını yaşayamamış çocuklar yüzünden. Bırakalım çocuklar oynasın.

* Nazım Hikmet’in yaşamaya dair şiirinden uyarlanmıştır.

KAYNAKÇA

Brown, S. L. (2009). Play: How it shapes the brain, opens the imagination, and invigorates the soul. Penguin.