"Yüce Divan yetkisi Yargıtay'a verilsin"

Yargıtay Başkanı Gerçeker, Cumhuriyet'in demokrasiyi yok edici bir fonksiyonu olduğu belirtilerek, bu kurumun yıpratıldığını belirtti. "Dedikodu delil değildir" diyerek adil yargılamaya da dikkat çeken Gerçeker, Yüce Divan yetkisinin de Yargıtay'a verilmesini istedi.

Abone Ol google-news
Yayınlanma: 07.09.2009 - 08:07

Adli Yargı Yılının açılış töreninde konuşan Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Adalet Bakanlığı'nın hazırladığı 'Yargı Reformu Stratejisi Eylem Planı'na ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Taslağa ilişkin görüşlerini, yargı bağımsızlığına aykırı buldukları hususları bir rapor halinde Adalet Bakanlığı'na bildirdiklerini ifade eden Gerçeker, Eylem Planı'nın, daha önceki stratejik rapora göre bir kısım iyileştirici görüşler içermesine karşın katılmadıkları, yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı buldukları hususlar olduğunu dile getirdi. Gerçeker, bu noktaları şöyle anlattı:

"Hukuk devleti olmanın, başka bir ifade ile hukukun üstün tutularak, yaşamın her alanında egemen kılınmasının olmazsa olmaz koşulu, yargı erkinin görevini yaparken bağımsız, yansız ve bu işlevi doğrudan yerine getiren Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının güvenceli olmalarıdır. Bunu sağlamanın yolu, yargı erkinin, diğer iki erkten, yani yasama ve yürütme erklerinin etki alanından uzak tutulması, bu iki erkin alt ya da üst derecesinde değil, ancak eşiti bir konumda bulunması ile mümkün olduğunun net bir biçimde algılanmasıdır.

Adalet Bakanlığı'nca hazırlanan 'Yargı Reformu Stratejisi Taslağı'nın, Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği arasında anılan birliğe üyelik yolunda sürdürülen müzakereler kapsamında hazırlandığı bilindiğinden, söz konusu taslakla ilgili değerlendirmenin Avrupa Birliğince düzenlenen, istişare ziyaret raporları ile tarama ve ilerleme raporlarında yer alan ve doğrudan yargının bağımsızlığının güçlendirilmesi, tarafsızlığı, geliştirilmesi, verimliliği ve etkinliğinin arttırılmasına yönelik bulunan beklentiler dikkate alınarak yapılması uygun bulunmuştur.
 

"Anayasa Mahkemesi'ne Meclis'in üye seçmesi doğru olmaz"

Anayasa Mahkemesinin mevcut üye sayısı çoğaltılabilir. Ancak, Parlamento tarafından Anayasa Mahkemesine üye seçilmesi yerinde değildir. 1961 Anayasa'sı döneminde getirilen bu şekildeki düzenleme ortaya çıkan birçok sakıncalar nedeniyle 1971 yılında yapılan değişiklikle terk edilmiştir.

Uygulanmış fakat olumsuzlukları nedeniyle terk edilmiş bulunan bir konunun yeniden gündeme getirilmesi doğru görülmemektedir.

Böyle bir uygulama kaçınılmaz olarak yargının siyasallaşması eleştirilerini de beraberinde gündeme getirecektir.

Askeri Yargı ile ilgili düzenlemelerin de bir bütünlük içerisinde demokratik hukuk devletinin gereklerine uygun olarak Anayasa değişiklikleri ile birlikte yapılması bu konudaki tartışmaları sona erdirecektir.

"Bakan'ın HSYK üyesi olması yargı bağımsızlığına aykırı"

Hâkim ve savcıları mesleğe kabul etme, atama, nakletme, geçici yetki verme, yükseltme, birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, görevden uzaklaştırma işlemleri bakımından tam yetkili olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna, Adalet Bakanının başkanlık etmesi yargı bağımsızlığını zedeleyen bir olgudur. Her ne kadar hâkim sınıfından olsa da, konumu itibariyle yürütme erkinin içinde bulunan Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın kurulun doğal üyesi olması da yargı bağımsızlığı ilkesi ile bağdaşmamaktadır.

Yargı Reformu Stratejisi taslağında bu yönde bir ilerlemeye rastlanmadığı gibi; aksine, Kurulun oluşumunda Yasama ve Yürütme organı (Cumhurbaşkanı) tarafından üye seçimi planlandığı belirtilmiş olmakla yargı bağımsızlığı noktasında mevcut durumun dahi gerisine düşülmesi olasılığı söz konusudur. Adalet Bakanı'nın Kurul'da yer alması ile Yasama organının Kurul'a üye seçebilmesinin demokratik meşruiyet ile açıklanmasının yerinde olmadığı düşünülmektedir. Aksine, bağımsız bir Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, erkler ayrılığı ve demokratik meşruiyetinin gereğidir.

Yakında faaliyete geçecek olan istinaf mahkemelerinde görev yapan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının ne şekilde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine seçileceği de açıklanmamıştır. Yasama ve yürütme organları tarafından üye seçilmesi kabul edilirse, aynı düşünceyle yasama ve yürütme erkinde de yargının yer alması yoluna mı gidilecektir. Demokratik meşruiyet bu şekilde yorumlanamaz. Böyle bir yapılanma, Hâkimlerin sıradan memur haline getirildiği, yargı bağımsızlığını daha da geriye götürecek bir sistemi doğuracaktır.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yargının tümünü temsil edecek şekilde oluşturulması amacıyla ilk derece mahkemeleri ve faaliyete geçecek olan istinaf mahkemelerinden üye seçilmesi hususu 'taslakta yer almış ise de; benzeri 1961 Anayasa'sı ile uygulanan bu yöntem; görülen aksaklık ve ortaya çıkan sakıncalar nedeniyle terk edilmiştir. Yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanamadığı bir sistemde önceden denenen ve terk edilen bir oluşumun yeniden hayata geçirilmesinin yararlı olmayacağı tabiidir. Yargıtay ve Danıştay üyelerinin sayısal olarak büyük bir bölümü ilk derece mahkemelerinde görev yapan hâkim ve Cumhuriyet savcılarından seçildiğinden. HSYK oluşumunda yargının tümünün temsili zaten sağlanmaktadır.

Ayrıca taslakta bu gerekliliğin hâkim ve savcılar üzerinde yüksek mahkemelerin vesayeti olduğu izleniminden kaynaklandığı belirtilmektedir. Yüksek mahkemelerin hâkim ve savcılar üzerinde, yargısal görevleri açısından bir denetimi bulunduğu açık olup bu durumun söz konusu yüksek mahkemelerin fonksiyonu ve Anayasa ile yasalarla belirlenen görev tanımlarından kaynaklandığı kuşkusuzdur. Taslakta, eğer hatalı bir yazıma yer verilmemiş ise, mevcut ve yasal bir üst mahkeme olgusu ve işleyişinin, hâkim ve savcıların yargısal faaliyetleri üzerindeki nesnel etkisinin "vesayet izlenimi" şeklinde tanımlanması şaşırtıcıdır. Söz konusu izlenimin, yargının işleyişinde ne gibi bir sorun teşkil ettiği açıklıkla ortaya konulmamış ise de, ima edildiği şekliyle, bu yasal durumun hâkim ve savcılar üzerinde bireysel bir "bağımlılık modeli" oluşturduğunu ileri sürmenin, yargı erkinin tüm kurum ve kuruluşları ile ilk derece ve üst mahkemeleri ile birlikte bütünlüğünü zedeleyici, son derece isabetsiz, abartılı ve tümüyle öznel nitelikte bir saptama olduğunu değerlendirmekteyiz.

"Yargının demokratik meşruiyet sorunu yoktur"

Yüksek Kurul'un daha verimli ve etkin çalışmasının önündeki temel sorun başkadır.
Taslakta Yüksek Kurul'un oluşumunda 'demokratik meşruiyet' ilkesine yeterince uyulmamasının bir eksiklik olarak tanımlandığı göze çarpmaktadır. Bu başlık altında yapılan açıklamalarda hâkimlerin seçimi ve görevlendirilmesine ilişkin kimi farklı uygulamalardan söz edilerek sonuçta, Adalet Bakanı'nın Kurul'un doğal üyesi olarak benimsenmesinin, Anayasa'nın 9. maddesinde yer aldığı şekliyle milli egemenlik ilkesine uygun düştüğü, bu ilkenin daha da geliştirilmesi için yasama ve yürütme organına da Yüksek Kurul'a üye seçme olanağının tanınması gerektiği vurgulanmaktadır. Konuyla ilgili olarak yapılan kavramsal tartışmalara fazlaca girmeden söylemek gerekir ki, Anayasa'dan aldığı hakla Türk Ulusu adına yargı yetkisini kullanan Türk Yargısı'nın, 'demokratik meşruiyet' gibi bir sorunu yoktur ve hiç olmamıştır.

"Diğer ülkeler Türkiye'ye örnek gösterilemez, koşullarımız özgün"

Taslakta 'Diğer bazı Avrupa devletlerinde' parlamentonun yüksek kurula üye seçme yetkisi bulunduğundan bahsedilmektedir. Ancak söz konusu ülkelerde demokratik parlamenter sistem bütün kural, kurum ve kuruluşlarıyla benimsenmiş ve uygulanmaktadır. Oysa ülkemizde yargı bağımsızlığı hâkim-savcı teminatı, hukukun üstünlüğü, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti gibi anayasal ilkeler halen tartışma konusudur. Parlamentonun oluşum ve işleyişinde etkin biçimde söz sahibi olanlar, siyasi parti genel başkanlardır. Bu tabloda yasama organı tarafından seçilecek kurul üyeleri yönünden daha seçim aşamasında ve işin basında siyasallaşma söz konusu olacak, bazen tek partinin çoğunluk sağlayamadığı hallerde, uygulamada Sayıştay üyeleri seçimlerinde olduğu gibi uzun süre seçim dahi yapılamayacaktır, Ülkemizin bu konudaki özgün koşulları, demokrasi bilincinin yeterince gelişmemiş olması dikkate alındığında Parlamentonun Yüksek Kurula üye seçmesi, keza yürütme organının temsilcisi Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın ve hatta etkin biçimde Adalet Bakanı'nın Kurulda yer alması isabetli olmayacaktır.

Öte yandan Yasama ve Yürütme organına, Kurul'a hâkim ve savcılar arasından üye seçimi görev ve yetkisinin verilmesi; Kurumsal olarak yargıyı ve birey olarak yargıcı, siyasi iktidarın etkisi ve kontrolü altına sokacaktır ki, bu da yargının siyasallaşması ve yasama ve yürütme organı karşısındaki bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetmesi demektir.
Böyle bir yapılanma, siyasal gücün hukuka egemen olması sonucunu doğurur.

Parlamentoda çoğunluğu elde eden siyasal parti ve bunun içinden çıkacak siyasi iktidar, pratikte kurumsal olarak yargı denetimi dışında kalacaktır. Bu durumda da hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi zedelenecek, Devlet hukuk kurallarıyla yönetileceğine, siyasi güç, hukuku ve yargıyı yönetir hale gelecektir.

Esasen Avrupa Birliği ilerleme raporlarında da böyle bir öneri bulunmamaktadır.
Yargı Bağımsızlığı ilkesi gözetildiğinde, Adalet Bakanı ve Müsteşarının HSYK bünyesinde yer almaması, Kurulun üye sayısı arttırılarak daha geniş kapsamlı bir hale getirilmesi, kurul üyelerinin

Yüksek Mahkeme üyeleri arasından Büyük Genel Kurulları tarafından seçimle belirlenmesi gerekmektedir. Yargıtay ve Danıştay'a üye seçiminde Yüksek Mahkemeler aktif rol oynamalıdır.

Avrupa'nın ve Dünya'nın birçok ülkesinde olduğu gibi Yargıtay ve Danıştay Başkanlarının kurulda doğal üye olarak yer almaları da yargı bağımsızlığı ve bütünlüğünün sağlanması bakımından büyük yarar sağlayacaktır.

"HSYK kararlarına yargı yolunun açık olmasında sakınca yok"

HSYK'nun mahkeme niteliğinde olmaması ve burada yapılan işlemlerin daha çok idari nitelikte bulunması nedeniyle, kararlarına karşı yargı yolunun açık olmasında bir sakınca görülmemektedir.

Yargının temel ilkelerinden birisi alenilik ve şeffaflıktır. Kişisel verilerin korunması kaydıyla kurul kararlarının kamuoyuna açık olması kurula güveni artıracak, denetimi sağlayacak ve kurulun kararlarında istikrarı getirecektir.

Kurulun ayrı bir sekreteryasının olması ve Teftiş Kurulunun HSYK'na bağlanması ve onun kontrol ve denetimi altında bulunması, kurulu daha özerk bir yapıya kavuşturacağı gibi, hâkim ve savcılardan gelecek şikâyetlerin önemli ölçüde azalmasını da sağlayacağı düşünülmektedir.

Ayrıca Kurul'a mali özerklik verilerek; ayrı bir bina sağlanması, ayrı bir bütçe oluşturulması da gerekmektedir. Hâkim ve Savcılar hakkında inceleme ve soruşturmanın Adalet Bakanlığı'nın izni ile yapılacağına dair Anayasa'nın 144. maddesindeki düzenleme yargı bağımsızlığı ile bağdaşmamaktadır. Bir yandan yargı daha bağımsız hale getirilecek denilirken, diğer yandan hâkim ve savcıların yargısal faaliyetlerine ilişkin olarak siyasi otoriteyi etkin kılmak çelişki yaratmaktadır. Bu konuda Anayasa değişikliği yapılarak, bu yetki HSYK'na verilmelidir.

"Hakimler ve savcılar birliği kurulması yararlı olur"

Örgütlenme hakkı çerçevesinde Hâkimler ve Savcılar Birliği kurulması son derece yararlı olacaktır. Ne var ki, bu yönde yapılacak örgütlenmede belirli sıfatları taşıyan kişilerin doğal başkan ve yönetim kurulu üyesi olmalarının idari vesayetin oluşması amacına hizmet edeceği unutulmamalıdır. Örgütlenme ve yönetiminin demokratik meşruiyet çerçevesinde oluşturulması esas alınmalıdır. Örgütlenme ve yönetim hakkına yapılacak her tür yasal müdahale bu hakkın göstermelik olarak sağlanmaya çalışıldığı izlenimi verecektir. Kurulacak yapının mülki birimlerin denetimine kapalı olması da önemli bir ayrıntıdır."

 

"Yüce Divan görevi Yargıtay'a verilmeli"

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Anayasa Mahkemesi'nin işlevinin Anayasa Yargısı ile sınırlı olması gerektiğine dikkat çekerek Yüce Divan görevinin Yargıtay'a verilmesi gerektiğini ifade etti.

Gerçeker, konuşmada yargının tarafsızlığı konusunda devam eden soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili olarak her kesimin hassasiyet göstermesini sağlayacak yeni önlemler alınması gerektiğini kaydetti.

"Şüphesiz yargı da eleştirilebilir" diyen Gerçeker, "Yargı ile ilgili 'haber' niteliğinin ötesinde 'yorum' yapılırken, bu ayrımın gözetilmesi ve çok özen gösterilmesi gerekmektedir. Yargı ile ilgili haberlerde, gerçeklere dayanılmalı, doğruluğu ispatlanabilmeli, tarafsız davranılmalıdır. Yorum sübjektif bir kavram olduğundan asla gerçekleri çarpıtmamalıdır. Yargılamanın devamı sırasında yapılan yorumların 'Adil Yargılanma Hakkı'nı ihlale neden olacağı bilinmelidir. Yargıya intikal eden konular hakkında yanlış ya da eksik bilgilerle yapılan yorumlar, yönlendirici yayınlar, kamuoyunu yanlış yönde etkilediği gibi; mahkemeler üzerinde de bir baskı unsuru olarak ortaya çıkacaktır" diye konuştu.
 

"Adli Tıp özerkleştirilmeli"

Son zamanlarda aldığı kararlarla gündeme gelen Adli Tıp Kurumu'na da değinen Gerçeker, şunları söyledi:

"Adli Tıp Kurumunun kapasitesinin güçlendirilmesi yönündeki çalışmalar yerinde olmakla beraber, ülkemiz hukukuna katkıları dikkate alınarak Adalet Bakanlığına bağlı bir kuruluş olmaktan çıkarılıp, mali, idari ve bilimsel özerkliğinin sağlanması yönünde düzenlemeler yapılması yararlı olacaktır. Taşra örgütünün yeterli donanım ve örgütlenmeye kavuşturulamamış olması, adli tıp hizmetlerinin verimli ve düzenli bir şekilde gerçekleşmesini güçleştirmektedir."
 

"Yüce Divan görevi Yargıtay'a verilmeli"

Anayasa Mahkemesi'nin işlevinin Anayasa Yargısı ile sınırlı olması gerektiğini dile getiren Gerçeker, Yüce Divan görevinin Yargıtay'a verilmesi gerektiğini ifade etti. Gerçeker, şöyle konuştu:

"Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalarla ilgili olarak yeni bir düzenlemenin yapılması gereği 9. Kalkınma Planı özel ihtisas komisyonu raporunda yer almıştır. Yargılama birliği güçlü yargının vazgeçilmez bir ilkesidir. Bu birliğin sağlandığı ülkelerde güçlü yargıya, güçlü devlet ve bireye, güçlü demokrasiye ulaşılmış, hukukun üstünlüğü ilkesi yaşama geçirilebilmiştir. Mevzuatımızda bu ilkeden sapmanın en önemli örneğini Yüce Divan müessesesi oluşturmaktadır. Çağımızda ceza hukuku, diğer hukuk dallarından ayrı, hukuk kavramlarını kendi amacına göre tanımlayan özerk bir dal haline gelmiştir. Yargıtay'ın yıllardan beri baktığı davaların nitelikleri ve sayıları, Yargıtay üyelerinin yetişme biçimleri ile donanımları nazara alındığında Yüce Divan görevinin, yargılama birliğinin bir gereği olarak, yargılanacak kişiler bakımından oluşturacağı hukuksal güvence de dikkate alınmak suretiyle Yargıtay'a verilmesi zorunlu hale gelmiştir ve doğru olan da budur.

Anayasa mahkemesinin kuruluş amacı Anayasa Yargısı olduğuna göre işlevinin de Anayasa Yargısı ile sınırlı olması gerekir.

Yüce Divan yetkisinin daha önce Anayasa Mahkemesine verilmiş olması, yanlışlığın sürdürülmesine gerekçe olamaz. Bu düzenleme Hukuk Devleti ilkelerine uygun düşmemektedir. 4709 sayılı Kanunla Anayasa'nın 36/1. maddesi değiştirilerek 'adil yargılanma hakkı' temel hak olarak Anayasamızda yerini almıştır. Temel insan hakları kapsamında bulunan adil yargılanma hakkının gereği olarak Yüce Divan görevinin Yargıtay'a verilmesi gerekmektedir."
 

"Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru kaos yaratır"

Son zamanlarda gündeme gelen Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı tanınmasına ilişkin görüşlere de değinen Gerçeker, bireysel başvurunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılan başvuruya benzer bir iç hukuk uygulaması olduğu, kamu gücü tarafından yapılan insan hakları ve özgürlükleri ihlallerinin "olay bazında belirlenmesi, ihlal edilen hakkın onarılması için gerekli önlemlerin alınması", bu suretle ülkemiz aleyhine açılacak davaların azaltılması ve iç hukuk yollarının bu şekilde tüketileceği gerekçe gösterilerek Anayasa Mahkemesi tarafından bu görüşün önceki yıllarda taslak halinde yetkili kişi ve kurumlara iletildiğini anımsattı. Yapılmak istenenin, "yüksek mahkeme kararlarının denetlenmesi ve yeniden karar oluşturulması" olduğunu kaydeden Gerçeker, şunları söyledi:

"Anayasa Mahkemesi'nin görevi kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Meclis içtüzüğünün Anayasa'ya uygunluğunu denetlemektir. Bir başka anlatımla, Anayasa Mahkemesi yasama organının tasarruflarını incelemek ve değerlendirmekle görevlidir.
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru isteği sonucu itibariyle diğer yüksek mahkemelerin kararlarını denetlemeyi gerektirecektir.

Yasama tasarruflarını soyut bazda denetleyen mahkeme, yargı tasarruflarını somut bazda, olay bazında denetleme isteminde bulunmaktadır.

Anayasa Mahkemesi'nin bu istemi, yeni bir üst temyiz istemi niteliğinde olup, aynı konuda iki kez temyiz yolu kabul edilebilir değildir.

Ülkemizde yüksek mahkemelerin görevleri ve işlevleri Anayasa ile kuruluş kanunlarında belirtilmiştir. Hiçbir yüksek mahkeme diğerinin kararını ortadan kaldıramaz, değiştiremez ve kararı uygulanamaz hale getiremez. Yüksek mahkemelerin denkliği esastır. Bu denkliğin bozulması yargıda kaos yaratır, yüksek mahkemelerin çatışması sonucunu doğurur. Yarar yerine zarar getirir."
 

"Yargı yargıya bırakılmalı"

Her gün basında çıkan haberlere bakıldığında yargının hep ön planda olduğunu söyleyen Gerçeker, "Oysaki demokratik hukuk devleti kurallarının üst düzeyde kabul gördüğü bir sistemde yargının bu derece gündemde olmaması gerekir. Yargının böylesine gündemde olması toplumda bir takım huzursuzlukların, rahatsızlıkların bulunduğunun, uzlaşmazlıkların çokluğunun göstergesidir" dedi. Adalet mekanizmasının iyi işlememesinin, her gün kamuoyuna yansıyan ve kafalarda, vicdanlarda soru işaretleri oluşturduğuna, yanlış uygulamaların, usule aykırılıkların, özellikle de iletişimin dinlenilmesindeki yasaya aykırı işlemlerin, davaların ve tutukluluk sürelerinin makul süreyi aşacak derecede uzamasının toplumda kuşku ve endişe yarattığına ve yargıya olan güveni azalttığına dikkat çeken Gerçeker, "Türk yargısının Avrupa'da sınıfta kaldığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde defalarca mahkûm olan Türk yargısının Avrupa çıtasını tutturma sınavını veremediği, hukuk üretemeyen, üretilmiş hukuku içselleştiremeyen bir yargı niteliğinde bulunduğu şeklinde basında çıkan eleştiriler bizi derinden yaralamaktadır. İnanıyorum ki yeterli olanaklar sağlandığında ve yeterli ortam oluşturulduğunda, yargı görevini en iyi şekilde yerine getirecektir" diye konuştu. Bunun için tek koşulun yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına hiç kimse tarafından müdahale edilmemesi olduğunu ifade eden Gerçeker, "Ne yazık ki çeşitli nedenlerle yargıya güveni sarsacak, tarafsızlığına gölge düşürecek bir takım yanlışlıkların yapıldığı da yadsınamaz bir gerçektir" dedi. Daha sonra Gerçeker, Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk'un şu yazısını okudu:

"Bilim der ki; siyaset soylu ve özverili bir kamu hizmetidir. Ama bir tutamcık siyaset yargıya karışırsa, virüse dönüşür. Yargı hastalanır, kirli adalet salgılar. Soruşturmanın gizliliği gerekçesi çok insancadır, çok güçlüdür, çok tutarlıdır. Kuşkulunun öz saygısı, şerefi örselenmemeli.

Suç işledikleri sanılan insanlar incitilmemeli, lekelenmemeli. Ön soruşturma asla bir güç gösterisine dönüştürülmemeli.

Özel yaşam ve konut dokunulmazlığını çiğneyen arama, mülkiyet hakkını örseleyen el koyma, birey özgürlüğünü ortadan kaldıran gözaltı, tutuklama gibi işlemler birer önlemdir. Kural gereği istisnadır. Zorunlu olduğunda başvurulması gereken son çaredir, sıra dışıdır. Öyleyse özenle kullanmak gerekir. Bunlar asla bir cezaya, yaptırıma, kurala dönüşmemeli. Gözaltı, tutukluluk süresi gereksiz yere uzatılmamalıdır.

Dedikodu kanıt değildir. İddianamenin dayanakları arasında yer alamaz.
Anayasal düzene karşı suçları bizzat savcı soruşturmak zorundadır. Kolluk ifade alamaz.
Herkesin ve özellikle tutuklu bulunan kuşkuluların iddianameleri makul sürede yazılmalıdır. Yazılmazsa ve hangi eylemden dolayı yargılandıklarını bilme hakkına saygı duyulmazsa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesine göre adil yargılanma hakkı çiğnenmiş olur."

Sami Selçuk'un bu sözlerinin altına, herkesin imza atacağını kaydeden Gerçeker, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bunlar tüm meslektaşlarımızın görevlerini yaparken kayıtsız şartsız uymaları gereken evrensel insan haklarının gereği olan kurallardır. Bir ülkede hukuka, adalete güven kalmazsa, düzen de kalmaz. Adil, bağımsız ve etkin bir yargı sistemi kurulmadan bu eleştirilerden kurtulmak da mümkün değildir.

Gerek soruşturma, gerekse kovuşturma evrelerinde yapılacak usule aykırılıklar gerçek adaletin sağlanmasını engelleyecek, suçluların kurtulmasına neden olacaktır.
İnanıyorum ki; tüm yargı mensupları, hiçbir zaman demokratik hukuk devleti ilkelerinden ödün vermeyecekler, her hal ve koşulda, temel hak ve özgürlükleri gözetecekler, insan onuruna aykırı uygulamalara göz yummayacaklar, hukuka aykırı olarak elde edilen, hukuki geçerliliği bulunmayan delillere itibar etmeyeceklerdir.

Yargıtay'ın bu konudaki istikrar kazanmış kararlarını daima göz önünde tutacaklardır.
Gerçek adalet ancak bu şekilde sağlanır, yargıya güven bu şekilde gerçekleşebilir.
Bunu yapabilmek için de elbetteki yoğun bir şekilde artarak devam eden sorunlarımızın bir an önce çözümlenmesi gerekmektedir. Altyapı sorunları çözümlenmeden yapılacak reformlar hiçbir sonuç vermeyecek, yargının daha da fazla tıkanmasına neden olacaktır.

Başta iş yükü sorunu olmak üzere personel yetersizliği, özlük haklarının yetersizliği, sağlık mensuplarımızın sorunları, fiziki altyapı yetersizliği, emeklilerimizin özlük hakları ile ilgili sorunlar, protokol sorunu hepsi artarak devam etmektedir.

Tüm yargı mensupları bütün bu dağ gibi sorunlara karşın özveri ile olağanüstü bir çaba göstererek çalışmaktadırlar. Yapılabilecek fazlası ile yapılmaktadır. Ancak çok büyük boyutlara ulaşan iş yükü karşısında daha fazlasını yapmak mümkün olmamaktadır. Ne yazık ki, yangın büyümektedir. Bir an önce çaresine bakılması gerekmektedir.

Ya yargıya mali özerklik de dahil tam bağımsızlığı verilmeli, yani yargı yargıya bırakılmalı ya da bu konuda yetkili kişiler, makamlar gereğini bir an önce yerine getirmelidirler.
Gereksiz gündemlerle, abartılı gündemlerle bu sorunlar unutturularak, göz ardı edilerek bir yere varılamayacağını herkesin bilmesi gerekir.

Her zaman söylendiği gibi, geciken adalet, adalet değildir. Adalete olan güven sarsılırsa toplumda huzur da kalmaz, kutuplaşmalar daha da keskinleşir. Adaletin en yüksek değer olduğuna inanıyorsak, adalet işimize geldiği zaman iyidir demiyorsak bu sorunları bir an önce halletmemiz gerekir.

Yandaş yargıyı değil, tam bağımsız ve tarafsız yargıyı oluşturmak için uğraş vermeliyiz.
Özgürlükçü demokrasinin, demokratik hak ve özgürlüklerin toplumun tüm bireyleri için gelişip gerçekleşmesi ancak, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ilkelerinin bağımsız yargı temelinde bütün kurum ve kuralları ile hayata geçirilmesi suretiyle mümkün olabilir."

 

Anıtkabir ziyareti

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, yeni adli yılın başlaması dolayısıyla Anıtkabir'i ziyaret etti.
 

Gerçeker ve beraberindeki Yargıtay üyeleri, Yargıtay cumhuriyet savcıları ve tetkik hakimleri, cübbeli olarak Aslanlı Yol'dan yürüyerek tören alanına geldi.
Hasan Gerçeker'in, Atatürk'ün mozolesine çelenk koymasının ardından saygı duruşunda bulunuldu. Daha sonra Yargıtay Başkanı Gerçeker, Anıtkabir Özel Defteri'ne şunları yazdı:

''Atam, 2009-2010 adli yılının açılışı nedeniyle, Yargıtay olarak huzurunuzdayız. Uzun süren savaşımlar sonucu önderliğinizde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, ulusumuzun bağımsız olma kararlılığının ve çağdaş yaşamı seçiminin bir göstergesidir. İçerisinde bulunduğumuz süreçte her konudaki ileri görüşünüzü somut olaylarla yeniden yaşamakta ve anlamaktayız.

'Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunamaz' söylemi doğrultusunda, Türk milleti adına karar veren mahkemelerimiz, çağdaş çizgisinde ve hukukun üstünlüğü inancı içinde görevini yapmaya devam edecektir.
Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin, bu niteliklerini sürdürmesi konusunda Türk hakimleri üzerlerine düşen görevi her zaman yerine getireceklerdir. Bize güveniniz. Manevi huzurunda eğiliyoruz.''

 

Onur belgeleri ve plaketler verildi

Törende daha sonra emekliye ayrılan başkan, üyeler ile tetkik hakimleri ve Cumhuriyet savcılarına onur belgeleri ve plaketleri verildi.
 

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ

ÖZOK'TAN HÜKÜMETE SERT ELEŞTRİ 

GÜL VE ERDOĞAN'DAN MESAJLAR

MHP'DEN GERÇEKER'İN ÖNERİSİNE DESTEK

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler