İlhan Selçuk hesap soruyor/1
Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk, haksız, ağır ve incitici uygulamaların da etkisiyle yaşamının son dönemini çok sıkıntılı geçirdi. Mahkeme huzurunda sorumlulardan hesap sorma şansını ona tanımadılar. Ama Aydınlanmanın bilgesi, bunu da düşündü ve sorumlulardan tarih önünde hesap sormayı unutmadı. Yargılama sürecinin çok uzayacağını öngören İlhan Selçuk, "Davanın sonucunu göremeyeceklerini, esasen davanın temel amacının da bu olduğunu, bu durumun bilinçli ve planlı bir uygulama olduğunu" söyeyerek mahkemede yapmayı planladığı ilk savunmasının kendi el yazısıyla hazırladı.
Kamuoyuna
21 Haziran 2010 günü yitirdiğimiz başyazarımız İlhan Selçuk, 21 Mart 2008 Cuma günü sabah saat 04.00’te evine yapılan bir baskınla, polisler tarafından gözaltına alınmıştı. 23 Mart 2008 Pazar sabah saat 03.00’te savcılık ifadesinin ardından çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu 47 saatlik gözaltı sürecinden sonra serbest bırakılan İlhan Selçuk, hakkındaki suçlamanın ve dayanaklarının ne olduğunu anlamak ve öğrenmek için iddianamenin yazılmasını ve açıklanmasını beklemeye başladı. Kamuoyunda birinci Ergenekon iddianamesi olarak anılan ve altında Cumhuriyet savcıları Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın’ın imzası bulunan iddianame 17 Temmuz 2008 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verildi. 2455 sayfa iddianame ve yaklaşık 180.000 sayfa ek belgeden oluşan dosyalar (tamamı 441 klasör halinde) 15 günlük süre içinde mahkemece incelenerek (!) kabul edildi. Düzenlenen iddianamede İlhan Selçuk 55. sıradaki sanık olarak yer aldı. Mahkeme, davanın ilk duruşmasının 20 Ekim 2008 günü yapılmasına karar verdi. 11.11.2008 tarihli 12. oturumda sanıkların sorgularına başlandı. Mahkeme öncelikli olarak tutuklu sanıkların sırasıyla sorgusunun yapılacağını, ardından iddianamedeki sıraya göre tutuksuz sanıkların sorgularına geçileceğini açıkladı. Buna göre, bir yandan sağlık sorunları ile uğraşan İlhan Selçuk, öte yandan belirsiz bir zamana ertelenen sorgusuna kadar, hiçbir şey yapamadan bekleyecek, hakkındaki suçlamalara cevap veremeyecekti. Ama, bu zaman dilimi içerisinde, medyada bazı odaklar tarafından paralel bir yargılama peşin olarak yapılıp, sanıklar baştan mahkûm edilmiş olacaklardı.
,,,
Giderek uzayan tedavi süreci gibi, birleştirilen dosyalar nedeniyle yargılama sürecinin de çok uzayacağını öngören İlhan Selçuk, “davanın sonucunu göremeyecek olmasının pek muhtemel olduğunu, birçok sanığın da kendisi gibi yaşları ve sağlık durumları dikkate alındığında davanın sonucunu göremeyeceklerini, esasen davanın bu şekilde açılmasının ardında yatan temel amacın bu olduğunu, bu durumun başlangıçta yapılan bilinçli ve planlı bir uygulama olduğunu” söyleyerek, mahkemede yapmayı planladığı ilk savunmasını kendi el yazısıyla hazırlayarak avukatlarına verdi.
Eğer mahkeme önünde ilk savunmasını yapmaya ve suçlamalara cevap vermeye fırsat bulamadan yaşama veda ederse (ki öyle de göründüğünü söyleyerek), hazırlamış olduğu ilk savunmasının bir şekilde kamuoyuna duyurulması için avukatı Akın Atalay’a vasiyette bulundu.
Başyazarımız İlhan Selçuk haksız, ağır ve incitici uygulamaların da etkisiyle yaşamının son dönemini çok sıkıntılı bir şekilde geçirdi. Ne yazık ki, mahkeme huzurunda sorumlulardan hesap sorma şansını ona tanımadılar. Ama, aydınlanmanın bilgesi sevgili başyazarımız İlhan Selçuk, bunu da düşündü ve sorumlulardan tarih önünde hesap sormayı unutmadı.
Avukatı Akın Atalay’ın yayına hazırladığı İlhan Selçuk’un savunma metnini, yayımlamaya başlıyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyururuz.
I. KANITLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
İddianame sadece edebiyattan ibaret
İddianamenin uzunca bir bölümünde suçlarımdan bahsediliyor.
İddialara delil olarak ortaya konan kanıtları şöyle sıralayabiliriz:
a) Telefon konuşmaları…
b) Örgütten olduğu iddia edilen öteki sanıklarla İlhan Selçuk’un ilişkileri...
c) İddianamede 3 kez ele alınan bir pusula...
d) Ankara’da otel yemekleri…
e) İlhan Selçuk’un beş adet yazısı...
f) Bir konuşması...
Şimdi hiçbir önyargıya kapılmadan delil olduğu ileri sürülüp iddianameye konan bu konuları tek tek inceleyelim.
Çünkü bunlar delil olma niteliğinden yoksunsa, iddianamenin geri kalan bölümü savcılığın benim hakkımda ürettiği hukuk mantığından yoksun; edebiyattan ibaret kalıyor.
a) Telefon konuşmaları
Sayın Yargıçlar,
Savcıların iddianameye aleyhimde delil olarak koydukları sözde iddiaları cevaplandırmak, bir anlamda eskilerin dedikleri gibi ‘abesle iştigal’den başka bir şey değildir.
Mahkemenizi de bu abesle iştigal faslında meşgul edeceğim için özür dilerim.
Telefon konuşmaları bana ayrılan 79 sayfalık bölümde baştan sona sayfalara serpilmiş, olmadık suçlamalar için sözüm ona delil ve gayri ciddi gerekçe olarak kullanılmıştır.
Şimdi affınıza sığınarak iddianameye alınan telefon konuşmalarından iki örnek vereyim.
İddianame 1733’üncü sayfada telefon konuşmalarım diye ileri sürülen metinde yazılı olduğuna göre ben demişim ki:
“... Atatürk devrimleri aslında toplumda yerleşmiş de bu pezevenkler türban üzerinden yürüyorlar.”
İddianameye suç delili diye aktarılan bu telefon konuşmasında “pezevenkler” diye kastettiğim kimlerdir?..
Üstelik böyle bir konuşma nasıl ve neden suç delili sayılıyor?..
Ve savcılık makamı hukuka aykırı dinlemeleri suç delili olarak göstermenin ağır bir suç olduğunu bilmiyor mu?
Eğer böyle bir konuşma yapmışsam, yukardaki tümcenin bir gerçeği ifade ettiğini söylemek isterim; ama, bir iddianamede bu kadar özel, belki ciddi, belki fantezi, belki şaka tonunda bir telefon görüşmesinin ne yeri vardır?..
Savcılık hangi amaçla sanığın harim-i ismetine girerek bu tür konuşmaları iddianameye aktarmaktadır. Hemen söyleyeyim ki ben telefonlarımın dinlendiğini biliyordum.
Bu konuda yine savcılığın iddianameye aktardığı tümceleri okuyalım:
İddianame sayfa 1746’dan bir telefon dinleme alıntısı...
Muhatabım telefon konuşmasında bana diyor ki:
“Bütün telefonların dinlendiğini biliyorum. Cepler, evler, Cumhuriyet.”
Benim yanıtım:
“Ben hem kadınlarla konuşurken hem de dostlarımla konuşurken gümrüksüz konuşuyorum. Çünkü neyin şaka, neyin ciddi olduğunu geri zekâlılar bilmezler.”
Dikkat edilirse 1733’üncü sayfada “pezevenkler” diye tesmiye edilenler, 1746’ncı sayfada “geri zekâlılar” diye adlandırılıyorlar.
Bu örnekler hem telefon konuşmalarındaki ciddiyet dışı mizah üslubunu, hem de dinlendiğimizi bildiğimizi kanıtlıyor. Zaten dinleme Türkiye’de bir büyük devlet ve ülke sorununa dönüşmüş, ‘koca kulak’ diye adlandırılan polis ve istihbarat dinlemesi demokratik rejimi tehdit eden boyutlara ulaşmış, Abdülhamit döneminde meşhur olan jurnalcilerle eşdeğerde görülmeye başlanmıştır. Benim yaptığım ileri sürülen telefon görüşmelerinin neden dinlendiği, henüz bu dava açılmadan görüşmelerin soruşturma makamları tarafından medyaya sızdırılmasıyla anlaşılmıştır. Zaten Ergenekon davası bu tür sızdırma harekâtıyla özdeşleşmiştir.
Yine de bu telefon görüşmelerinde hiçbir suç delili yoktur. Savcılık politik kaygılarla hareket ettiği için iktidar aleyhine her konuşmayı ya da fikri darbe ve terörle bir tutmaya çabalamakta ve böyle yorumlamaktadır. Bu mantık çarpılması savcıyı cumhuriyet savcısı olmaktan çıkarmıştır.
Yasadışı dinlenen ve savcılar tarafından dosyaya konulan telefon görüşmelerimin sayısı 28’dir. Bu 28 görüşmenin 22’si gazetenin genel yayın yönetmeni, yayın kurulu başkan yardımcısı, vakıf başkan yardımcısı, Ankara temsilcisi, gazetedeki sekreterim ve bir gazete yazarı ile yapılan gazetecilik işlevi kapsamındaki görüşmelerimdir.
Görüşme yaptığım kişiler arasında, bu davada yargılanan tek kişi yoktur.
İddianamenin örgütten saydığı ve benimle irtibat kurmaya çabaladığı öteki dört kişi ile de hiçbir telefon konuşması olmaması bu davanın içeriğini hukuk tarihine savcılar adına yazacak garip bir cilvedir.
Kısacası, iddianamenin 79 sayfasına delil diye serpiştirilip kullanılan hukuka aykırı telefon dinlemeleri, benim değil, savcılığın suç işlediğini kanıtlamaktadır.
Gazetemi bombalatmışım!
İddianamenin mantığına göre, artık bütün Türkiye’nin malumu olan Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay’a düzenlenen kanlı saldırı benim yöneticisi olduğum örgüt tarafından düzenlenmiştir.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne,
Dosya No: 2008 / 209
Sayın Yargıçlar,
İddianameye göre huzurunuzda “Ergenekon terör örgütü yöneticiliğinden” sanık olarak bulunuyorum.
Bu suçlama iddianamenin 1792’nci sayfasında yazılıdır.
Yine aynı sayfada Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’na göre cezalandırılmam talep ediliyor.
Örgüt yöneticisi olarak örgütün işlediği tüm suçlardan ayrıca sorumlu olduğum iddiasıyla, “Cumhuriyet gazetesine 3 kez bomba atılması nedeniyle ruhsatsız patlayıcı madde bulundurmak ve taşımak, korku ve panik yaratacak şekilde patlayıcı madde kullanma, mala zarar verme” suçuyla itham ediliyorum.
Aynı sayfanın ikinci cümlesi de şöyle diyor:
“Danıştay saldırısında Türk Milleti adına yargılama görevini yürütmekte iken görevinin başında katledilen yargı şehidi Mustafa Yücel Özbilgin’in tasarlayarak öldürülmesi, mağdurlar Mustafa Birden, Ayla Gönenç, Ayfer Özdemir ve Ahmet Çobanoğlu’nun tasarlayarak öldürülmeye teşebbüs edilmesi”nden İlhan Selçuk suçludur.
İddia tümcesindeki Türkçe düşüklüğüne ilişmedim.
Demek ki, iddianamenin mantığına göre, artık bütün Türkiye’nin malumu olan Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay’a düzenlenen kanlı saldırı savcılığa göre benim yöneticisi olduğum örgüt tarafından düzenlenmiştir.
Cumhuriyet’e 3 kez atılan bombaları da ben attırmış oluyor, “ruhsatsız patlayıcı madde bulundurmak ve taşımak, mala (daha açık deyişle Cumhuriyet gazetesinin mallarına) zarar vermek”le suçlanıyorum.
Suçlananın kimliği nedir?..
Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı ve Cumhuriyet Vakfı Başkanı...
İddianamenin suçlama faslını tümüyle okuyarak vaktinizi almak istemem.
Ancak bu tür iddialarla hakkımda iddianame düzenleyen ve ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmamı isteyen savcılığın elinde çok güçlü deliller bulunması gerekmez mi?
Kendi gazetesini bombalatıp Danıştay’da cinayet \tişleten bir imtiyaz sahibi ve başyazar icat etmek\t kolay mı?
Bizim tanıdığımız, bildiğimiz, saygı duyduğumuz \tcumhuriyet savcılığı, aynı zamanda sanığın haklarını da korumakla mükelleftir.
Bunu yapmadığı zaman görevini yerine getirmiyor demektir.
Öyleyse lafı uzatıp kurulunuzun vaktini almaktansa bizi suçlayan iddianamedeki somut delilleri inceleyip tartmak, değerlerini ya da değersizliklerini ortaya koymak, adaleti yerine getirmek için en doğru, şaşmaz ve gerçekçi yöntemdir.
İlgili haber için tıklayınız
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı