Feyzi Açıkalın

Ortada kalmış orta yaşlılar

03 Şubat 2020 Pazartesi

18 yıldır dünyadan kopuk, adeta bir parelel evren yaşamının hüküm sürdüğü ülkemizde ağız tadıyla bir kuşak çatışması bile yaşanmıyor. Çatışmak yerine, kuşak diye adlandırılan onar yıllık yaş dilimleri, birbirleriyle iletişimsizliği tercih ediyor.

Ülkeye, daha doğrusu sosyal medyaya hakim olanlar, bu gurupların üçüncü on yıllık dilimini oluşturanlar yani 30 yaşındakiler. Kendilerini büyüten(!) tek deneyimin Gezi Direnişi olduğu bu kuşak, bir önceki onluğu “ergen”, daha sonrakini ise “ılık popolu” olarak adlandırıyor.

Teknolojiye en erken kavuştuğu için onun tüm nimetlerinden yararlanan, dolayısıyla yarım yamalak da olsa bilgiye çok çabuk ulaşan bu gurup, edindiği kırıntılarla yaşamı analizleyecek kıvama ulaştığını zannediyor.

İlginçtir, 30 yaş civarı birkaç basamak atlayıp, bir şekilde 60 yaş insanıyla buluşabiliyor. Hani şu, Avrupa’da 3. yaş gurubu ya da orta yaş diye adlandırılırken, Anadolu’da dayı, emmi; teyze, yenge diye anılan erkek ve kadınlar…

Şehirlinin, daha orta yolcu bir seçim ile “hocam” diye seslendiği, toplu taşımada hürmetle kalkıp yer verdiği; aslında bu davranışıyla hocasını(!) bunalıma soktuğu yaş gurubu…

30 yaş 60’lıyı yani bir şekilde gençlerin kurduğu bariyeri delip geçebilen hala eli ayağı tutar takımını, yaşam deneyimlerinin yüzü suyu hürmetine kabul ediyor. Aralarında tuhaf bir simbiyoz ilişki var. Kimin Afrika’nın kirli ırmaklarındaki dev timsah, kimin onun dişlerini temizleyen küçük kuş olduğu aslında pek net değil…

Otuzlu, daha yaşlı olan karşıtının yaşam pratiğini ona “hap şeklinde” sunmasını istiyor, fazlasını değil. Çünkü o, edindiği pratiği sindirmeden hemen kullanıma sokmak istiyor. Eğer kendince bu bilgi akışı ve deneyim paylaşımında bir aksaklık olursa ise, acımsızca karşıtını suçlamaya başlıyor.

Türkiye’deki baskıcı rejimin ağırlığını tek başına sırtladığını zanneden gençler, en acımasız dille karşı tarafı teslimiyetçilikle, korkaklıkla suçluyor. Hele eğer bir de ilk hayranlığın pulları dökülmüş, yaşlı kuşak kafalarda yerli yerine oturtulmuşsa, karşısındakine acı vermek mazoşist bir zevke dönüşüyor.

En kötüsü de, orta yaş gurubunun yılların aşındıramadığı tek yetisinin yani zekasının küçümseniyor ve suistimal ediliyor oluşu görünüyor.

Tabii bu ilişkisizlikte iki taraf birden kaybediyor. Vazgeçilmez olduklarını zanneden ve kendilerine olan zaafı “zayıflık” olarak dolaşımda tutan gençler ilk düş kırıklığı yaşayanlar oluyor. 

Çağı yakalamak, belki de son atımlık barutlarını ateşe döndürebilmenin tek yolunun o gençlerin yaşam pratiği içinde yer almanın gerekliliğini bilen 60’lıklar, yaşam boyu ikmale kaldığı derslerde boyunun ölçüsünü ala ala yola devam ediyor…




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları