Çiğdem Toker

İstanbul notları

19 Aralık 2015 Cumartesi

İstanbul’a her gelişimde kentin ufuk çizgisini biraz daha daralmış buluyorum.
Az ışık; bölük pörçük deniz, “şahane hayatlar” vaat eden rezidans inşaatlarının bitmek bilmeyen kazı sesleri, ölümcül sirenler ve müebbet trafik...
İstanbul’un canına okuyan azgın rantı, azgın rantla daralan ufku, yaşadığımız hukuksuzluktan ayırmak ne mümkün...
İki gündür İstanbul’daydım. İlk gün adliye, ikinci gün Silivri’de.
Önce Çağlayan Adliyesi'nde Erdem Gül ile birlikte 22 gündür tutuklu bulunan Can Dündar’ın, ilahi bir rastlantıyla 17 Aralık’ın ikinci yıldönümüne rastlayan duruşmasını izledim.
17-25 Aralık soruşturmalarına ilişkin yazıları dolayısıyla yargılanan Can, şikâyetçilere davanın kapanmaması gerektiğini hatırlattıkları için teşekkür etti. Yaklaşık üç saat boyunca hâkim karşısında kalan ve şikâyetçilerin tek kelimesini bile duymak istemediği Emniyet tapelerinden cümleler okuyan Can’ın yargılanmak için bile olsa, cezaevinin “dışında” geçirdiği saatlerin kıymetini hepimiz derinden hissettik.
Bu milletin a...ına koymak isteyen işadamını, “havuz pazarlıklarını”, o pazarlıkların hangi ihalelerle ödüllendirildiğini bir kez daha, bir kez daha duyup hatırladık.
Duruşma bitiminde yeniden cezaevine gidişinin burukluğunu hepimize yaşatsa da Can Dündar’ın savunduğu gazeteciliğin özeti bana göre tek cümleydi:
Geçmiş geçmez...
Güvenlik bürokrasisi darmadağın edilse, hâkim ve savcılar değiştirilse, tapeler silinse, Meclis Soruşturma Komisyonu aklama kararı verse, takipsizlik kararları çıksa, üzerinden dört seçim geçse bile, hatta herkese ölümsüz olduğunuz hissinizi verip yanıltsanız da geçmez.

Silivri Cezaevi
İstanbul’daki ikinci günümde arkadaşlarım, meslektaşlarım Can Dündar ile Erdem Gül’ün, öncelikle “usulden sakat” bir biçimde 22 gündür tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’ne gittim.
Meslek büyüğümüz Mete Akyol’un, toplumsal yılgınlığa, tepkisizliğe karşı hayranlık uyandıran bir enerjiyle başlattığı Umut Nöbeti’ne bir saatliğine de olsa katıldım.
Yanında yüzlerce çocuğun öğrenim gördüğü bir ilköğretim okulu bulunsa bile, Silivri Cezaevi, Ergenekon davası sürecinde takılan adıyla “toplama kampı” adını ziyadesiyle hak ediyor.
Orada tutuklu ve hükümlü bulunmak demek, sadece “içeride” olanlar için değil; yakınları açısından da ulaşım güçlüğü ve maliyetiyle gerçek bir işkence...
O plastik iskemlede Umut Nöbeti’ni devraldığımda, Can ile Erdem’in, suçlandıkları “esas” konuya girmeye gerek bile kalmaksızın, Basın Kanunu’ndaki 4 aylık süre geçmiş olmasına karşın tutuklanmalarının ağır bir hukuk ihlali olduğunu orada görev yapan arkadaşlarıma bir kez daha söyledim. Hürriyet gazetesine fiziksel şiddetle sonuçlanan protesto görünümlü baskını düzenleyen kişinin, bugün bakan yardımcısı olarak atanmasının Can ile Erdem’in cezaevinde oluşlarını açıkladığını söyledim.
Ama bundan daha ağır olanın, hukuksuzluğu kanıksamak, hukuksuzluğa alışmak olduğunu dile getirdim.
Onun için şu bilinsin ki; biz “dışarıdakiler”, nefesimiz ve kelimelerimiz var oldukça hukuksuzluğa alışmayacağız, hukuksuzluğu kanıksamayacağız...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları