Olaylar Ve Görüşler

Kaşıkçı cinayeti ve konsolosluk sözleşmesi

04 Aralık 2019 Çarşamba

Yazar: Av. Dr. M. Ruşen Gültekin

Eski Yargıtay Cumhuriyet Savcısı

Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı, 2 Ekim 2018 tarihinde Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmüştü. Cinayetin ardından 6 Ekim 2018 günü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açıklama yapılarak soruşturma başlatıldığı duyuruldu. Soruşturma ile birlikte uluslararası hukuk açısından özellikle 1961 Tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi ve 1963 Tarihli Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi çerçevesinde pek çok soru gündeme geldi. Söz konusu sözleşmelerin düzenledikleri hususlar farklılıklar taşımakta olup bu durum göz ardı edildiğinden yahut anlaşılamadığından, sözleşme hükümleri somut olay kapsamında yanlış yorumlanmıştır. 

Öncelikle diplomatik temsilciler, bu kişilerin konutları, çalışma yerleri, araçları diplomatik dokunulmazlığa sahiptir. Yani bir diğer anlamda cezai, hukuki ve mali açıdan yargı bağışıklıkları vardır. Örneğin bir diplomatik temsilci ile alakalı istenmeyen bir durum yaşandığında, ev sahibi devlet o kişiyi “istenmeyen kişi (persona non grata)” ilan ederek belli bir süre içinde ülkesinden ayrılmasını talep edebilir ve fakat bu kişilere karşı söz konusu süre içinde hiçbir işlem yapılması da mümkün olmaz. Diğer yandan konsoloslar ve konsolosluk çalışanlarının sahip oldukları yargı bağışıklığı incelendiğinde çok daha sınırlı şekilde düzenlendiği görülmektedir. 

61 tarihli sözleşme

İki farklı düzenlemenin temelinde, bu iki kuruma görevleri yönünden atfedilmiş hususların yer aldığı aşikârdır. Zira diplomatik görevlilerin görevleri 61 tarihli Sözleşme’nin 3. maddesinde düzenlenmekte ve burada açıkça gönderildiği devleti temsil ettiği yer almaktadır. Diplomatik görevlilerin görevleri bununla sınırlı kalmayıp pek çok üst düzey görevleri bulunmaktadır. Buna karşın konsoloslukların görevleri, 63 tarihli Sözleşme’nin 5. maddesinde sayılmış ve madde incelendiğinde bu görevlerin kendi vatandaşları ile ev sahibi ülke arasındaki “özel hukuk” ilişkilerini düzenleme boyutundadır. Hal böyleyken de konsolosluk görevlilerinin diplomatik temsilciler ile aynı şekilde yargı bağışıklığına sahip oldukları yaptıkları işlerin doğaları gereği de söylenemez. 

61 tarihli sözleşmede yer alan misyon binalarının bağışıklıkları ile 63 tarihli sözleşmede yer alan konsolosluk binalarının bağışıklıkları da yine konu ile alakalı bir diğer farklılıktır. Bahsi geçen ilk sözleşmeye göre misyon binalarının her durumda dokunulmaz oldukları hükme bağlanmışken diğer sözleşmede açıkça “Konsolosluk binalarının bu maddede öngörülen ölçüde dokunulmazlıkları vardır” denmekle bir sınır konulmuştur. Bu durumda eğer Kaşıkçı cinayeti bir misyon binasında işlenmiş olsa tam yargı bağışıklığından söz edilebilecekken somut durumda Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda işlenmiş olması sebebiyle bu bağışıklıktan söz edilemez. 

Görevlilerin yargı bağışıklıkları hususuna dönecek olursak diplomatik görevlilerin tam yargı bağışıklıklarına karşın konsolosluk görevlilerinin 63 tarihli sözleşmenin 41. maddesine göre bağışıklıkları sınırlıdır:

“MADDE : 41

Konsolosluk memurlarının kişisel dokunulmazlığı

1. Konsolosluk memurlarının tutuklanmaları veya gözaltına alınmaları, ancak, ağır bir suç halinde ve yetkili adli makamın kararı ile olur.

2. Bu maddenin 1. fıkrasında öngörülen hal saklı kalmak üzere, kesinleşmiş adli bir kararın uygulanması dışında, konsolosluk memurları hapsedilemez ve herhangi bir şekilde kişisel hürriyetleri kısıtlamaya tabi tutulamaz.

Yasal zorunluluk

3. Aleyhine cezai bir dava ikame edilen Konsolosluk memuru yetkili makamların önüne çıkmak zorundadır. Bununla beraber, dava, konsolosluk memurunun resmî durumu icabı kendisine gösterilmesi gereken saygı ile ve bu maddenin 1. fıkrasında öngörülen hal hariç olmak üzere, konsolosluk işlemlerinin yerine getirilmesini en az etkiyecek biçimde yürütülecektir. Bu maddenin 1. fıkrasında zikredilen hallerde, bir konsolosluk memurunun gözaltına alınması kaçınılmaz olduğu takdirde, aleyhine ikame edilecek dava en kısa zamanda açılmalıdır.”

Görüldüğü üzere ağır bir suç halinde konsolosluk görevlilerinin tutuklanmaları ve gözaltına alınmalarının mümkün olduğu hüküm altına alınmıştır. Konsolosluk görevlilerinin yargı bağışıklıkları ise görevleri sırasında işledikleri fiillerden dolayı kendilerine tanınmıştır: “MADDE 43- Yargı bağışıklığı: 1. Konsolosluk memurları ve Konsolosluk hizmetlileri, resmi görevlerinin yerine getirilmesi sırasında işledikleri fiillerden dolayı kabul eden Devletin adli ve idarî makamlarının yargısına tabi değildirler...” Somut olaya bakıldığında, Kaşıkçı cinayetinin ağır bir suç olduğu ve konsolosluk görevlilerinin görevleri ile ilgili bir eylemlerinin söz konusu olmadığı ortadadır. 

Bu noktada Suudi Arabistan Başkonsolosu’nun gözaltına alınması uluslararası hukuka son derece uygun bir tutum olacakken Türkiye söz konusu Başkonsolos’a yanlış bir yorum(!) sonucu diplomatik dokunulmazlığı adeta bahşetmiştir. Suudi Arabistan Başkonsolosu da başkonsolosluk konutunda inceleme yapılması planlanan 16 Ekim 2018 tarihinde ülkesine dönerek tüm cezai süreçten kurtulmuştur. Oysa 5 Nisan 1991 tarihinde Irak’ın İstanbul Başkonsolosluğu önünde yaşanan protestolara karşılık başkonsolosluk binası içinden protestoculara ateş açıldığı ve iki kişinin hayatını yitirdiği olaylarda, faillerin Türkiye Cumhuriyeti makamlarına teslim edilmesi için başkonsolosluk binası 20 gün boyunca abluka altına alınmıştır. 20 gün sonunda Türkiye, failleri gözaltına almıştır. Zira Cumhuriyet Halk Partisi de Irak Başkonsolosluğu olayına da atıf yaparak Meclis’te Kaşıkçı Cinayeti ile ilgili araştırma komisyonu kurulmasını talep etmiştir. 

İki sonuç

Kaşıkçı cinayetine baktığımızda Konsolosluk Sözleşmesi’nin yanlış yorumlanmasının iki sonucu bulunmaktadır: 

1) Ceza hukukunun yetki ilkelerinden yer yönünden yetkiye göre suçun işlendiği yer bakımından Türkiye yetkilidir. Ancak Türkiye, sözleşmenin yanlış yorumu sonucu görünürde bu yetkisinden vazgeçmiş konumdadır. Çünkü konsolosluk binasının bulunduğu toprak her ne kadar Suudi Arabistan toprağı sayılsa da daha önce de bahsedildiği gibi konsolosluk binalarının dokunulmazlıkları sınırlı şekilde düzenlenmiştir. Ayrıca Irak Başkonsolosluğu olayında da buna göre tavır alınmıştır.

2) Türkiye’nin Irak ve Suudi Arabistan Başkonsolosluğu olaylarındaki ikircikli yaklaşımı, ileride gerçekleşme ihtimali bulunan başka olaylarda, başka ülke konsolosluklarının Suudi Arabistan’a karşı yapılan uygulama yönünde uygulama istemelerine sebep olacak ve bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni zor duruma sokmakla birlikte uluslararası arenada itibarını da sarsacaktır. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları