Zafer Arapkirli

Muhalefet etme sanatı

29 Kasım 2019 Cuma

İktidar beceri gerektirir. Üstün bir beceri. Bu yüzden de İngiliz dilinde statecraft diye bir sözcük bile vardır. “Devlet yönetme sanatı” anlamında. Güç sizdedir. İcraat yetkiniz vardır. Ama demokratik toplumlarda bundan kaynaklanan bir sorumluluğunuz da söz konusudur. Yani, bir anlamda “üstün konumda” olmanıza rağmen, yaptıklarınızı savunmak zorundasınızdır. Ben, futboldaki “1-0 önde iken savunma”ya benzetirim biraz bunu. Gelecek seçimden once “gol” yememek zorundasınızdır. Yoksa, durum tehlikeye girer. Maazallah 2’nci gol de gelirse yandınız demektir.

Ama muhalefet, daha büyük bir beceri gerektirir. Çünkü elinizde güç yoktur. Çünkü seçimi kaybetmiş ve “geriden gelip skoru eşitleme” derdindesinizdir. Akıllı ve ofansif olmak zorundasınızdır. Yine futboldan benzetme ile “pozisyon üretme zekâsı” ile mücehhez olmak zorundasınız.

Bugün merkezi iktidarı elinde tutan AKP, kuruluşundan bu yana ilk kez muhalefeti tadıyor. 5 aydır, Türkiye’de nüfusun çok önemli bir kesiminin yaşadığı büyük kentlerde muhalefet etmeye çalışıyorlar. Ve muhalefeti hiç bilmediklerinden, sürekli olarak (en hafif tabir ile) “mahcup” hatta “komik” durumda kalıyorlar.

Mesela, akıllara durgunluk verecek bir garabetle israfı önleyeceğiz” diyen yeni başkanlara adeta “Neden önleyeceksiniz? Ne gereği var?” diye sormaya kalkışıyorlar.

Mesela, harcanan paranın karşılığını sağlamayacağı anlaşılan bir (su arıtma) tesis projesinin iptalini eleştirdiler.

Meselâ, 2007 senesinde ilk hizmete girdiğinden beri İstanbul denen bu megakentin yükünü çekemeyen ve her dakika ana-baba günü görünümündeki metrobüs duraklarında ve araçlarındaki izdihamı gösterip “Ne bu kalabalık yau?..” diyebiliyorlar.

Meselâ, daha 5-6 önce “Bu kentin su sorununu 2071 senesine kadar çözdük. Senelerce yağmur yağmasa da susuz kalmayacağız” diyen muhterem(!) insanlar, bugün “3 ay daha yağmur yağmasa bitti bu şehir kurudu..” gibi yalanlarla panik havası yaratmaya çalışıyorlar.

Mesela, seçim öncesinde yaptıkları yüzde 40 küsur indirimin içinde olmak kaydıyla yüzde 20 su zammını “Yüzde 80 yapıyorlar” diye kapı altlarına anonim-imzasız yalan dolu bildiriler atıyorlar.

Muhalefet de ciddiyet ve zekâ ister beyler bayanlar.

Ülke yönetirken rezil olmak ayrı bir ayıptır. Ama muhalefet ederken rezil olmak sadece ayıp değil, bir de kendi ayağına sıkmaktır. Bir daha orada iktidar yüzü göremeyeceğinizin resmidir.

17 senedir “iktidar dersi”nden zaten sınıfta kaldınız ve hileli hud’alı seçimlerle durumu idare etmeye çalıştınız. Şimdi de muhalefetten “sıfır” çekiyorsunuz.

Yolcu Abbas’lar…

Ardınızdan su dökmeyecek bu millet.

Emin olun.

 

Yaradan’dan ötürü?

 

Bu topraklarda, 1600’lerde 1700’lerde belki geçen yüzyılın başlarında, haydi bilemedin Birinci Cihan Harbi’nin karşılıklı boğazlaşma (mukatele) yıllarında kaldı zannediyorduk “kardeşin kardeşi vurması” ilkelliği. Sonra 1950’lerde hortladı 6-7 Eylül’de. Hem de en büyük kentinde canım memleketimin.

Sonra Çorum’u gördü duydu bu gözler kulaklar, Kahramanmaraş’ı gördü... Oluk oluk akıtılan kanlar kirletti masmavi derelerini ırmaklarını.

Bir “ohh” çekemedik.

Bir arkamıza yaslanıp türküyü, maniyi, oyun havasını, halayı, horonu, barı, semahı yan yana evlerde dönemedik, tepemedik, çekemedik bir türlü. Hep sorgulamak zorundaydık sanki “Kimsin? Kimlerdensin? Anan baban nereli? diye. Perdenin arkasından gözetledik hep “Karşı evde ne oluyor? Giren çıkanın kılığı kıyafeti nasıl?” diye. “Cumaya gitmiyor mu bunlar?” diye ayıpladık, utanmadan, sıkılmadan.

Ve hiç vazgeçmedik, “Onun bunun evini işaretleyip” onun bunu kendi gettolarına hapsetmeye çalışma ilkelliğinden. Dün de haberlerde yüzümüzü kızarttı bu kepazelik, “İzmir’de bir evin duvarına kırmızı boya ile ‘Alevi... Def ol’ mealinde sloganlar yazıldı…” şeklinde. Polis gelmişti ve Kimseyle konuştunuz mu? Aman kimselere anlatmayın” demişti. Devlet yine kafasını kuma gömerek, işaret parmağını dudağına götürüp “Susss” işareti yaparak örtmeye çalışıyordu bu ayıbı. Üzerine gidip yerle bir edeceği yerde, gizlemenin telaşındaydı. Hani şu Taksim Meydanı’nda “Rabia Naz’ın katilleri bulunsun” diye bağıran kız çocuğunun tepesine tüm şiddetiyle inen devlet, en ağır insanlık suçunun üzerinin örtülmesinin derdindeydi.

Bir okur. Benim yaşlarımda. Yakınıyordu dün, sokakta ayaküstü hasbıhal ederken:

Biz Aleviyiz. Çocukluğumda hep tembihlerdi annemler ‘Aman sokakta söyleme öteki çocuklara’ diye büyüttüler bizi. Aradan geçmiş 60 sene. Bugün hâlâ orada burada açıktan söylemeye çekiniyorum.”

Aşağılık herifin teki, “Bunlar nereli? Trabzonlu. Yani? Anladınız siz onu... alçaklığı ile ağzından salyalar saçmıyor muydu seçim meydanında? Bir başka üç kuruşluk kepaze “Sizi biz Müslüman yaptık. Ehi ehi…” diye yılışmıyor muydu geldiği şehri ima ederek karşısındaki vatandaşa?

Bütün bunlar, hep “Yau bi kere... Biz yaradılanı Yaradan’dan ötürü seven bir ümmetin nesliyiz…” nutuklarını atanların devri iktidarında olmuyor mu?

Sonra da, en ufak bir siyasi eleştiride, “Sayın savcım gelip “Halkı kin ve nefret duyguları ile…” diye başlayan sorgu metinlerini, iddianameleri, bu vicdansız ırkçı-mezhepçi-bölücülere değil, sana bana dayamaya kalkıyor.

Yıkılıyor insanlık.

Yıkılıyor canım ülkem.

Yıkılıyor gezegenin tüm temizlik abideleri.

Birer birer.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları