Olaylar Ve Görüşler

Valiye saygı (hak ederse) gösterilir

28 Kasım 2019 Perşembe

Yazar: M. Ata Aksoy

Birkaç gündür gazetelerde, sayın Konya Valisi’nin Öğretmenler Günü’nde, ön sırada oturan birisinin ayak ayak üstüne attığını görünce, mikrofondan bu öğretmeni, azarlarcasına ikaz ettiğini okuduk ve televizyonda da izledik! Sonra da bu kişinin, bir öğretmen değil, yerel gazeteci olduğunu öğrendik. Bu durum üzerine, valinin yaptığı açıklamayı, bazı gazeteler “özrü kabahatinden büyük!” diyerek verdiler. Sanki, bir öğretmene yapılmış olması hali daha az sakıncalıymış gibi!..

Bu olayın neresinden tutsanız; yanlış, değersiz, yakışmaz, tatsız bir durumdur. Olayı kısaca irdeleyelim:

1- Varsayalım ki, vali kürsüye gelirken ayak ayak üstüne atan kişi bir öğretmendir. Bu durumda (yani vali kürsüye geldiğinde) o öğretmenin ayak ayak üstüne atması, böyle bir tepkiye sebep olabilir mi? 

Cevap: Hayır!

Öncelikle emekli bir mülki idare amiri olarak belirtmeliyim ki, (eski fakat çok kolay bir tabirle) mevzuatımızda böyle bir durum; suç, kabahat, yanlış, uygunsuz davranış olarak belirtilmemiştir. Yani cezai ve disiplin uygulaması açısından yapılacak bir durum söz konusu değildir.

2- Denilebilir ki, “efendim, bir öğretmen, vali bey kürsüye konuşma yapmak üzere geldiği zaman, eğer daha önce ayak ayak üstüne atıyor idiyse, bu durumuna son verir ve düzgün bir şekilde oturur”. Buna bir itirazım yok. Sosyokültürel olarak böyle öğrenmişizdir. 

Bir valinin, en ön sırada oturan, kendisinden çok genç bir öğretmen (veya gazeteciden) geleneksel olarak böyle bir saygı beklemesi, yadırganacak bir durum değildir. Ama bunu, kürsüden mikrofonla “sen öğretmen misin? Valinin karşısında ayak ayak üstüne atarak oturmanın ayıp olduğunu bilimiyor musun?!” demesi normal değildir. Konuşma tam olarak böyle olmayabilir. Ama durum değişmez. Böyle bir kişinin, öyle bir yerden, o sözlerle bir öğretmen (veya gazeteciyi) kınaması, uyarması, yanlıştır.

Bir valiye saygı gösterilir. Bizim geleneklerimizde, bu böyledir. Ama bunun da bir şartı vardır: O vali, saygıyı hak etmelidir! Saygıyı hak eden vali, kaymakam ve tüm devlet görevlilerine, halkımız gereken saygıyı (bazen) fazlasıyla gösterir.

Devlet görevlilerine, bu saygı neden gösterilmektedir ve kaynağı nedir? Kaynağı tarihimizden gelmektedir. Daha uzağa gitmeye gerek yoktur, Osmanlı’da padişah, tüm mülkün ve üstünde yaşayan isnaların sahibidir! Mülkün üzerinde yaşayan tüm insanlar, padişahın kullarıdırlar. Onlar üzerinde, mutlak haklara sahiptir. Hayatına, çoluk çocuğuna, malına son vermek dahil, her şeyi yapmak hakkı vardı. İşte bu kulların, tâ yerlere kadar eğilerek padişah efendilerini selâmlamaları, bir kibarlık, nezâket değil, uyulmaması halinde, hayatıyla ödeyeceği bir zorunluluktu!

Kul yok vatandaş var

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetten bu yana, kimse kimsenin kulu değildir. Hatta bir devrim kanunu ile; “ağalık, şeyhlik, paşalık, dervişlik v.b gibi” sıfatların kullanılması yasaklanmıştır. Amaç, halka kulluk intibaı veren her sıfatı yok etmektir. Artık kul yoktur, vatandaş vardır. Vatandaşın da, devlet görevlilerine karşı, böyle kendi insani kimliğini zedeleyen şekilde eğilip bükülmesine gerek yoktur. Hatta yasaktır.

Vatandaşımız; vali, kaymakam ve diğer devlet görevlilerine saygı göstermesini bilir. Bu saygı; davranışları, çabaları, çalışmaları ve kişiliğiyle bunu hak eden kamu görevlileri için gösterilir.

Bunu hak etmeyen kamu görevlisine, vatandaş saygı göstermek durumunda değildir. Zaten böylelerine saygı gösterirse, yazık etmiş olur. Atatürk’ün Cumhuriyeti ile başlayan bu vatandaşlık hukukunun, saygı kısmı, takib ettiğim kadarıyla son yıllarda, (Cumhuriyet’ten önceki dönemlerin özlemleri içinde olan bazı kişilerce), anlam ve davranış biçimi, güç ve kudret sembolü gibi takdim edilmek arzusu açıkça görülecek tarzda yanlış değerlendirilmektedir. 

Vatandaş hak eden kamu görevlisine, fazlasıyla saygı gösterir. Size yaşanmış bir saygı anımı anlatmak gerektiğini düşünüyorum. 1980 yılında Muş ili, Bulanık ilçesine atanan bir kaymakamın gerçek hikâyesidir. Bu kaymakam, ilçeye geldiği Nisan ayından hemen sonra, ilçede çok büyük ölçekte hazine arazisi olduğunu, bu hazine arazilerinin tamamına yakınının; birkaç parlamenter, şeyh, aşiret reisinin elinde olduğunu görünce, bu arazileri topraksız köylüye dağıtmaya karar verir. İşe, o sırada milletvekili olan bir şeyhin köyünden başlar. Karşılaştığı zorluklar, tehditler, teknik güçlükleri burada anlatmaya gerek yok. Şunu da belirtmek gerekir ki, bu ilçedeki 150 bin dönüme yakın hazine arazisinden, o ana kadar Devlet bir tek lira bile kira almamış, arazisi yok gibi davranmıştı!

Kaymakam vali

Bu kaymakam, 1980 Haziran ayında bu köydeki 5 bin 500 (beş bin beş yüz) dönüm Hazine arazisini topraksız köylüye olabilecek en adaletli şekilde dağıttı. Kendisine arazi dağıtılan bazı köylüler (17 kişi) bu işe inanmamış olacaklar ki, milletvekili şeyhe giderek “şeyhim, bu kaymakam bize arazi verdi. Kaymakam çocuhtir, heç şeyhin elinden arazi alınır?!” diye belgelerini, şeyhe sunmuşlar.  

Kaymakam, hızla hazine arazilerini topraksız köylüye dağıtmaya devam ediyordu. Bu arada, arazi dağıtımı için lazım olan bazı dilekçe ve belgelerin eksikliği nedeniyle vatandaşların çok büyük paralar harcadığını görünce, tüm bu işlemleri, memurlar eliyle ve kendi hazırladığı ve teksir ettirdiği hazır kâğıtlarla halletmeye başladı. Öyle oluyordu ki, işleri olabilecek en hızlı şekilde yapılırken bile vatandaşlar, bazen 400-500 metrelik kuyruklar oluşturuyordu. Çoğu, ilk defa nüfusta evli ve çocuklu olarak gözükmeye başlamıştı! Çünkü daha önce bu işlemleri yapmamıştı! On binlerce vatandaş, böylece nüfusa kaydoldu. 

12 Eylül darbesi oldu. Muş’a, yeni bir vali atandı. Bulanık’ı ziyaret eden vali, bu vatandaş kuyruğunun sebebini öğrenince “bu Hazine arazisi dağıtımını derhal durduracaksın. Vatandaş için dilekçe kolaylığını kaldıracaksın. Bunlar Benim emrimdir” dedi. Çok üzülen kaymakam “yazılı emir verin” deyince, “yazılı emir falan yok, durduracaksın” dedi. Kaymakam, bu emre rağmen, arazi dağıtımına ve dilekçe kolaylığına devam etti. Vali, kaymakama, bu sebeple ve yönetim anlayışı nedeniyle düşman oldu. Kaymakam, ilçeden ayrılırken; 1200 (bin iki yüz aileye), 120 bin (yüz yirmi bin) dönüm arazi dağıtmıştı. Bunların önemli bir kısmı da sulu araziydi.

Kaymakam aynı zamanda belediye başkanı da olmuştu. Belediyeye büyük parasal kaynaklar yaratıyor ve inanılmaz hizmetler yapıyordu. Bir müddet sonra belediye başkanlığından alındı. Büyük projeler için biriktirdiği paraları, yeni atanan başkana devretti. Bulanık İlçesi, bu kaymakam sayesinde 12 Eylül darbesini avantaja çevirmişti.

Halk kaymakamı, çok seviyor ve saygı gösteriyordu. O kadar ki, kaymakam çarşıda yürürken halk, onu görünce eğilerek selam veriyor ve o uzaklaşıncaya kadar doğrulmuyordu. Kaymakam, bu durumdan gerçekten rahatsız olduğundan “Lütfen eğilerek selam vermeyin, Ben rahatsız oluyorum” diyordu. Fakat bir şey değişmedi. Buna rağmen, bu aşırı saygı gösterisinden rahatsız olduğu için, çarşıya evlerin arasından gidip gelmeye başladı.

Sonunda bu kaymakamı, “kaymakamlık yapamıyor!” diye Bingöl’e, hukuk işleri müdürü yaptılar. Ayrılırken, ilçe nüfusundan daha fazla insan kaymakamı uğurlamaya gelmişti. İşte gerçek saygı budur...

Not: Bu kaymakam, bendim. Maalesef kendimi anlatmak gibi sevimsiz bir duruma düştüm. Ama zararı yok, zaten yaptıklarımın çok küçük bir kısmını anlattım. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları