Olaylar Ve Görüşler

Tarihin Unutulmayan Sayfaları

19 Aralık 2014 Cuma

Saldırganların gözü öylesine dönmüştü ki, hastaneye yaralı taşıyan cankurtaranı durdurup içindeki yaralıları kurşuna dizmiş, hastaneye de birkaç kez saldırı girişiminde bulunmuşlardı. Kadın ve çocukların gözleri yaşadıkları dehşetin, tanık oldukları korkunç olayların özeti gibiydi.

Can güvenliğinin tümüyle ortadan kalktığı, terörün her geçen gün biraz daha tırmandığı, insanların geleceğe ilişkin umutlarının kalmadığı yıllardı, 70’li yıllar.
Terör her yerdeydi. Demokratik düzenin en etkin güvenceleri üniversiteler, yargı organı ve basın başlıca hedefiydi terörün. Bu kurumlara yönelik sindirme, susturma operasyonlarını; öğrencileri, özgür düşünceli öğretim üyelerini, işçileri, savcıları, sendikacıları ve gerçeği yansıtan gazetecileri hedef alan saldırılar izlemişti. İnsanlar sokak ortasında öldürülüyor, kanlı eller bulunamıyor, yargı önüne çıkarılamıyordu.
1978 yılına gelindiğinde, ülkenin her yanına yayılan şiddet hareketleri, toplu kıyımlara dönüşüyordu. Kamuoyu vicdanında derin yaralar açan toplu katliamlardan biri, 9 Ekim’de 7 TİP’li öğrencinin Ankara Bahçelievler’deki evlerinde öldürülmeleriydi. Ama en büyük katliam haberi yıl sona ererken Kahramanmaraş’tan gelecekti.

*

O yıllarda okurlarını sonsuz cesaretle bilgilendiren Uğur Mumcu, 25 Aralık 1978 tarihli yazısına şöyle başlamıştı:
“En acımasız savaşlarda bile silahsız insanlara kurşun sıkılmaz. Kahramanmaraş’a önceki gün bir düşman alayı saldırsaydı, kent baştan başa düşman askerleriyle işgal edilseydi, bu kadar hunharca, bu kadar namussuzca ve alçakça cinayetler işlenmezdi!”
Uğur Mumcu “Katliam” başlığını taşıyan bu yazısını kaleme aldığı saatlerde Kahramanmaraş savaştan çıkmış bir kent görünümündeydi. Duman, barut ve is kokusuna, kan ve yanık ceset kokusu eşlik ediyordu. Birbiri üzerine yığılmış cesetler tanınmaz haldeydi. Alevilerin oturduğu semtlerde her evden yeni cesetler çıkıyordu. Artık bunları taşıyacak araç bile kalmamış, morg dolmuş taşmıştı… Ve cesetler, vahşeti simgeleyen bir biçimde et arabalarıyla mezbahaya taşınıyordu.
Uğur Mumcu şöyle sürdürüyordu yazısını:
“23 Aralık günü, Menemen’de kanlı gericiler tarafından boğazlanarak şehit edilen Teğmen Kubilay’ın kırksekizinci ölüm yıldönümünü yaşıyorduk. Kubilay’ın başını kesen Derviş Mehmet, inanın Kahramanmaraş katillerinin yanında zemzemle yıkanmış kadar temiz kalır. Olay öylesine korkunç, öylesine alçakça ve öylesine namussuzca planlanmış ve sahneye konmuştur...
Bunun adına ‘anarşi’ de denmez, ‘sağ-sol çatışması’ da... Bu ‘Alevi-Sünni’ düşmanlığı ile de açıklanmaz. Bu, planlı ve örgütlü bir saldırıdır. Çevre illerden Kahramanmaraş’a getirtilen katil çetelerine belli adresler gösterilmiş, noktası ve virgülüne kadar hesaplanan bir plan yürürlüğe konmuştur.”

*

Saldırganların gözü öylesine dönmüştü ki, hastaneye yaralı taşıyan cankurtaranı durdurup içindeki yaralıları kurşuna dizmiş, hastaneye de birkaç kez saldırı girişiminde bulunmuşlardı.
Kimi evi yandığı, kimi can güvenliği olmadığı için vilayete sığınmıştı. Kadın ve çocukların gözleri yaşadıkları dehşetin, tanık oldukları korkunç olayların özeti gibiydi. Çocuklar anne babalarını, kadınlar kocalarını bekliyorlardı.
21 Aralık’ta başlayıp 25 Aralık’a kadar süren bu saldırılar sonucunda, resmi rakamlara göre 111, tanıklara göre çok daha fazla insan, neden hedef seçildiğini bile anlamadan, işkenceyle öldürüldü. Öldürülenlerin arasında, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, gebe kadınlar ve bebekler de vardı. Maraş katliamına gelinceye kadar, Orta Anadolu’nun benzer özelliklere sahip yörelerinde, aynı doğrultuda çok sayıda kışkırtmalar düzenlenmişti. Malatya, Sivas, Elazığ gibi illerde daha önce meydana gelmiş olaylar Maraş katliamının birer provası gibiydi.
Aleviler ve solcuların hedef alındığı Maraş katliamı, 12 Eylül darbesine giden kilometre taşlarının sonuncusuydu. Kahramanmaraş katliamı ne zaman gündeme gelse olaydan “mezhep çatışması” olarak söz edildi. Oysa Maraş’ta tek taraflı bir katliam söz konusuydu. Davanın görüşüldüğü sıkıyönetim mahkemesinin gerekçeli kararı da bunu doğruluyordu.
Katliamla ilgili birçok yazı kaleme alan Uğur Mumcu şunları soruyordu:
“Kahramanmaraş sokaklarında yurttaş kanı dökmek için otomatik silah sokanlar kimlerdir? Kimlerdir çevrede iş tutan yabancı şirketlerden silah sağlayanlar? Ve bu şirketler üzerinde denetim kuramayanlar kimlerdir? Kimlerdir bu silah ticaretini yapanlar? Kimlerdir, Kahramanmaraş’taki belediye hoparlöründen halkı kıyıma çağıranlar? Kimlerdir emekli bir komisere bayrak verip sokaklarda halkı kıyıma kışkırtanlar? Gözleri önündeki cinayetleri kapalı tribün seyircisi gibi izleyen kamu görevlileri kimlerdir?”
Bu soruların yanıtları hiçbir zaman verilmedi. Gerçek sorumlular hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Mahkeme tutanaklarında sayısız kanıt bulunmasına karşın, 12 Eylül’den sonra yaşanan tüm gerçekler tersine çevrildi. Herkesin gözü önünde yaşanan bu gerçeklerin üstü örtülmeye ve unutturulmaya çalışıldı...  

Orhan Tüleylioğlu um:ag Yayın Yönetmeni



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları