Olaylar Ve Görüşler

Cumhuriyet Eğitimini Bitirme Şûrası

15 Aralık 2014 Pazartesi

Baştan sona çağdaş, laik, bilimsel eğitime ve pedagoji bilimine meydan okuma şeklinde gerçekleştirilen 19. Milli Eğitim Şûrası, eğitimin modernleşmesinden çok, sadece karma eğitimin ve zorunlu din derslerinin tartışıldığı bir tiyatro oyununa dönüşmüştür.

Türkiye’de eğitim politikalarının oluşturulmasında belirleyici olan ve dört yılda bir yapılan Milli Eğitim şûraları, ihtiyaç belirleme, hedef saptama ve strateji oluşturma açısından son derece önemlidir. Bir danışma kurulu olan şûrada görüşülen ve karar altına alınan konular Milli Eğitim politikası olarak yaşama geçirilir.
AKP iktidarı döneminde gerçekleştirilen üçüncü eğitim şûrası olan 19. Milli Eğitim Şûrası’nda, “Öğretim Programları ve Haftalık Ders Çizelgeleri”, “Öğretmen Niteliğinin Artırılması”, “Eğitim Yöneticilerinin Niteliğinin Artırılması” ve “Okul Güvenliği” başlıklarında oluşturulan ihtisas komisyonlarında yoğun tartışmalar yürütülmüştür.
Eğitim-İş, komisyonlarda laik, bilimsel eğitimin ve Cumhuriyetin eğitim devriminin kazanımlarının tek savunucusu olarak mücadele etmiştir.
Ancak baştan sona çağdaş, laik, bilimsel eğitime ve pedagoji bilimine meydan okuma şeklinde gerçekleştirilen 19. Milli Eğitim Şûrası, eğitimin modernleşmesinden çok, sadece karma eğitimin ve zorunlu din derslerinin tartışıldığı bir tiyatro oyununa dönüşmüştür.
Eğitim sistemine dair hayati kararların alınacağı şûra, Ankara’da MEB Şûra Salonu dururken kamuoyunun dikkatinden kaçırılmak için Antalya’da toplanmış, yandaş sendika Eğitim Bir-Sen dışındaki sendikaların temsilcileri bir elin parmaklarını geçmemiş, İHH, TÜRGEV ve Ensar Vakfı gibi iktidara yakın oluşumlar delegasyonda yer alırken ADD, ÇYDD ve Alevi Bektaşi Dernekleri şûrada temsil edilememiştir. Milli Eğitim Bakanlığı kendi kurşun asker delegasyonunu oluşturmak için 8 Temmuz 2014’te yönetmelik değişikliği yapmıştır.
Şûrada, yandaş sendika ve yandaş örgütlerin delegasyon hâkimiyetinde 179 tavsiye kararı alınmıştır. Erdoğan’ın açılış konuşmasında “200 yıldır eğitimi formatlayan sistem kendisine yabancı nesiller yetiştiriyor” diyerek “anaokulundan başlayarak yeni hayat tarzı” mesajını vermesinin ardından; zorunlu din dersinin ilkokul 1. 2. ve 3. sınıfa kadar indirilmesi, haftalık din dersi saatlerinin artırılması, hafızlık için eğitime 2 yıl ara verilebilmesi, din derslerine yer açmak için insan hakları, yurttaşlık ve demokrasi derslerinin kaldırılması, Anadolu turizm ve otelcilik meslek liselerinde “alkollü içki ve kokteyl hazırlama” dersinin kaldırılması ile okulları yarı açık cezaevine çevirecek bir dizi öneri, sayısal çoğunluğu AKP tarafından güvence altına alınmış bir oylama ile resmi tavsiye kararı niteliği kazanmıştır.
Şûranın açılış konuşmasında Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, “Şûra gündemi dışında gündem maddelerinin görüşülmeyeceğini ve gündem maddeleri dışında da kararlar alınmayacağını” belirtmişti. Oysa, siyasi iktidarın yapmayı planladığı düzenlemeleri toplumun talebiymiş gibi gündeme getirmekle görevli olan Eğitim Bir- Sen’in komisyonlarda reddedilen önergeleri, tekrar gündeme alınarak oylanmıştır.
Birinci gün okulöncesine din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile Kuranıkerim, Siyer-i Nebi’nin ders olarak konması, ilahiler öğretilmesi ve sofra duaları ezberletilmesi isteği de gündem dışıydı ve görüşülüp reddedilmişti. Ancak ikinci gün ilkokul müfredatının görüşülmesi sırasında bir başka gündem dışı öneri geldi ve kabul edildi. Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin, hem de anayasanın 24. maddesine atıf yapılarak 1-2 ve 3. sınıflarda okutulmasına karar verilmiştir. Aynı durum turizm ve otelcilik liselerinde okutulan “Alkollü İçki ve Kokteyl Hazırlama” dersinin kaldırılması konusunda da yaşanmıştır.
Yani AKP’nin ileri demokrasisi, eğitim şûrasına da damgasını vurmuştur. Eğitimi kendi ideolojik hedeflerine göre biçimlendirmek isteyen Milli Eğitim Bakanlığı’nın, farklı fikirlere, demokrasiye, bilimsel düşünceye ne kadar tahammülsüz olduğu ve kendi yayımladığı yönetmeliklere uymaktan aciz olduğu, bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Bakan Avcı, şûrada “elbirliğiyle ve gönül birliği içerisinde eğitim sistemimizin, bundan sonraki rotasını belirleyecek, gelecekte alacağımız kararlara ışık tutacak çok önemli tavsiye kararlarının alındığını” belirtmiştir. Eğitimde 4+4+4 dayatmasını bile gölgede bırakacak kararların alındığı bu şûra, siyasi iktidarın eğitimi dini söylem ve kurallara göre şekillendirme uygulamalarının artarak devam edeceğini göstermiştir. Einstein’ın, “Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değil, düşünmek için aklın eğitilmesidir” sözünden hareketle, şûrada alınan kararların hiçbiri Türkiye’nin PISA testlerindeki durumunu değiştirmeyecektir. OECD ülkeleri öğrencilerinin matematik, fen ve okuma düzeylerini ölçen bu testte Türkiye 64 ülke içinde 42. sıradadır.
Eğitimin temel sorunlarına çözüm üretmek yerine “dindar nesil” yetiştirme amacına hizmet eden ve toplumda yeni kutuplaşmalar yaratacak şûra kararlarını onaylamak mümkün değildir. AKP’nin eğitim alanında ortaya koyduğu akıldışı dayatmalar karşısında Eğitim-İş, çağdaş, laik ve bilimsel eğitimi savunmaya devam edecek, devrim yasalarına açıkça aykırı olan şûra kararlarının uygulanmaması için her türlü demokratik ve meşru mücadelesini sürdürecektir.

VELİ DEMİR Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası Genel Başkanı

-

Rahvan Olsun!

Şimdi emniyetiniz için iyi olan, bir müddet sonra zincirlerinizin nedeni olabilir. Bu saptamayı üç noktada açalım. 
1- İktidar paralel olarak adlandırıldığı yapıyla ABD’yle ilişkilerde, Balyoz, Ergenekon soruşturmalarında işbirliği yapıyor. Gün geliyor, işler tersine dönüyor. İktidar “Düşmanımın düşmanı hiçbir zaman benim düşmanım değildir” sözünün özünü kavramaktan aciz. İşine geldiği zaman öyle davranıyor, bugün böyle. Bu arada açığa düşüyor. Tutarlılık kaygısı olmadığı için kısa vadede sonuç alıyor gibi duruyor, orta ve uzun vadede neler yitireceğinin farkında değil. 
Adalet ve Kalkınma Partisi HSYK’de reform yapacağım diye kanun çıkarıyor, sonuçları hesaplayamıyor. Altı ay sonra beğenmiyor, değiştirmenin yollarını arıyor. 2010 referandumunda kendisine arka çıkan yetmez ama evetçilerin çoğunluğu desteklerini çekiyorlar. 
2- Devlet tarihi bir süreçtir, halk ise günü yaşar. İktidar tarih bilinci olmadığı için bu gerçeği de dışlıyor. Uygulamalarını günlük yapıyor. 2010 TÜİK gelir ve yaşam koşulları araştırması Türkiye’de sobalı hane oranını yüzde 68.1 olarak açıklıyor. Bu oran kentlerde yüzde 56.3, kırsal alanda yüzde 94.4’ü buluyor. Ülkede halen yerde yemek yiyen milyonlar mevcut. Bu alışkanlık dün bir gelenek, kültür öğesiydi, bugün yoksulluk göstergesi. Doktorlar yaşlanan nüfusta sık görülen romatizma hastalığını teşhiste bu göstergeden de yararlanıyorlar. 
İktidar kömür, makarna ve diğer yollarla sosyal yardımlar dağıtıyor. Bu olgu tek başına gelişme, kalkınma, büyüme iddialarının temelsizliğini ortaya koyuyor. Fakir daha fakirleşiyor, zengin daha zenginleşiyor. 21. yüzyıl başının yeni Türkiyesi bu durumda. 
İşsizlik, istihdam edilebilir nüfusta iş arayanlara işaret eder. Bu oran yüzde 10. Oysa iş bulma umudu olmayanları da katmak gerekir. TÜİK’in sonuç raporunda bunu belirtmesi gerekiyor, yanlış yapıyor. Halk nezdinde işsizlik ve sosyal transferler bir numaralı sorun. Hani ülke gelişmişti? Demokrasi bu sorunlara cevap bulduğu ölçüde anlamlı bir önceliktir. 
3- Korkunun iktidar olamayacağını fark edemeyen Davutoğlu hükümeti oy almak için toplumu hem ikiye ayırıyor hem de sürekli korku mesajları yayıyor. Oysa altını çiziyoruz, korku iktidar olmaz, umut iktidar olur. Halk benim iktidarımda iki yıl içinde hiçbir ailede işsiz kalmayacak mesajına kulak veriyor. Bu mesajda Cumhuriyet Halk Partisi’nden geliyor. 
Büyük Atatürk, “Siyaset kadro işidir” demişti. Bu kadro, bu güven arayışı, beklentisi artık CHP’de olması gerekiyor. Kadınıyla, genciyle, işçisiyle, köylüsüyle, esnafıyla, gitgide zora düşen orta sınıflarıyla halk CHP iktidarının yolunu gözlüyor. 
Halkımız binlerce yılın deneyiminden süzülüp gelmiş sağduyusuyla “rahvan olsun” diyor. Gençler için açıklayalım. Rahvan koşarken iki bacağını aynı anda atan binek hayvanlarının biniciyi sarsmayan koşma biçimine denir. Orta Asya’dan beri gelen at kültürümüz siyasal geleneklerimizde de ifadesini bulmuştu. Siyasetin at terbiyesi alanı da vardır. Halkımız büyük çatışmalardan, kavgalardan tedirgin olup çok acı çekmiştir. Halkımız sosyolojik olarak çoğunlukla kavga etmeyi sevmiyor ama kavga seyretmeyi çok seviyor. Yaşama, dünyaya, siyasete bir kelimeyle rahvan olsun derken bu özlemini seslendirmektedir. 
Daha sonraki yazılarımızda geliştirmeyi düşündüğümüz halka yanlış bilgi verilmesi, yabancının her dediğinde keramet aramak, şu ya da bu Batı ülkesinde okumakla sorunların üstesinden gelineceğini sanmak gibi enerji, kaynak, zaman kaybına yol açan boş beklentiler yerine halkımızla birlikte sesimizi yükseltiyoruz: “Rahvan olsun.”

BÜLENT TANLA 22. Dönem CHP Milletvekili



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları