İlhan Selçuk

"Gördüğümüz rüyanın birbirine benzemesi doğaldı"

11 Mart 2010 Perşembe

 

TURHAN...

Çevremizi saran üç boyutun ötesinde, dördüncünün varlığını duyumsamadığımız yıllardı... Uzunluğu, genişliği, derinliği biliyorduk...
Zamanı tanımıyorduk...
Yaşadığımız an'ın bilincine uzaktık...
Bilye oynarken, meşin topun peşinde koşarken, okula giderken, gezip tozarken, avarelik ederken, akan zamanın dışındaydık...
Ta içimizde, yüreğimizde, beynimizin gizli bir köşesinde, geleceğimizin gizemine adamıştık kendimizi...
Ulaşılamaz yıldızlara gidecektik; bilmediğimiz ülkelerde görülmemiş serüvenler bizi bekliyorlardı; göz kamaştırıcı hayatlara ışınlanmıştık...
Yakınımızdaki hiçbir olay, ailemizdeki hiçbir bağ, çevremizdeki hiçbir kişi, ülkemizdeki hiçbir gerçek, yaşadığımız kent veya kasabadaki hiçbir koşul, bizim yarınlara şartlanmış yaşam tasarımlarımızı engelleyemezdi...
Yaşayacaktık: ama, daha sonra, ilerde, gelecekte, hayat kollarını bize açacaktı...
Özlemlerimizin anlamı, sıradanlaşmanın sınırlarını ruhumuzda çiğneyip geçmişti...
Yaz sıcağını emen geceler, pırıl pırıl gökte kayan yıldızları ciğerlerimize çekiyorduk: o yıldızlar gökte bizim için kayıyorlardı...
İki Çocuğun devri Alemi'ni, Tarzan'ı, Baytekin'i, Üç Silahşörler'i aşıp La Dam O Kamelya'ya geçmek güç olmadı; Çocuk Sesi'ni Afacan'ı geride bırakırken üzülmedik; bunlardan çk daha uzakta, gizemli ve görkemli bir yerde, hayat kollarını açmış bizi bekliyordu.
Çok küçük yaştayken, İstanbul'da elektrik düğmesini çevirdiğimiz zaman ortalığın aydınlanması bize doğal gelmişti. Anadolu'nun uzak kasabalarında, fitilli petrol lambasının soluk ışığında kitap sayfalarını çevirmekte ne kolaydı!.. Çünkü hayat, çok ötede, gelecekte, bilinmeyen kentlerde, balta girmemiş ormanlarda, uzak gezegenlerde yaşanacak apayrı bir şeydi.
Bilincimizin gölgesinde, geleceğin bilinmezliğine yayılıyordu umutlarımız...
Çocuklukta yaşadığımız yıllar, ilerde yaşayacağımız güzel zamanlardan ödünç alınmıştı.
Schubert'i, Gorki'yi, Zola'yı, Gogol'u tanıdığımızda, kendimize yakıştırdığımız dünyanı ninsanlarını bilmuş gibiydik; ama, sanki hepsi de üç boyutun kapsamı içindeydi...
Dördüncü boyutun bize hazırladığı tuzaktan habersizdik...
Zamanı duyumsamaya başladığımız gün, yaşam değişti, dördüncü boyut ikimizi de uçurumuna çekmeye başladı...
Turhan'la kardeşliğin ötesinde bir ikili olşturuyorduk, yaşımız büyüdükçe düşüncelerimiz de birlikte büyüyor, düşlemlerimize karışıyordu, gece gözlerimizi kapadığımızda gördüğümüz rüyanın birbirine benzemesi doğaldı...
Ya Ülfet?..
O 'bizim' kız kardeşimizdi...Benim ya da Turhan'ın değil, 'bizim' kardeşimiz...
Uzun sandığım bir çocukluk evresinde 'ben' ile 'biz'i düşüncelerimde karıştırdığımı sanıyorum.
Gerçek ile düşü ayrımsamak çok zor oldu.
Çocukluğumuzun uçsuz bucaksız evreninden kopup ayaklarımızın toprağa değdiği anda, ben çok korktum...
Turhan'ın ürktüğünü sanıyorum.
Dünyalarımız yıkılıyor muydu? Yıldızlara gidemeyecek miydik? Evrenin bilinmeyen güzelliklerini, adına hayat denen süreçte keşfedemeyecek miydik?
İlk gençlik yılları aşılıp da 'zaman boyutu' yaşamda devreye girdikçe, üç boyutun yetersizliği, kısırlığı, bağlayıcılığı ortaya çıkıyordu.
İnsanın durduğu, oturduğu, hele geceleyin yattığı yerde düşünceleriyle devinebilen bir yaratık olduğunu küçükken keşfeden bizler, hayatın gerçekliği karşısındı, ellerimizin ayaklarımızın bağlandığını mı görecektik?..
Büyüyorduk, hayata atılmak, meslek sahibi olmak, para kazanmak, bir evin sorumluluğunu taşımak gibi zorunlulukların oldubittisiyle karşı karşıyaydık. Kuralların bukağası, ayakbileklerimize vuruluyordu. Gerçekler, hışımla üstümüze geliyordu. Dünyalarımızın yıkılmazına, gezegenlerimizin yok olmasına, yıldızlarımızın ellerimizden kaymasına seyirci mi kalacaktık?..
Kıyamet günü yaklaşıyordu... O sırada Turhan bir şeyi farketti.
Alaeddin'in lambasından çıkan dev, Turhan'a bir çizginin gizeminde bütün dünyaları, yıldızları, gezegenleri, galaksileri, insanları, duyguları, sevdaları, dostlukları, düşmanlıkları, ağlamayı, gülmeyi, geçmişi, geleceği ve an'ı - tek sözcükle yaşamı - yakalamasını öğretti.
O, ne büyük bir mutluluk!..
Turhan, evrendeki her şeyi çizgiye dönüştürmenin ilm-i simyasında benliğini buldu...
Yaratacağı evren'in Allah'ıydı artık...
Baytekin gibi yıldızlara gitmiyor, yıldızları ayağına çağırıyordu. Doktor Faust'un gücü artık ne yazardı!.. Güliver'in devleri ve cüceleri, çizginin büyüsünde bir büyüyüp bir küçülüyorlardı. Şekspir'in tiyatrosu, çizgi dünyasının egemenliğinde perdelerini açıp kapıyorlardı. Molyer'in mizahı, çini mürekkebiyle beyaz kağıt üzerine dökülüyordu. Donkişot ya da Kazanova, Turhan'ın yanında yay kalırlardı.
Turhan'ın dünyası, yaşadığımız gerçek dünyanın eleştirisiyle oluştu...
Alternatif bir dünyadır bu...
Coğrafyası dördüncü boyuta yayılır...
Turhan'da zaman korkusu kalmadı...
Zaman, artık Turhan'a çalışıyor.

 

Kaynak: Önce Çizgi Vardı... "çizgide 60.yıl"

Güldiken, Güz 1994, S. 5, s.24-25

 

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ

 

İlgili haberler için tıklayınız;

TURHAN SELÇUK'U KAYBETTİK

TURHAN SELÇUK'UN SON ÇİZGİSİ/ SÖZ ÇİZGİNİN

TURHAN SELÇUK'UN ÇİZGİLERİ

"ONUN ÇİZGİSİ UYARIRDI"

YAŞAR KEMAL'İN KALEMİNDEN TURHAN SELÇUK

CEMAL SÜREYA TURHAN SELÇUK'U ANLATTI

SELÇUK'UN GÖRÜŞLERİ, AÇIKLAMALARI VE SÖYLEŞİLERİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Patrikhanenin Sicili... 11 Haziran 2012
Mumcu'nun Saptamaları... 7 Haziran 2012

Günün Köşe Yazıları