Barış Terkoğlu

Demirören’in ‘ahlaksız teklifi’

08 Kasım 2018 Perşembe

2008 yılının sıcak bir Temmuz günü.
Orgeneral İlker Başbuğ, Hürriyet yazarlarıyla sohbet ediyordu.
Bir sessizlik anında Başbuğ, “hep siz sordunuz, ben de size bir soru sorayım” diye söze girdi: “Sizce Türkiye’de burjuvazi, kültürel değerlerine sahip çıkıyor mu?
Ertuğrul Özkök’ün holdinglerin sponsorluklarından bahsetmesi Başbuğ’u tatmin etmedi. Başbuğ, kastettiğinin daha derin olduğunu anlatınca, Özkök köşesinde aldığı dersi şöyle aktardı: “Konuşmasından sanki, biraz medyaya, daha açıkçası bana üstü örtülü bir eleştiri yaptığı izlenimi çıkarmıştım.”
“Burjuva” diyoruz. Sermaye sahiplerini anlatıyor. Kökeni “kentli”den geliyor. Yalnız mekânı değil değerleri de ifade ediyor. Örnek olsun, “medeni”yi Medine’den üretmişiz. Hem şehirli hayata geçişi, hem de uygar olma halini karşılıyor.
Madem öyle soralım, burjuva öldü mü?
Hayır; “kapitalist”, “patron” ya da “sermaye” demiyorum. Zengin sınıfın bir değer sistemiyle ilişkisini sorguluyorum.

Vatan gazetesi neden kapatıldı
Dinlenen telefonlardan saçılanlar suratımıza çarpmıştı. “Bu milletin a... koyacağız” diyen işadamını, “ihaleleri ikiye böldünüz. Manevi işler, cami, hastane falan bana kalıyor. Santraller filan Nihat’a kalıyor” diye şikâyet eden öbürü takip ediyordu. Erdoğan tarafından fırçalanınca “üzdüm mü seni patron” diye ağlayan Erdoğan Demirören’e ise içimiz acımıştı.
Vatan gazetesinin kapatılması nedeniyle bir kez daha hatırladım. Aydın Doğan, iktidar tarafından cezalandırılınca, Milliyet ve Vatan’ı bir paket yapıp Demirören’e satmak zorunda kalmıştı. Ödenen 74 milyon dolardı.
Akıllı patron ne yapar? İşi büyütmeye çalışır değil mi? Hayır, Demirören öyle yapmadı. Aldığı gazeteleri adım adım küçülttü. Ve nihayetinde geçen hafta Vatan’ı kapattı.
Abdülhamit politikasıydı: Susturamadığın gazeteleri, hatta matbaalarını satın al ve kapat.
Erdoğan da ihale dağıttığı patronlara sanki talimat vermiş: Bir medya satın al, içini boşalt, yok et!

Hayatında hiç kitap okumamış
Gazeteci Kadri Gürsel’in yeni çıkan “Ben de Sizin İçin Üzgünüm” kitabını okurken işleyişi de görmüş oldum. “Acı olan, kan kaybının gazetenin yeni sahibi tarafından tasarlanarak yönetilmesiydi” sözleri aslında tam da buydu.
Gerisini Gürsel’in kitabından okuyalım...
Bir seçim arifesinde, 12 Mayıs 2015 günü, Erdoğan Demirören, Kadri Gürsel’i Milangaz binasındaki ofisine çağırıyor. Gürsel, hayatında ilk ve son kez Demirören’le baş başa bir buçuk saat geçiriyor.
“Ahlaksız bir teklifte bulundu bana Demirören. Saydım; hem de tam beş kere” diyen Gürsel, “teklifi” şöyle aktarıyor:
“Yazarlık egonuzu aşağıya çekemiyorsanız, 7 Haziran seçimlerine kadar yazılarınıza ara vermeyi düşünür müsünüz?”
Gözyaşlarını hatırladığımız Demirören, “Ankara’daki görüşmelerimde adınız üç kez geçti ama ben hakkınızda bir şey yapmadım” eklemesini yapmayı da unutmuyor.
Demiören, sorduğu “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük üç devlet adamı kimdir” sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Turgut Özal, Celal Bayar, Recep Tayyip Erdoğan”.
Yazarına özetle “sus” diyen Demirören, Erdoğan’ı neden desteklediğini şöyle anlatıyor:
“Türkiye ancak otoriter rejimle kalkınır.”
“Erdoğan Bey, benden ne istiyorsunuz? İktidarı hiç mi eleştirmeyeyim?” diyen Gürsel’e cevabı da hazır:
“Eleştirin de tatlı tatlı eleştirin.”
Cahil cesareti mi? Kadri Gürsel’in görüşme notlarından aktaralım:
“Görüşmemizin bir anında, öylesine, durup dururken, gözlerimin içine bakarak, ‘ben hayatımda hiç kitap okumadım’ dedi. Bu sırada yüzündeki bulanık tebessüm değişmedi.”
Demirören, Kadri Gürsel’i “medyada yeni döneme ayak uydurabilen arkadaşlarımız kalacak, ayak uyduramayanların varlığı son bulacak” sözleriyle uğurluyor.
Gerisini biliyorsunuz: Ayak uydurmamakta inat eden Kadri Gürsel, önce işsiz kalıyor, sonra hapse atılıyor.

O kadına nasıl tahammül ediyor
Kitaptan öğrendim. Meğer herkes Kadri Gürsel’e soruyormuş:
“O kadına nasıl tahammül ediyordunuz?”
“Memleketin hali bana Nagehan sorusu kadar sorulmamıştır” diyen Gürsel, yanıtını da veriyor. 12 Eylül sürecinde 3 yıl 10 ay hapis yatan Kadri Gürsel, bir gardiyana kafa tutunca, son ayında “deliler koğuşu”na atılarak cezalandırılmış. Bu da kendisine televizyonda gördüğümüz sabrı kazandırmış.
3 yaşında Kayseri Cezaevi’ndeki DP’li dedesini ziyaret ediyor. 12 yaşında Moskova’da Sovyetler ile tanışıyor. 18-22 yaşları arasını bir devrimci olarak hapiste geçiriyor. Çıkınca Kayseri’de mahkeme kararıyla sürgün hayatı yaşayan Gürsel’i 34 yaşındayken PKK kaçırıp, 26 gün rehin alıyor. İşte bu “roman gibi hayatı” yaşayan Gürsel’e “hayatımda hiç kitap okumadım” diyen tüpçü patronu “tatlı eleştir” diye öğüt veriyor.
Ağıt yakacak değiliz ama “medeni ve şehirli olan”ı çoktan yitirmedik mi sizce?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları