Soframızda da destanımızda da var

Yayınlanma: 20.11.2019 - 09:57
Abone Ol google-news

Birkaç denemeden sonra iyi bir ekmek ustası oldum. Uzun zamandır da kendi yaptığım ekmekleri yiyorum. İşi büyüttüm de, öyle ki arkadaş siparişlerine ekmek yetiştirmekle meşgulüm şu sıralar. Biraz can sıkıntısı, biraz da dışarıdan alınanlara ilişkin duyduğum endişelerle başladığım bu yeni uğraşımdan hayli memnunum.

Hem Pisagor “Bütün dünya ekmekle başlamıştır” dememiş mi, ben de geç kalmış da olsam “dünyayı” değil elbette ama bir şeyleri başlatmış oldum kendimce. Ekmek muazzam bir kültüre sahip bir gıda maddesi. Gılgamış Destanı’nda bile vahşi insan topluluklarının şarap ile ekmek sayesinde uygarlaştığı yazılıdır. Hem Romalı hem de Yunan yazarlar, tabii ki Homeros’tan esinlenerek, insanları “ekmek yiyenler” diye tanımlarlardı, bu onlara göre bir uygarlık göstergesiydi. Yani ben evde ekmek hamurunu hazırlarken koskoca bir tarihi “yoğurmuş” oluyorum. Mutluyum.

Maya kullanıyorum haliyle. Mısırlıların icat ettiği mayalı ekmekten neden uzak durayım? Bir bildikleri vardı herhalde. Mayalı ekmek yapmak için arpa ya da darı değil, glüten barındıran bir tahıl kullanılıyor, bu canımı sıksa da glüten yoksunu bir maya buluncaya kadar mevcut maya ile devam edeceğim ekmek üretmeye.

TOPLUMSAL OLAYLARIN DA AKTÖRÜ

İnsanlık tarihinde en az tuz kadar dönüştürücü, - malum Hindistan tuz sayesinde bağımsızlığına kavuşmuştur- en az onun kadar çalkantılara yol açan bir gıdadır ekmek. En bilineni 1789 Fransız İhtilali sırasında, ekim ayında başlayan büyük ekmek ayaklanmasıydı örneğin. Paris’te işçi semti olarak bilinen Saint-Antonie ile kent merkezindeki yiyecek satan dükkânlarda başlayan ayaklanmadır bu. Kadınlar pahalı buldukları ek mek fiyatına itiraz ederek kıvılcımı ateşlemiştir. Aslında kadınların başlattığı bir ayaklanma demek yanlış olmaz buna.

Ayaklanmanın başladığı duyulduğunda şehir merkezindeki Belediye Sarayı’nın önünde toplanmıştı kalabalıklar. Ellerinde kazmalar, sopalar olan kalabalıklar yani. Belediyenin iflas ettiğini öğrenen aynı kalabalıklar bu kez Versailles’a doğru akmaya başlarlar. Günbatımında ulaştıkları Versailles’da Meclis salonuna doluşurlar. Burada kalabalığa liderlik eden Maillard, “Ne Zaman Ekmeğim Olacak?” adlı kitaptan, - ki ekmek kıtlığından fırıncıları değil otoriteleri sorumlu tutan hayli popüler bir kitaptı bu - parçalar okur.

Yokluğu da fiyatı yüzünden erişilemez oluşu da can yakıcıdır tabii ekmeğin. O nedenle öfke öyle kolay yatışır değildir, korkunç olaylar da olur haliyle. Kalabalıktan çok sayıda kişi Versailles’ın muhafızlarından ikisini öldürüp, kafasını keserler. Nihayet balkonda görülen krala kurtlanmış un varillerini gösteren halk, daha sonra o varilleri Seine nehrine atar.

En temel, herkesin kolayca edinebilmesi gereken gıda maddesi olan ekmeğe ulaşamamak dün olduğu gibi bugün de isyan gerekçesi. Ben geçtiğimiz yıllar içinde iki büyük ekmek ayaklanmasının yaşandığını hatırlarım Mısır’da. Kolay değil aç kalmak, aç kitlelerin mücadeleden başka neyi var? Ekmek yoksulun tanrısı gibidir; “Bu dünyada öylesi aç yaşayan insanlar var ki, Tanrı onlara ancak bir somun ekmek suretinde görünebilir” demekte çok haklı Mahatma Gandi.

ANTOINETTE DEDİ Mİ O LAFI?

Bu ayaklanmalarla ilgili olarak Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’in “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” dediği söylenir, malum. Bunun sağlam bir kanıtı yoktur aslında ama büyük Jean-Jacques Rousseau İtiraflar’ında böyle yazar. Biz onun yalancısıyız. Eğer dediyse bile, kraliçenin “pasta”dan kastı, ekmekten daha pahalı olan bildiğimiz pasta değil tabii, dönemin bir başka, ancak pahalı ekmek türünden söz ediyordu. Çünkü kraliçe pahalı olduğundan haberdar olmadığı bu ekmeği öneriyordu ayaklananlara. Pasta aynı zamanda makarna anlamına geliyor bu arada. Doğru olduğu konusunda inandırıcı kanıtlar olmasa da ekmek bu hikâyenin de kahramanı olmuştur.

Dinler tarihindeki yeri de yabana atılır değil elbette. Tuz ile ekmeğin yoldaşlığı kökenleri ortaçağa kadar giden bir Yahudi geleneğidir. Britanyalılar nedense ekmeği dışlamışlar, tuza önem vermişler. Galler’de vaktinde içinde ekmekle tuz bulunan bir tabağı tabuta koyarlarmış.

Yani nasıl bir meşgalem olduğunu biliyorum, sadece yenecek bir ürün yapmıyorum. Toplumsal direniş tarihinde yokluğu önemli bir itiraz gerekçesi olan bir gıda üretiyorum. Dediğim gibi, tadını beğenen dostlarıma da yapıp veriyorum. “Ekmeğini yalnız yiyen, yükünü yalnız taşır” derler; dayanışmaya vurgu yapar bir sözdür bu, yoksa “ileride bana faydaları olur, şunlara ekmek vereyim” diye düşündüğüm yok tabii.

Ekmek iyidir. Hakkıyla kazanan için yemesi ayrıca keyiflidir. Kimsenin ekmeğiyle oynamamak lazım. Kürek mahkûmu olarak çok ama çok aç kaldığı için bir kuru ekmeğin bile nasıl bir nimet olduğunu herhalde bilen büyük Cervantes boşuna söylememiş: “Bütün acılara dayanılır, yeter ki ekmeğin olsun.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler